Alternatif sahnenin kendine özgü isimlerinden Güneş Özgeç, son single’ı “Düş”ü yayınladı. Sanatçıyı Dergy’e konuk ettik.
Sebla KOÇAN / [email protected]
Hem müziğin hem de “ses”in içinden bir isim, Güneş Özgeç. 7 yaşında seslendirme yapmaya ve TV için şarkılar söylemeye başladı. 11 yaşında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’na girerek keman, viyola ve piyano çalmayı öğrendi. Yıllar içinde dizi, film müzikleri bestelemeye, müzik prodüksiyon da yapmaya başladı. “Kahve”, “Ikaria”, “Sonbahar”, “Güneş Yüzüm” gibi single’lardan sonra son olarak “Düş”ü yayınladı. Özgeç, yaşadığımız topraklarda müzik yapma konusunda “Ne yokluklarda, açlıklarda, savaşların tam ortasında üretimler devam etmiş. Etkilenmemek değil de bir ‘iletici’ olabilmek lazım sanki; hisleri, anları, öyküleri, durumları, isyanları aktarabilmek belki…” diyor. Albüm yapmak için de henüz erken olduğunu, EP için de biraz kararsız olduğunu söylüyor. Güneş Özgeç’le yaptığımız bu hisli ve eğlenceli röportajımıza buradan buyrun…
Yeni şarkınız “Düş”ün aslında yardım isterken her şeyin kendimizde bittiğini fark etmeniz hakkında olduğunu söylüyorsunuz. Peki nasıl bir anda, nasıl bir ruh haliyle kaleme aldınız bu şarkıyı, biraz perde arkasındaki hikâyesini anlatır mısınız bize?
2018 yılında yazmıştım bu şarkıyı, ilk şarkım Kahve’yi kaydetmiş fakat ‘’Ne farkeder ki’’ diye düşünüp yayınlamaktan vazgeçmiştim. Beste yapmayı sürdürüyor, bir yandan grup kurmuş, cover şarkılar çalışıyordum. Özel hayatımdaki dalgalanmaların farkındaydım ama çözüm bulamıyor, nedenini anlayamıyordum. Hayalimdeki hayata bu kadar yaklaşmışken coşkumu paylaşamıyordum. Böyle karmaşık günlerden geçerken diğer şarkılarımdan daha farklı bir biçimde yazmıştım Düş’ü, 1 saat içinde falan bitirmiştim ve elektronik bir sound istediğimi anlamıştım. Henüz hiçbir parçamı yayınlamamış durumdaydım. Düş’le beraber elektronik ögeler barındıran bir sound istediğimi fark edince bunu beraber yapabileceğim birini aramaya koyuldum. Kendi bilgimin yeterli olmayacağından korkuyor, bu konuda daha yetkin biriyle çalışmak istiyordum. O süreçte bir çok insanla buluştum, kimi eski arkadaşım, kimi birilerinin önerisiyle gittiğim müzisyen arkadaşlar, ama kendi kafamdaki yapıya uygun bir buluşma gerçekleştiremedim. Beraber bir üretim süreci hayal ediyordum, ben müzisyenim, süreçte mutlaka olmalıyım diye düşünüp bu şekilde birini bulamayacağımı da anlayınca, şarkılarımı daha iyi bildiğimi düşündüğüm akustik biçimde düzenleyip yayınlamaya karar verdim. Süreçte dört ayrı versiyonu olmuştu Düş’ün, müzisyen arkadaşlarımla yaptıklarım ve kendi yaptığım akustik versiyonum… İlk başta bu durum zorladı beni, her halini seviyor ama yeni bir düzenlem yapmak istiyordum. Sonra oturdum başına ve şarkıyı yazmak ne kadar kolay bir akışta olduysa şu anda dinlediğiniz versiyonunu yapmak da öyle oldu diyebilirim.
Şarkınızda bir de kadın prodüktörler için bir not var. Aslında o kadar az sayıda olduğu için “kadın” diye belirtiliyor olmasının abesliği dikkat çekiyor sahiden. Ama yine de üstüne basmak lazım, bir kadın müzisyen olarak bu sektörde başınıza tatsız olaylar geldi mi, kendinizi nasıl korumayı başarıyorsunuz?
Aslında bu konuyla ilgili benim hikayem başıma bir şey gelmesi üzerinden değil, çünkü zaten kadın olarak başımıza ayrımcılık, küçük görülme ve taciz gelmesi için illa müzisyen olmamıza gerek yok, kadın olmak başlıbaşına yeterli bir şey ve benim bu konuya vurgum da genel algıyla ilgiliydi.
Dünyada kadın prodüktör, ses mühendisi yalnızca yüzde 2’lik bir alanı kaplıyor. Ben kendi hikayemde bu işi yapabilecek bilgiye ve isteğe sahip olduğum halde kendime güvenimi toplamam oldukça zaman aldı ve süreçte kendimi garip çıkmazlara soktum. Belki o çıkmazlar sayesinde kabuğumu yırtmışımdır, tabii yaşanmış her şeye saygım var. Etrafta benim gibi bir sürü kadın olduğunu biliyorum, bunun için yüksek sesle bunları söylüyorum ki onlar da aynı şeyleri yaşamasınlar, özgüvenlerini ve öz saygılarını koruyabilsinler. Bununla ilgili başkalarına cesaret bulaştırmak istiyorum. Daha çok kadın prodüktör, ses mühendisi olsun ki azınlık olmaktan çıkalım ve önümüzdeki bu ‘’kadın’’ sıfatını silebilelim.
Türkiye’de sadece müzisyen değil sıradan biri olabilmek bile çok zor. Ne özgürlükten bahsedebiliriz, ne yaşama sevincinden. Her gün ayrı bir gündemimiz var. Bu topraklarda müzik yapmanın sizin için nasıl bir anlamı var?
Ben yalnız müzik yapmayı biliyorum o yüzden ha bu, ha başka topraklarda varoluşum bu şekilde olacaktır. Sanatla uğraşırken sanatçı dünyevi meselelerden uzaklaşıyor aslında, fakat yapıt ortaya çıktıktan sonra paylaşma sürecinde bulunduğumuz toprakların avantaj ve dezavantajlar ortaya çıkıp sanatçıyı sıkışık hissettirebiliyor ya da günlük yaşam sürecinde zaten sıkışık hisseden sanatçı kaygıların yoğunlaşmasıyla asıl işine odaklanamayabiliyor. Tam şu an bunları yazarken ben de bu durumdayım işte; kaygılı, sıkışık, isteksiz, korkmuş ve çaresiz hislerle dolu.
Bir yandan ne sanatçıların ne biçim dönemlerde oluşturdukları yapıtlarını seneler, asırlar sonra hayranlıkla inceliyoruz. Ne yokluklarda, açlıklarda, savaşların tam ortasında üretimler devam etmiş. Etkilenmemek değil de bir “iletici’’ olabilmek lazım sanki; hisleri, anları, öyküleri, durumları, isyanları aktarabilmek belki…
“KARARLARIM YOLDA ŞEKİL DEĞİŞTİRİYOR”
Arkadaşlarınız sizi nasıl tanımlar? Günlük hayatınızdaki Güneş’i onlar bize nasıl anlatırlar? Sıradan bir gününüz nasıl geçer?
Yumuşak bir tip olduğumu söyleyeceklerdir, genelde dinleyici konumda olmayı severim ama her zaman değil tabii. Doğayı, hayvanları seven, duygusal biriyimdir.
Gün içinde uç duygularda gezer, çok neşelenir, çok hüzünlenirim. Beni az tanıyanlar çok sakin olduğumu, iyi tanıyanlar aslında endişeli bir tip olduğumu bilir. Her güne ‘’muhteşem işler!’’ başarabilecek hevesle başlayıp, sonra işlerin planladığım gibi ilerlememesiyle gelen minik anksiyeteler ve kapanış. İşte sıradan bir günüm.
Konservatuvarlı bir müzisyensiniz, keman, viyola ve piyanoyu küçük yaşlarda öğrendiniz. Klasik müzik orkestralarında ve onlarca köklü müzisyenle sahne aldınız. Bu deneyimler size neler kattı?
Orkestra, koro ve oda müziği sayesinde beraber çalma reflekslerim çok gelişti, benim için beraber müzik yapmak ya da birine eşlik etmek çok kolay ve zevkli, ironik bir şekilde şu an yalnızım ama yalnızlığı da severim doğrusu. Sahnede kendi şarkılarımı çalmada yeni olsam da çok sahne deneyimim oldu, gerçi heyecan açısından bu yepyeni bir seviye. Bu biraz da yapıyla ilgili sanırım, ben hep heyecanlı bir tipimdir. Deneyim, heyecana etki etmese de ani oluşan beklenmedik olaylar karşısında alınacak tavır ve reflekslerde yüzünü gösteriyor sanırım.
Pek çok dizi ve film müziği yaptınız ayrıca seslendirme sanatçısı olarak da çalışıyorsunuz. Bugüne kadar seslendirmekten en keyif aldığınız işiniz hangisi oldu?
Transformers’daki rolümü severek konuşmuştum, bir de şu an aklıma gelen Nickelodeon’da Devekuşu Olive çok tatlı bir animasyondu, baya eğleniyordum.
Fakat en güzel günler TRT’de hücum (kalabalık bir şekilde stüdyoya girdiğimiz) kayıt aldığımız günlerdi. Hep beraber stüdyoya giriyorduk ve o zaman karşılıklı diyaloglar çok daha anlam kazanıyordu. Doğaçlamalar, nidalar hep daha gerçek ve eğlenceli oluyordu. Yanımda hem kişi olarak çok sevdiğim hem de çok yaratıcı bulduğum Oya Küçümen, Onur Kırış gibi isimler olduğunda stüdyo gününün enerjisi de başka oluyordu, o günleri özlüyorum.
Türkiye’de dublaj meselesi eskiden bu yana hem çok iyi olmasıyla hem de bazı seslerin artık o sanatçılarla özdeşleşmesiyle bilinir. Halen de dublajıyla izlemeyi özlediğimiz işler vardır, Muhteşem İkili gibi mesela… Sizin için seslendirme sanatçısı olma süreci nasıl gelişmişti, biraz anlatır mısınız?
Annem seslendirme yönetmeni, o yüzden ben çok küçük yaşta başladım bu işe. Şimdi yüksek bütçeli projelerde çocukları çocuklara konuşturuyorlar ama benim başladığım dönemde daha çok yetişkinler konuşuyordu çocukları. Seslendirme yaparken bir prova süreci vs olmuyor, teksti alır almaz kayda giriyorsunuz ve garip bir refleks gelişiyor bu işi yaparken; daha önce bilmediğiniz birini, ilk kez okuduğunuz cümleleri, o an izleyerek oyuncunun ağzına göre senkron yapıyorsunuz. Çevremde birçok arkadaşım kendi de yapmak istediğini, merak ettiğini söyler bana, ben de hep anlatmaya çalışırım o kadar kolay bir iş olmadığını; yapamazsın anlamında değil tabii ki, sadece öğrenmenin ciddi bir zaman alacağından bahsederim. Genelde ‘’Sesim güzel, diksiyonum iyi, neden ben de seslendirme yapmayayım’’ diye bir düşünce oluyor, halbuki her işin kendine has incelikleri var ve bunları öğrenmek zaman ve emek ister. Tüm işler böyledir zaten; evde çok güzel yemek yapmakla aşçı olmak arasındaki fark gibi…
Çocuklarla çalışmak ise daha zahmetli, günümüzde de özel projelerde ve sinema filmlerinde çocukları çocuklar konuşuyor ve ben böylesini çok beğeniyorum.
Ben küçükken meslektaşlarımı ve annemi zorluyor muydum acaba, bu konuyu onlara sormak lazım!
Bugüne kadar “Düş”ün yanı sıra “Güneş Yüzüm,” “Sonbahar”, “Kahve” gibi pek çok single’ınız yayınlandı. Artık pek çok sanatçı albüm yapmak yerine iki bölümlük EP’ler ya da single’ları tercih ediyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz, 2022 için planlarınız neler?
Albüm fikri çok hoş ama şu an bana biraz daha zamanım var gibi geliyor, hele de şarkılarımın her şeyiyle kendim uğraştığım ve bir şarkı için bile harcadığım emek ve zaman düşünüldüğünde bir albüm yapacağım dersem kendi girdiğim sorumluluğun altında ezilmekten korkuyorum ama belki bir EP düşünebilirim, bu fikir şu an bana çok daha yakın geliyor. Fakat kararlarım sürekli değişiyor bu konuyla ilgili. Zaten genel olarak kararlarıyla ilerleyen biri olduğumu düşünmüyorum ama bir yandan çevremdekiler gayet kararlı biri olduğumu da söyler. Yolda şekil değiştiriyor kararlarım ya da karar vermek için o kadar çaba sarfediyorum ki en sonunda bir dala tutunuyorum belki. Şu sorunun yanıtına bile karar verememişken ‘’Kısa Kısa’’ bölümünde tek kelime ile yanıt hakkım beni şimdiden endişelendirdi!
KISA KISA
- Salgın sürecinin bana olan etkisi sıkışmışlık ve bu dönemden öğrendiğim şey aslında her zaman bildiğim ama mahalle baskısıyla çevremdekilere uyumlandığım ‘’tasarruf’’
- Bundan sonra sadece tek bir albüm dinleme hakkın var deseler, seçeceğim albüm seçmesi çok zor olsa da, anılardan ötürü sanırım Michael Jackson’ın Dangerous albümü olurdu.
- Bana göre gelmiş geçmiş en iyi film soundtrack’i Pulp Fiction.
- Ne zaman ekran karşısına geçsem, hiç düşünmeden izlediğim dizi Seinfeld.
- Son zamanlarda beni en çok etkileyen kitap İhsan Oktay Anar’ın tüm romanları
- Stilinden en çok etkilendiğim müzisyen Aurora.