The Birth, The Life, The Eternity adında üç albüm projesiyle karşımıza çıkmaya hazırlanan Karadenizli progressive rock grubu Gormot’la tanışmak istedik.
Kaynaklar çok az olsada bir Laz olarak mitolojik tarihimiz ilgimi çekmiştir. Gormot ismini de aklımın bir köşesine yazmıştım. Gormot, çok eski zamanlarda var olan, gökyüzünde yaşayan, evrenin yaratıcısı ve aynı zamanda tüm doğa olaylarını yöneten bir İyilik Tanrısı’nın adıdır. İyilik tanrısı olması ve dünyaya iyilik dağıtıyor olması felsefi açıdan ilgimizi çekti. İyi insanlar olmaya çalışıyoruz ve yaptığımız müziğin insanlarda iyi duygular yaratmasını amaçlıyoruz. Kısacası iyiliği yaymak istiyoruz. Bu açıdan da Gormot tam nokta atış bir isim oldu. Bu doğrultuda tüm ekibin ortak görüşü ile gruba Gormot adını verdik.
The Birth, The Life ve The Eternity projesi kapsamında doğum, yaşam, sonsuzluk gibi kavramları anlattığınız üç şarkı yayınlayacaksınız. İlk single Lazca olan “Hicazuri”, ikinci single’da da Cahit Berkay’ın ünlü eseri “Al Yazmalım” yorumunu dinliyoruz… Bize biraz bu şarkıların hikâyelerini anlatır mısınız?
The Birth, The Life ve The Eternity, bunlar toplamda yaklaşık 30 – 40 şarkılık birer albüm projesi. “Biz Hicazuri” ile The Birth’ten bir şarkı yayınlamış olduk. Ardından bizim çok sevdiğimiz ve saygı duyduğumuz Moğollar ile ilgili bir proje geldi ve içinde yer almak istedik. Moğollar’a saygı duruşunda bulunmak adına “Selvi Boylum Al Yazmalım” adlı eseri kaydettik. Onun peşinden yine The Birth albüm konseptinden bir şarkıyı daha single olarak çıkartıp The Birth albümü kayıtlarına başlamayı planlıyoruz.
“Hicazuri” melodisi, San Francisco’da bir garajda Tim Marco ve Ege Bosut ile konser provası yaptığımız esnada çıkan bir melodiydi. Sonra hemen PC başına geçip kaba kurgusunu oluşturdum ve 10 yıl süre o şekli ile kaldı. Gormot oluştuktan sonra stüdyoya girip defalarca provasını yaptık ve hep birlikte San Francisco’ da bir garajdan çıkan melodiyi bir yapıya dönüştürmeyi başardık. “Hicazuri”, bir adamın çocukluğuna gitmesini, o anları hatırlarkenki duygularını ve içindeki burukluğu anlatan bir hikaye. “Selvi Boylum”dan bahsedecek olursam, Cahit abi ile Almanya, Belçika ve Hollanda’dan oluşan bir Avrupa turnesine gitmiştik. O zaman Marsis adlı gruba eşlik ediyordum. Turnelerde Cahit abi ile çok sohbet etme imkanımız vardı. Sürekli birlikteydik çok keyifli bir 20 gün geçirmiştik. Sahnede biz konserimizi verirken bir bölümde de Cahit Abi’yi sahneye alıp, birlikte onun eserlerini tulum ve kemençe ile çalıyorduk. Bunlardan biri de “Selvi Boylum Al Yazmalım”dı. Cahit Abi ile sahnede frekanslarmız çok tutmuştu. Bir konser sonrasında sohbet ederken “Ya ajan tulumla birlikte bir şeyler yapalım” dedi. Bir süre sonra Çağatay ile konuştuk “Al Yazmalım”ı yapmaya karar verdik, e hadi derken bir hafta da şarkıyı düzenledik. Tabii önceden Marsis ile sahnede çok çaldığımız için az çok bi fikrimiz vardı. Sonra sevgili dostum Serkan Fidan, Moğollar ile ilgili “Böyle bir proje olacak oraya alalım şarkıyı” dedi, bizde çok sevindik ve Moğollar’a Saygı projesi için Al yazmalım’ı Gormot soundu ile yapmış olduk. Şarkıyı bilgisayar başında düzenlerken, melodinin gücünden çok etkilendim. Film sahneleri gözümün önünden geçip durdu. Yaşadığımız dünyayı düşündüm olanı biteni… Filmdeki ‘Sevgi neydi?’ sözü aklıma geldi, biraz isyan ettim dünyanın şu anki haline. Ama o an dünyayı sevgi kurtaracak, dedim kendi kendime. O vakitlerde eşim oğluma yaklaşık 4 ay kadar hamileydi ve biz sık sık doktor kontrolüne gidiyorduk. Bir seferinde ben de içeri girerek oğlumun anne karnındaki kalp atışlarını kaydettim ve şarkının hikayesini oğlumun kalp sesi ile bütünleştirdim.
Tuluma olan merakınız, tulum çalma ve bu enstrümanı tüm dünyaya tanıtma isteğiniz nereden geldi, nasıl oluştu? Neydi tulum çalarken sizi büyüleyen?
İstanbul’da doğdum, büyüdüm ve sadece yaz tatillerinde köye gidebiliyordum. Bu durum beni köye ve ordaki kültüre duygusal açıdan çok bağladı. Senenin kısa bir döneminde köyde olmamın duygusal durumu, Lazca konuşmamı ve tulum çalmamı sağladı diyebilirim. Tuluma olan merakım birazcık da dedelerimden geliyor. Bir dedem iyi bir kemençe icracısıydı, aynı zamanda yöre müziklerine hakim bir insandı. Diğer dedem ise tulum aşığı bir insandı ve sürekli tulum dinlerdi. Tulum’un tabii ki içimdeki yeri çok başka, müziğin içine girerek çaldığım her seferde hayaller alemine dalıyorum, dedelerim, anneannem, babaannem ile olan anılarıma, okulun yaz tatillerinde köyde geçirdiğim zamanlara, orada yaşadıklarıma dönüyorum… Tulum bilinçsel olarak uzun bir süre, yerel, belli bir kalıpta, sanki bir enstrüman değilmiş hissiyatında kaldı. Ben buna biraz isyan ettim. Tulum bir enstrüman, evet bir bölgede çalınıyor olabilir. Fakat ses sahası elverdiği sürece her müziğin içerisine koyulabilir. Tulumu öğrendikten sonra geliştirmek ve tanıtmak amacıyla neler yapabilirim, dedim. Yurt dışında yaşadığım süre boyunca orda workshop’lar verdim. Bunun yanında gelecek nesillerin bilinçli bir şekilde hem tulumu tanıması hem doğru öğrenmesi adına dünyada ilk olacak tulum metod kitabını yazdım. Çok kısa bir süre içinde yayında olacak. Bir ara acaba başka bir enstrümana mı geçsem diye düşünsem de, çaldığım enstrümanın çok özel olduğunu farkettim. Dedelerimden miras bu enstrümanı hakettiği değere kavuşturma isteği ile elimden gelen her şeyi yapmaya karar verdim.
Gormot ekibinde Çağatay Kadı, Uğur Gülbaharlı, Poyraz Kılıç ve Burak Gürpınar gibi çok kıymetli müzisyenler var. Yollarınız nasıl kesişti, Gormot’un temellerini birlikte atmaya nasıl karar verdiniz?
Grubun ilk üyesi Çağatay Kadı (gitar)… Çağatay ile çok farklı bir hikayemiz var, taa 2006’ya kadar dayanan. İlk tanıdığımda kendisini sahneden izliyordum Çamur diye grupları vardı. Sonra hayat bir şekilde bizi kesiştirdi ve uzun yıllar birlikte müzik yaptık… Sahnede onunla bakışmamız yeterli oluyor çünkü o kadar aynı frekanstayız ki o gitar çaldığında benim tulum çalasım ben tulum çaldığımda onun gitar çalası geliyor, Başkan bir tane! 🙂 Klavyede Hoca; Uğur Gülbaharlı var… Onunla hikayemiz de çok enteresan, 2009 senesi Hayal Kahvesi’nde Derinlik Sarhoşluğu adında bir grubun konserine gittim ve o konserde klavye çalan adama hayran kaldım.. Konser sonu yanına gidip tebrik edip tanışma fırsatını buldum. Aradan 6 sene geçtikten sonra bizim stüdyoda ortak bir ekip ile prova yaparken buldum kendimi. Sonra Yıldız Teknik Üniversitesi’nin konservatuvar sınavları için çok emek verdi birlikte çalıştık ve üniversitede hocam oldu ve şu anda aynı frekansta müzik yapıyoruz.. Bas gitarda Poyraz Kılıç var, onunla da yüz yüze tanışmadan önce bir konserinde izlemiştim içimden “Ya tam kafamdaki basçı herif kamyon gibi çalıyor” demiştim… Sahneden hırçın göründüğüne bakmayın pamuk gibi bir kalbi vardır ve aynı zamanda çok iyi bir aile babasıdır 🙂 Davula gelince en sona sakladım onu 🙂 Burak Gürpınar… Burak Abi’yi Taksim Stüdyo Live Kurban konserinde izlemiştim. Dedim ki “Bu adam kesin Laz ya da Karadenizli, adamın tipi tam bizim orası!” Kanım ısınmıştı ve tabiri caiz ise hayvan gibi çalıyordu aklımın köşesinde yer etmişti bile… Aradan seneler geçti proje için davulcu arıyorum, aslında etrafımda çok iyi davul çalan arkadaşlarım vardı fakat bana pis, kirli bir davulcu gerekti ve aklıma birden Burak Abi geldi. Direkt yazdım ve bodoslama konuya girdim ve sağolsun projeyi sevdi ve davulda yerini aldı.. Kısacası hepimiz müzikal olarak aynı frekanslara sahip olduğumuz için kaynaşmamız ve bir şeyler üretmemiz zor olmadı… Umarım üstüne daha da koyarak devam ederiz.
“PROGRESSIVE ROCK MÜZİĞİN KUZEYDEN GELEN RUHUYUZ”
Karadeniz bize doğanın güzelliğini, sakinliğini, bir yandan da bir anda öfkelenip karanlık olan tarafını gösteren çok özel bir yer… Karadeniz insanı biraz asabi, ama özü sözü bir, gerçekçi ve sevgi dolu tanımlanır. Siz nasıl tanımlarsınız Karadeniz’i ve insanını?
İnsanlar yaşadıkları coğrafyaya benzerler, o coğrafyanın neredeyse tüm özelliklerini ruhlarında barındırırlar. Karadeniz’e baktığınızda inanılmaz bir doğa görürsünüz. Yeşilin binbir tonunda ağaçlar, akarsular, dereler, muhteşem hayvanlar, farklı farklı bitkiler, çiçekler. Kültürel olarak da çok renkli bir coğrafyadır. Tabii bu güzelliklerin yanında iklim şartları çetindir, tarım arazileri hep dik yamaçlardadır, çok fazla konforlu bir yaşam bulamazsınız. Haliyle burda yaşayan insanlar bu zorluklara göğüs gerebilen cesur insanlardır. Ama aynı zamanda da o güzelliklerin tüm sıcaklığını ruhlarında toplayabilmişilerdir. Sıcak, samimi, ve sevgi dolu… Biraz dikineyiz ama güzel insanlarız 🙂
Konserler konusunda ufak ufak heyecanlanmaya başladığımız günlerdeyiz. Ara sıra açık hava konserleri haberleri geliyor, tam anlamıyla bir açıklama yapılmasa da yine de umut ediyoruz tabii.. Gormot’un konser planları ne alemde? Her şarkının ayrı bir görseli olduğunu okumuştuk, şarkılar görsel olarak nasıl tanımlanacak?
Uzun ve biz müzisyenler için oldukça kötü bir pandemi döneminden geçiyoruz ve hala da tamamen bitmiş değil. Fakat buna rağmen ufak ufak da olsa konser haberleri duymak, bizi umutlandırıyor. Gormot olarak, pandeminin ilk başladığı günlerde Moda Sahnesi konseri ile başlangıç yapmak istemiştik. Bunun için yaklaşık üç aylık bir prova süresi geçirmiştik. Ama pandemi başlayınca iptal etmek durumunda kaldık. Şimdi planları biraz değiştirdik ve şarkıları çıkartma kararı aldık. Üçüncü single’dan sonra The Birth albümü için kayıtlara başlayacağız. Bu arada albüm çıkmadan bir lansman konseri verir sonra albüm kaydına mı geçeriz şu anda biraz net değil. Ama şarkıların görselleri hemen hemen hazır gibi. Her şarkının hikayesi farklı ve bu hikayeyi sadece müzikle değil, hikayeyi destekleyici görsellerle de konserlerimizde kullanacağız. Siz görseli ve hikayeyi izlerken biz de sahneden onun müziğini yapacağız gibi bir durum söz konusu olacak.
Karadeniz müziğininin hep kemençeyle yapıldığına dair bir yargı ve totalde de bu müziğe karşı bir önyargı oluyor bazı dinleyicilerde. Belki popüler olan Karadenizli şarkı ve şarkıcılar nedeniyle de oluşabiliyor bu fikir dinleyicide… Gormot’un müziğini sıra dışı kılan nedir sizin gözünüzde? Bu konuda önyargısı olan insanlara ne söylerdiniz?
Kemençe ve tulum Karadeniz bölgesinin enstrümanı olduğu için onlarla yapılan her müzik Karadeniz müziği olarak adlandırılıyor. Fakat kemençe ve tulum ile yapılan her müzik tabii ki de Karadeniz müziği değildir. Karadeniz müziği olabilmesi için, o coğrafyaya, o kültüre, duygusal olarak biraz dokunması gerekiyor. Bu şekilde yapılan çok güzel müzikal örnekler var bunun yanında birçok insana hitap etmeyenler de var tabii ki, dinleyicilerin zevkine göre değişen bir durum. Bir müziği dinlemeden yargıya varmak da doğru değil. Bu tür önyargıları kaldırmak gerek, hele ki müzikten söz ediyorsak. Gormot enstrümanların daha ön planda olduğu az ve öz sözlerin olduğu o sözlerle hikayeyi kısaca anlatıp geri kalanda enstrümanlarla hikayeyi tamamlayan bir müzik yapıyor. Sonsuz bir hayal dünyasını, odak noktasında kısıtlı ses sahası olan bir enstrüman ile anlatmaya çalışmak gerçekten de çok zor ve bir o kadar da enteresan, ama ufkunuzu ve aklınızı açmaya çalışırsanız kendinizi kocaman bir galakside, samanyolunda bulabilirsiniz bizimkisi de biraz o hikâye… Gormot Progressive Rock Müziğinin Kuzeyden gelen Ruhu’dur.
KISA KISA
AYCAN YETER
● Yürüyüş yaparken dinlemeyi en sevdiğim şarkı Led Zeppelin, Kashmir.
● En son izlediğimde beni çok duygulandıran film Selvi Boylum Al Yazmalım.
● Dünya üzerinde en çok görmek istediğim ülkeler, Mısır, Filistin Ortadoğu coğrafyası ile Hindistan, Vietnam, Tayland.
● Pandemi döneminin bana öğrettiği yegane şey sağlık ve sevdiğim insanlar ile daha çok zaman geçirebilmek.
● Bana göre en iyi araba kullanma / yolculuk yapma şarkısı ilk aklıma gelen Pink Floyd-High Hopes diyebilirim ama araba kullanırken dinlemeyi sevdiğim bir çok şarkı var.
● Son dönemde takılı kaldığım album Riverside Love, Fear and the Time Machine albümü olabilir.
● Tekrarlarını izlerken bile sıkılmadığım dizi, Çok tv izleyen biri değilim çok da dizi izlemeye zamanım olmuyor açıkçası ama en son Game of Thrones ve Vikings serisini bitirmiştim epeyi ilgimi çekmişlerdi.
ÇAĞATAY KADI
● Yürüyüş yaparken dinlemeyi en sevdiğim şarkı nerede yürüdüğüme bağlı olarak değişiyor.
● En son izlediğimde beni çok duygulandıran film her seferinde “Big Fish”
● Dünya üzerinde en çok görmek istediğim ülke Sealand.
● Pandemi döneminin bana öğrettiği yegane şey coğrafya kaderdir kaderciliği.
● Bana göre en iyi araba kullanma / yolculuk yapma şarkısı: Road To Hell-Part 2
● Son dönemde takılı kaldığım albüm Vova – Garmi Doç
● Tekrarlarını izlerken bile sıkılmadığım dizi, Artık dizi izlemiyorum ama Şubat’ı tekrar izlesem sıkılmazdım heralde.
POYRAZ KILIÇ
- Yürüyüş yaparken dinlemeyi en sevdiğim şarkı genelde üzerinde çalıştığım parçalar oluyor
● En son izlediğimde beni çok duygulandıran film 1917
● Dünya üzerinde en çok görmek istediğim ülke Tristan de Cunha.
● Pandemi döneminin bana öğrettiği yegane şey müzisyenlerin örgütlenmesi gerektiği
● Bana göre en iyi araba kullanma / yolculuk yapma şarkısı genelde araba kullanırken yeni parçalar keşfetmeye çalışıyorum
● Son dönemde takılı kaldığım albüm Osiris – Myths And Legends
● Tekrarlarını izlerken bile sıkılmadığım dizi yok ama Last Kingdom’u sıkılmadan izlerim diyebilirim.
UĞUR GÜLBAHARLI
- Yürüyüş yaparken dinlemeyi en sevdiğim şarkı Robert Tepper – No Easy Way Out● En son izlediğimde beni çok duygulandıran film hâlâ Çingeneler Zamanı ve Emir Kustirika/ Goran Bregoviç ve Ederlezi diyorum.● Dünya üzerinde en çok görmek istediğim ülke İspanya/ Barcelona● Pandemi döneminin bana öğrettiği yegane şey sabır ve üretmek● Bana göre en iyi araba kullanma / yolculuk yapma şarkısı ZzTop/ La Grange● Son dönemde takılı kaldığım albüm her zaman hiç vazgeçemeyeceğim, The Wall/ Pink Floyd.