60 yılı aşkın süredir; hikayelere, filmlere, müziklere konu olan “gurbet” mevzusunun müzikli özetine birlikte kulak vermek için hadi gelin Almanya’ya uçalım, yazının sonundaki röportajlarla Almanya’daki gurbetçi müziğine kısa bir bakış atalım.
Batıkan BAKSI / [email protected]
Almanya’ya ilk tren kalkıyor…
30 Ekim 1961 yılında imzalanan Almanya-Türkiye İşgücü Antlaşması’ndan sonra Sirkeci’den kalkan ilk tren ile birlikte tarihte yepyeni bir sayfa açıldı. 62 yıl kadar önce Türkiye’den türlü hayallerle gurbete gitmeye başlayan; daha sonra da eşini, dostunu, ailesini Almanya’ya taşıyan göçmen işçiler kültürlerini de yanlarında götürdüler. Tabii ki taşınan bu kültür, ülkesinden binlerce kilometre uzaktaki Türk işçilerin sığındığı en büyük liman oldu. Dertlerini, sevinçlerini, özlemlerini, gurbet acısını orada söyledikleri ve dinledikleri şarkılarla paylaşan Türk gastarbeiter’lar (Almanca: Konuk işçi) kısa süre içerisinde Almanya’da görmezden gelinemeyecek şekilde büyük bir kültürel alan inşa etti. Bu, şüphesiz ki çok önemli de bir alışverişin başlangıcıydı. (Öyle ki günümüz Almanya’sında Türk müziği eğitimi veren bir konservatuvar bile var.) Özellikle batılılaşma sürecinden itibaren Avrupa kültürüne öykünen Türk kültürü, ilk defa kendi alışkanlıklarını ve sanatını Batı’ya kaydırma fırsatı yakalamıştı. Üstelik göçmenler bunu İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yeniden küllerinden doğmaya çalışan ve bunun için de yabancı işçilerin emek gücüne ihtiyaç duyan Almanya’da yapacaktı.
Türkiye’den Almanya’ya göçen ilk gastarbeiter’lar, tabii ki bugün alışık olduğumuz gurbetçi profilinden çok farklı bir profile sahipti. Onların hayali birkaç sene Almanya’da kalmak, ardından birikimleriyle birlikte ülkelerine geri dönmekti. Ancak bu, hayalde kaldı; dönebilenler döndü. Dönemeyenlerin ise 3. kuşak torunları bugün Almanya’da yaşamaya devam ediyor. Bu durum sosyolojik bir mesele olsa da Almanya’daki Türkler, Cem Karaca’nın 1987 çıkışlı “Merhaba Gençler ve Her Zaman Genç Kalanlar” albümünde yer alan ‘Almancılar’ şarkısında geçen “Canım memleket bize Almancı diyor.” sözündeki gibi kendi ülkesinin insanları tarafından “Almancı” olarak anıldılar. Almanya’da ise zaman zaman ötekileştirmelere maruz kalan Türk göçmen aileler ister istemez arafta bir yerde konumlandılar. Almanya’daki Türklerin nüfusunun 3 milyonu aştığını düşünecek olursak, yıllar önce göçüp binbir türlü zorlukla kendi komünlerini kurmuş bir topluluğun da müziğiyle nasıl önemli bir yere sahip olacağını tahmin etmek zor değil. 2022’nin Eylül ayında sinemalarda gösterime giren (Ayrıca 29 Nisan itibarıyla MUBİ’de de gösterime giriyor.) Cem Kaya’nın çektiği “Aşk, Mark ve Ölüm” belgeseliyle birlikte yeniden hatırladığımız Almanya’daki Türk müziğine gelin birlikte kısa bir bakış atalım.
“Affedersin, çüş diyorlar!”
Almanya yoluna düşen ilk işçi kafilesi; tamamen kendisine yabancı bir kültürün içinde özellikle fabrika işçisi olarak gece gündüz çalışırken genel olarak Almanlardan izole bir yaşam sürdürüyordu. Bu sebeple özellikle ilk göçün ardından çıkan şarkılara baktığımızda önemli bir entegrasyon sorununun yaşandığını görüyoruz. Almanya’daki göçmenlerin, günlük yaşamda gördüğü ve duyduğu şeyleri yadsıması, kimi zaman espirili kimi zamansa iğneleyici şekilde şarkılara yansımış. Ford fabrikasında çalışan Aşık Metin Türköz’ün o dönem söylediği şarkılar da buna en güzel örneklerden biri. Almanya’yı tanıttığı ‘Almanya’da Neler Var?’ şarkısında da kendi gözünden bir Almanya resmi çizen Türköz, o dönemki göçmenlerin Alman kültürünü ne kadar garipsediğini de gözler önüne seriyor.
Türk plak firmaları Almanya pazarında!
1960’ların ortalarından itibaren Almanya’daki Türk nüfusu artmaya başlayıp, gurbetçilerin sesini dile getiren şarkılar kaydedilmeye başlayınca buna kayıtsız kalmayan müzik insanları yavaş yavaş plak firmalarını da hayata geçirmişti. 1964 yılında Köln’de Yılmaz Asöcal tarafından açılan Türküola, Almanya’daki Türklere plaklar basmaya başlamış; 1973 yılında da Türkiye’de çok bilinen bir müzik firması haline gelmişti. Daha çok arabesk ile özdeşleşen, Tahir Minareci’nin kurduğu Minareci Videola firması Almanya’yı kasıp kavururken; 1974 yılında Muammer ve Yavuz Uzelli tarafından Frankfurt’ta kurulan Uzelli de Almanya’daki Türklerin en önemli plak firmalarından biri olmuştu. Bu gelişmeler Almanya’da o kadar geniş bir alana yayılmıştı ki Türklerin Almanya’da en çok yaptığı işlerden birisi de kaset dükkanı işletmeciliği olmuştu.
“Köln Bülbülü” Yüksel Özkasap rekorlar kırıyor…
Türkiye’den Almanya’ya 1966 yılında işçi olarak giden Yüksel Özkasap, büyük bir şans eseri olarak sesinin güzelliğini konser için gelen Ali Ekber Çiçek’e dinletmiş ve akabinde bir anda kendisini sahnelerde bulmuş. Yılmaz Asöcal ile evlendikten sonra yanık sesiyle Almanya’daki işçilerin sığınacağı şarkılar söyleyip yükselişine devam eden Özkasap, “Köln Bülbülü” olarak isimlendirilmiş ve 10 sene gibi bir sürede 3 milyonluk bir plak & kaset satışına imza atmış. Dünya tarafından da tanınan sanatçı Cannes’da longplay ödülü bile almış.
Türklerin sosyalleşme alanları: Düğünler ve işçi moral konserleri
1973 ile birlikte Almanya’ya yeni işçi göçünün durdurulması üzerine yavaş yavaş oradaki yerlerini kalıcı hale getiren ve konumları gastarbeiter’dan “yabancı vatandaş”a evrilen Türkler; kültürel köklerini de Almanya’ya salmaya başlamıştı. Türkler artık yaşamlarını sadece kendi içlerinde sürdürmüyor Alman toplumuyla da daha sıkı bir ilişki içinde yaşıyordu. Türklere özel açılan eğlence yerleri, ticarethaneler, gazinolar da Türk kültürünün yansıtılması açısından oldukça önemli bir işlev görüyordu. Yeni neslin de büyüyüp evlenecek yaşa gelmesiyle birlikte düğünlerin de gerçekleştiği Almanya’da bu etkinlikler, Türk müziğinin yayılması için biçilmiş kaftandı. Aynı zamanda orada yaşayan Türk işçilerin moral bulması için Türkiye ve Almanya’daki organizatörlerin Türk sanatçılara Almanya’da konser verdirmesi de sosyal etkileşimi arttırıyordu.
Cem Karaca ve Neşet Ertaş, Almanya’da!
Türkiye’den Almanya’ya giden, orada müzik yapan çok fazla Türk sanatçı olsa da iki kişinin Almanya yılları, diğerlerine göre daha ön plana çıkıyor. İlk olarak 1979 yılında geçirdiği rahatsızlıktan dolayı tedavi olmak için Almanya’ya giden Neşet Ertaş, Türkiye’ye geri dönmeyerek orada kalır ve yoğunluğu Türk esnaf olan “Türkischer Basar”da bir saz dükkanı açar. Aynı zamanda “Neşet Ertaş Orkestrası” ile düğün ve diğer etkinliklerde sahne alan Ertaş, 2000’lerin başlarına kadar Almanya’da yaşar. Cem Karaca’nın hikayesi ise daha hüzünlüdür. 1980 Askeri Darbesi’nin ardından vatandaşlıktan çıkarılan Karaca, 1987 yılına kadar Almanya’da haymatlos olarak yaşar ve orada “Die Kanaken” albümüyle özellikle Türk göçmenlerin yaşadığı sorunları ustalıkla dile getirir.
Akbaba İkilisi mi yoksa Derdiyoklar mı?
1980’lerle birlikte Almanya’ya damga vuran bazı topluluklar kendisini sahnelerde göstermeye başladı. Halk müziğini dönemin meşhur disko tarzıyla harmanlayıp etnik kıyafetler giyerek ve agresif melodilerle sahneye uyarlayan Derdiyoklar İkilisi, Almanya’daki müzikal değişimin en önemli örneklerinden biri. Özellikle Türk düğünlerinde sahne alan ve çaldıklarıyla büyük ilgi toplayan Derdiyoklar, aynı zamanda şarkı sözlerinde taşlama da barındırmasıyla oradaki göçmenlerin de sesini duyurmuşlardı. Derdiyoklar ile aşağı yukarı aynı dönem ortaya çıkan Akbaba İkilisi de yine Almanya’da müzikal çalışmalarını sürdürürken Derdiyoklar ile de çok kez karşılaştırılmış ve iki topluluğun da aynı gelenekten beslendiği düşünülmüştü.
Hip-Hop ateşi Kreuzberg sokaklarında!
Hiç şüphesiz ki Almanya’da Türkçe Rap denildiği vakit hep bir ağızdan tek bir yerin ismini söylüyoruz, orası da Kreuzberg. Özellikle 90’ların ilk yıllarında Almanya’da başlayan aşırı sağ ve ırkçı faaliyetler bölgede yaşayan göçmenler için büyük bir tehlike arz etmeye başlamıştı. Sokakta meydana gelen çatışmalar ve çete kavgaları iyice ayyuka çıkmaya başladığında, kaldırımlardaki bu isyan dönemin topluluklarına da yansımıştı. 1980’lerin ortasında Boe B tarafından kurulan ve sonradan Killa Hakan’ın da katıldığı İslamic Force, 1993 yılında Alper Ağa ve Kabus Kerim tarafından kurulan Karakan, 1995 yılında Karakan, Erci-E ve Cinai Şebeke’nin birleşmesiyle sesini Türkiye’ye kadar duyuran ve MTV Avrupa Müzik Ödülü’ne aday olacak kadar geniş kitlelere yayılan Cartel gibi grupların yanında Fuat, Kool Savas, Eko Fresh gibi isimler de 90’lı yıllarda Almanya’daki hip-hop’un gelişiminde büyük rol oynamışlardı.
4 SORU 2 GÖRÜŞ…
Elbette 62 yıllık köklü bir süreci kısa bir yazıyla anlatmak mümkün değil. Bu yüzden ben bu dosyada Almanya’daki Türk müziğini farklı görüşlerden de aktarmak istiyorum. Bunun için gazeteci ve belgesel yönetmeni Müjde Yazıcı Ergin ile “Aşk, Mark ve Ölüm”ün yönetmeni Cem Kaya’ya 4 soru sordum, konu hakkındaki görüşlerini aldım.
Almanya’da ilk başta görmezden gelinen ve özellikle “gurbet acısını” dile getiren bir alt kültür müziği olan Türk müziği, ne oldu da Almanya’nın ana akımına kadar yerleşebildi ve farklı müzik tarzlarına evrildi?
MYE: Tüm süreç tek cümleyle anlatılabilse de temelde 62 yıllık bir zaman diliminden bahsediyoruz ve “ne oldu da” sorusunun cevabı bu nedenle tamamen en özet şekilde zamanla açıklanabilir: Zaman geçti, dünya değişti. Globalleşen dünyada halkların birbirini yeni yeni tanımaya başladığı ve teknolojinin bugüne oranla oldukça kısıtlı olduğu zamanlardan günümüze kadar yaklaşımlar, zihniyetler değişti, gelişti veya dönüştü. Alman dinleyicisinin kulağı da ülke sınırları içinde dinlenen bu müziğe alıştı ve Alman müzik endüstrisi de oluşan pastayı görmezden gel(e)medi.
CK: Gurbetçilerin sayısı büyüdükçe ihtiyaçları da arttı. Almanya artık bir göç ülkesi olmuştu. Böylece müzik sektörü için de ciddi bir piyasa doğdu. Çünkü artık bayramlar, sünnetler, nişanlar, düğünler Almanya’da kutlanıyordu. Müzikal değişim, ikinci ve üçüncü neslin kendine bir ifade biçimi aramasıyla başladı. Anneleri ve babalarının müziği olan Türk Sanat Müziği, halk müziği ve arabesk; gençlerin dertlerine derman olamadı. Türkçe, Kürtçe ve Almanca hip-hop gibi farklı türlere yöneldiler.
Türkiye’den Almanya’ya doğru yaşanan ilk göçün akabinde oraya giden Türkler hemen müzikal faaliyetlerine başladılar mı? Yoksa oradaki yerlerinin kalıcı olduğunu fark ettiklerinde mi daha etkin bir müzik yapmaya başladılar?
MYE: Göçün ilk zamanlarında hep bir gün memlekete dönülecek anlayışı vardı. Almanya’ya giden işçilere “Gastarbeiter” yani “misafir işçi” deniyordu. Misafir bir gün evine döner; yani ilk zamanlar kalıcılık esas değildi. Hatta teşvik parası ödenerek dönüş yapılmaya motive ediliyordu işçiler. Müzik yapmaya başlamalarına engel veya sebep olan etkenler ikamet etme süreleriyle ilgili değildi. Dönemin şartlarında müzik yapmak için bir araya gelmek de zordu, kendi dilinde yabancı bir ülkede şarkı söylemek de.
CK: Almanya’ya tren yolculuğunda başlıyor müzikal faaliyetler. Yol boyu amatör aşıklar bağlama çalıp şarkı söylüyorlar. Bu, işçi lojmanlarında devam ediyor. Göçmen işçilerden sorumlu olan Arbeiterwohlfahrt isminde Alman kurum 60’lı yıllarda konserler düzenliyor. Metin Türköz ve Yüksel Özkasap gibi sanatçılar 60’lı yılların ortalarında Türküola plak şirketinin Köln’de kurulmasıyla ünleniyorlar.
Almanya’daki Türk müziğini periyodik dönemlere ayırmak mümkün mü? Ve bu dönemlerin oluşmasında en önemli kırılma noktaları nelerdi?
MYE: Almanya’daki Türk müziğini; teknolojinin gelişmesi, müzisyenlerin müziklerini paylaşma şekillerinin değişmesi, buna bağlı olarak dinleyici hareketlerinin değişmesi, Türk popülasyonun artması gibi etkenler üzerinden kaba hatlarıyla belirli periyotlara ayırabiliriz. Günümüzde Almanya’da Türkçe yayın yapan radyolar mevcut. Bugün Berlin Operası’nda önemli pozisyonlarda Türk sanatçılar yer buluyor. Bu her alanda iç içe olma durumu pek tabii ki kültürler arası entegrasyonu da büyük ölçüde etkiliyor. Özetle, kırılma noktaları tek bir olayla anlatılamayacak kadar toplumsal geçiş süreçlerine bağlı olarak gelişiyor.
CK: 1973 senesi müzik piyasası için önemli bir sene. 1982 senesinde vize zorunluluğu getirildikten sonra Almanya’da düğün piyasası canlanıyor. Eskiden Türkiye’de evlenler eşlerini Almanya’ya problemsiz getirebiliyorlardı. Vize zorunluluğu sonrası büyük bürokratik engeller doğdu. Almanya’da ikinci nesil de büyümüştü, ve böylece aralarında evlenmeye başladılar. Bu da düğünlerin artmasına ve müzisyenlerin gittikçe düğünlerde çalmasına sebep oldu. Düğünlerde çalınan müziklerin tarzı zamanla değişti. Müzisyenler Almanya’daki müzik fuarları sayesinde endüstrideki teknolojik gelişmelerden daha önce haberdar oluyorlardı ve bu teknolojilere ulaşım daha kolaydı. Böylece geleneksel melodileri farklı yorumlamaya başladılar. 90’larda Almanya’ların birleşmesi sonrası zirve yapan yabancılara karşı saldırılar, zaten 80’li yıllarda gelişmekte olan hiphop müziğinin daha da sivrilmesine neden oldu.
Almanya’da gelişen Türk müziğinde karşılıklı bir etkileşim söz konusu oldu mu? Almanların yaptığı müzikle Türklerin yaptığı müzikler birbirine entegre oldu diyebilir miyiz?
MYE: Karşılıklı bir etkileşim olduğu kuşkusuz fakat Almanların yaptığı müzikle Türklerin yaptığı müzik entegre olmadı. Bunu söylemek çok zor. Almanya’da 2000 sonrası doğan gençler Almanca-Türkçe karışımı şarkılarıyla bugün dijital platformlarda popüler oldular. Bu, tüm Alman müzik dinleyicisini temsil etmiyor. Dönem dönem popüler olan işler oluyor ve toplumların müzik tarihlerini incelerken önemli noktalar da popüler müzik sahnesinin yanıltıcı rakamlarından, ışıltısından bağımsız düşünmek gerekiyor.
CK: Etkileşimler elbette oldu ama birbirlerine yavaş yavaş entegre olmaları yeni bir gelişme, o da popüler müziğin internetle beraber global seviyede etkileşim içinde olması ile alakalı. Tarkan, Özcan Deniz, Rafet El Roman, Mustafa Sandal, İsmail YK ya da Belçika’dan Hadise gibi Avrupa’da yetişen müzisyenler Türkiye’de ünlendi, o ayrı bir konu. Sezen Aksu ve Alman rock’çı Udo Lindenberg düet yaptılar. Cem Karaca, Apaşlar döneminde FerdyKlein Orkestrası ile “Die Kanaken” albümünde ise Alman söz yazarları ile beraber çalıştı. 90’lı yıllarda ‘Ben Sizin Babanızım’ şarkısıyla Türkiye’de ses getiren Barbaros Hayrettin, Neue Deutsche Welle (Yeni Alman Dalgası) türünü Türk pop’una uyarladı. Muhabbet, 2000’li yıllarda RnBesk ismini verdiği Almanca sözlü bir tür geliştirdi. Günümüzde popüler müzik zaten o kadar global bir tür ki, kim kimi nasıl etkiledi işin içinden çıkamıyorsunuz.