
Bağımsız müziğin sahadaki en üretken figürlerinden biri Hakan Tamar; 33 yıllık radyoculuk geçmişi, Tamar Records çatısı altında yayımladığı sayısız EP, albüm, single ve şimdi de “yeni dalga” mottosuyla yola çıkan Radyo Modart’la yine alternatif müzik sahnesine yön veriyor. Modart’ın sadece bir yayın platformu değil, aynı zamanda bir yaşam alanı, bir hafıza ve bir duruş olarak kurgulandığı bu yeni dönemde Tamar’la hem Radyo Modart’ın doğuşunu hem de Türkiye’de bağımsız müziğin geçirdiği dönüşümü konuştuk.
İlk olarak bence bugünlerdeki en heyecanlı olaylardan biri olan Radyo Modart ile başlamak istiyorum ben. Radyo Modart’ın fikri nasıl ortaya çıktı ve bu radyonun artık bir ihtiyaç hâline geldiğini ilk ne zaman hissettiniz?
Aslında bu çok eski bir mevzu. Ben zaten epey uzun zamandır bu tip müziklerle ilgilendiğim için her zaman kafamın içerisinde “Bunların radyosu nasıl olur?” sorusunu taşıyordum. Bunun daha ciddi bir hâle gelmesi de takribi olarak 4-5 seneyi buluyor. Benim mesleğim zaten radyoculuk ve radyoculukla ilgili gördüğüm bazı olumsuzluklar beni bunu yapma konusunda tetikledi. Mesleğiyle yaşayabilmek ve kendi radyosu olsun isteyen bir radyocuyum. Nitekim bu doğrultuda harekete geçtim. Önemli bir radyocu arkadaşıma telefon ettim bir gün ve bu düşüncemi paylaştım. Buluştuk, bugünkü yapıya dair bir bilgi güncellemesi yaptık ve “Neden bunu yapmıyoruz?” sorusu ortaya atılınca direksiyonu da o tarafa kırdık. Tabii böyle şeylere hemen kalkışamıyorsun biraz düşünmek de gerekiyor neler olacağına dair. Aslında iki yaz önce de Tayfun ile (Polat) Datça’da buluşmuştuk, heyecanla bu projeyi anlatmıştım ona. Tayfun, zaten bağımsız müzikle ilgili çok önemli bir figür, sen de biliyorsun. Alanda tecrübesi, uzun soluklu radyo programları ve kitabı var. Kendisini de bu olaya adamış birisi. Biz bunu konuştuktan 5-6 gün kadar sonra beni aradı ve buluştuğumuzdan beri bunu düşündüğünü, bu işte beraber olmak istediğini söyledi. Ben de bu kadar profesyonel bir meslektaşımdan, yakın bir arkadaşımdan bu dönüşü aldığım için çok gurur duydum elbette.
Radyo Modart’ın mottosu “yeni dalga”. Mottonun altını ve radyonun adını biraz açalım mı? Bu yeni dalga tam olarak nereden gelip nereye gidiyor ya da gitmek istiyor?
Radyonun adının Modart olması benim Mod programının adıyla bağlantılı. Aslında Mod olsun diye de konuşuldu başta ama bize ait bir şey olsun istedim açıkçası. Merkezimiz de Moda’da zaten; art ile birleştirip adının Modart olması daha iyi olur diye düşündüm. Yurt dışında pop-art radyo da denilen, aynı zamanda yaşam alanı olan ve vitrin görevi de görecek bir duruma getirdik hikâyeyi. Yeni dalga mevzusu biraz daha farklı tabii. Esin kaynağı “NDW-Neue Deutsche Welle” tanımı. 1970’lerin sonlarındaki bu akımdan ilham aldık. Bu durumun bu motto ile en doğru şekilde ifade edilebileceğini düşündük. Ülke müziğinde literatüre de geçmesini istiyoruz ve NDW’deki gibi sadece belli türleri de benimsemiyoruz. Her şeyi katıyoruz içine; rap de var metal de, caz da, post-punk da… Bu radyonun Türkçe müzik çaldığını, Türk müzisyenleri merkezine aldığını henüz o kadar da fark etmedi insanlar; bunu da iyi anlatıp vurgulamamız lazım.

Türkiye’de ya da dünyada hâlâ radyodan şarkı keşfetmenin anlamı ne? Radyo hâlâ önceden olduğu gibi bu görevini yerine getiriyor mu?
Pek çoğu getirmiyor ama bu benim hoşuma da gidiyor bir yandan çünkü burada gerçek programcının değeri ortaya çıkıyor. Neticede bir dinleyici, her şeyin bu kadar hızlı tüketildiği bu zamanda hayattan bir saatini ayırıyor ve o bir saatte bir şeyler alabilmek istiyor. Bunu da ancak iyi bir programcı sağlayabilir; hayatını buna adamış, birikimini kendi süzgecinden geçirebilen… Biz gençken MTV’nin “Alternative Nation”ını açıp, defterleri hazırlayıp şarkılar öğrenirdik. Şimdi zaten ülkedeki radyoculuğun durumu da malum, radyocu da yetişmiyor. Mesela bu topraklarda çok güzel müzikler yapılıyor, konserler veriliyor ama mekân dolduran bu insanlar neden radyolarda çalınmıyor? Modart bunların hepsini insanlara tanıtacak diye düşünüyorum.
Dijital çağda platformların listelerinin, algoritmalarının arasında bağımsız bir radyonun varlığı neden önemli?
Neden önemli biliyor musun? Mesela Digital Audio Broadcasting’ten bahsediyoruz, yurt dışında pek çok araba bu sistemle üretiliyor artık. Bu durumda da sen FM’deki radyolara mecbur kalmayacaksın, istediğini istediğin zaman dinleyebileceğin bir konuma geleceksin. Alanında uzman bir radyo da böyle bir senaryoda ön plana çıkacaktır diye düşünüyorum. Hoşuma giden de bu zaten. Bir programcının önem kazanması ve bir konuda uzmanlaşmış bir radyonun ön plana çıkması. Bir de biz sadece radyo ile sınırlı kalmayacağız. “2025 yılında radyo kurmak acaba çok mu romantik veya çağın gerisinde bir hareket?” diye düşündüğüm de oldu ama bunu farklı ortamlarla şekillendirirsen bir yaşam stiline çevirirsin. Mesela alanda da olacağız, konserler düzenleyeceğiz ve bu konserleri görüntülü olarak da insanlara ulaştıracağız. Dinleyicilerden her hafta, aynı saatte radyonun başında olmasını da bekleyemezsiniz tabii ki bu devirde. Bunun için de çeşitli platformlarda ve podcast formatında da programları kalıcı şekilde insanlığa sunmayı, arşivlemeyi, böylece zamanın ruhunu belgelemeyi düşünüyoruz.
Bir de tabii Radyo Modart konusunda Tayfun Polat ile olan iş birliğiniz var. Aranızdaki iş bölümü ve farklı bakış açıları nasıl bir kimya yarattı radyonun akışında? Modart’ın yayın politikasını hazırlarken nelere dikkat ettiniz?
Birlikte bir duruma kalkışan insanların birbirine karşı anlayışlı olabilmesi gerekiyor; mesleki olarak da insan olarak da bir yoldaşlık var. Bu da hâliyle çok olumlu yansıyor radyoya. Tayfun, zaten hayatını buna adamış; benim çok dahil olmadığım müzik türlerinde de çok faal ve bu benim için çok besleyici. İnsanın insana faydası var, bu çok net. Zaten herkesin tek başına her şeye yetişmesini beklememek gerek, bu mümkün değil. Mesela daha radyo açılmamışken bir önceki yaz çok sağlam bir mesai yaptık biz onunla. Özellikle son 10 yılı baz alarak, birer müzikolog hüviyetinde çalıştık ve arşivlerimizi birleştirdik. Çok kıymetli bir şey yaptığımızı fark ettik sonra hepsi bir araya gelince… Alanında profesyonel insanlar olarak prodüksiyon aşamasını, budamaları, tasnifleri yapmak biraz sürdü ama ortaya gerçekten kıymetli bir şey çıktı. Akışımızın içine değişik türlere ya da modlara göre kuşaklar yerleştirdik. Böylece kompakt olarak da çeşitli tür ve hâllere de nacizane yer vermiş olduk (Caz, elektronik, easy listening denilenler, yüksek modlar, gece modu, metal kuşağı vs).
Bugün bağımsız ve alt kültür müziğinden bahsettiğimizde aklımıza gelen ilk etiketlerden birisi de Tamar Records tabii ki. Bağımsız olarak ayakta kalmanın ne kadar zor olduğunu bildiğimiz bir sektörde altı yılı devirdi Tamar Records. İlk adımı atarken aklında nasıl bir “bağımsız müzik” anlayışı vardı?
Yıllardır bu sahnenin tam ortasındayım, burada üretilen müziklere dair radyo programları yapıyorum. Bu müziği üreten kişilerle de devamlı iletişim hâlindeyim. Sosyal çevrem de bu insanlarla dolu. O da radyoya benzer şekilde, başlangıcından birkaç sene önce aklımda olan bir şeydi. Ama bu tür organizasyonların hayata geçmesi de pek çok dinamikle alakalı. Bazen o zarın da senden yana gelmesi gerekiyor. Ben de bir noktada gözümü karattım ve bu mevzuyu başlattım, Lin Pesto’ya da özel bir teşekkür borçluyum başlangıç aşamasında. Özetlemem gerekirse pek çok meslektaşımla ilk aşamalarda fikir alışverişinde bulundum tabii, mevzunun nasıl bir matematiği olduğunu öğrendim ve ardından hikâyeye dalmaya karar verdim. Zaman içerisinde bana iyi hissettiren benim anlatmam yerine Tamar Records’ın artık kendi kendini anlatabiliyor olması, artık çok güzel bir çekim merkezi hâlinde olduğunu gösteriyor ve gelinen bu noktadan gurur duyuyorum, 180’e yakın yayınladığımız iş var; EP, albüm ya da single şeklinde. Eklektik bir plak şirketi olmasını istemiştim, nitekim öyle. Ayrıca bu bir misyon benim için. “Bu işler böyle de yapılabilir”i göstermeye çalıştık ve hepsi de ortak bir hareketin parçası aslında.
Sence Türkiye’deki bağımsız müzik nasıl bir dönüşüm geçirdi? Sonuçta bağımsız müzik bir şekilde hep vardı ama bunu bir komünite olarak lanse etmek zordu; şimdi derneğine kadar açıldı. Bu dönüşümü nasıl görüyorsun?
Sağlıklı bir kıyaslama yapabilmek için başlangıç noktasına veya ne zaman bir harekete başladığına ve bugün geldiği yere bakmak gerekiyor. 2000’ler sonrasını baz alırsak… Pek çok bağımsız plak şirketinin kurulması, teknolojinin geldiği nokta, herkesin bireysel çabalarla üretim yapabilir imkânlara gelmesi gibi tetikleyici de olan bazı unsurlar var. Dünya zaten küçüldü, internet aracılığıyla farklı farklı ülkelerin farklı türlerindeki tüm müziklerine kolayca ulaşabiliyorsun. Bunlar da müzisyenlerin yaptıklarını etkiliyor sonuçta. Bu tür etkenler, hızlı bir gelişimi de beraberinde getirdi ve yansımalarını da bugün yaşıyoruz doğal olarak. Bu süreçte doğal bir seleksiyondan da bahsetmek mümkün; ayakta kalabilen kalıyor. Bu coğrafyada her zaman pek çok güzel çiçek açıyor, bu da durumların içindeki herkes için beraberinde büyük bir sorumluluk da getiriyor. Bağımsız hareket içerisinde büyük bir inançla ilerleyen çok arkadaşımız var ve onlar harekete geçmezse zaten bir şey olmayacağının da farkındalar. Bu işin ekonomik karşılığı biraz daha adil hâle geldiğinde insanların, daha rahat şartlarda yaşayacakları ve müzik yapacakları da net.

Bağımsız müzik aslında biraz da yeraltı kültürüyle ilişkilendirilebilir. Sonuçta protest de bir duruşu var piyasaya karşı. Ancak bugünün yeraltı müziği bana göre geçmiş örneklere göre farklı. Sence 90’ların alt kültürleriyle bugünün alt kültürleri arasında sizce nasıl farklar var?
90’lardaki çok daha kapalı devre bir alt kültür zaten. Çeşitli bölgelerle sınırlanan ve bu bölgelerin de birbirini pek sevmediği alt kültürler var o dönemde. Türler arasında çatışmalar da var. Şimdiki düzlemde daha farklı olduğunu görüyorum. Birbirleriyle daha fazla iletişim kurma şansına sahipler. Bu da alt kültürler arasındaki iletişimin kısmen daha efektif bir hâle dönüşmesine sebep oluyor. Yine de eskiden daha organikti bir şeyler, şimdi her şey çok kolay gibi duruyor fakat çok daha çabuk tüketiliyor.
Biraz da dijitalleşmeye girmek istiyorum şimdi. Dijitalleşme bağımsız müziğe gerçekten alan açtı mı, yoksa başka bir bağımlılık yarattı mı? Üretim biçimlerini de aslında kökten değiştirdi bakınca. Eskiden birisi iki sene albüm yapmadan yaşayabiliyordu ama bugün 15 günde bir single çıkarmak zorunda mesela. Buna nasıl bakmak lazım?
Yeni jenerasyonda hızlı tüketim eğiliminden dolayı zaten albüm zihniyeti pek kalmadı. Onlara göre biraz old school geliyor bu anlayış. Dijitalleşme, bağımlılıkla birlikte tabii ki bağımsız müziğe bir alan açtı bunu yadsıyamayız. Ama benim görüşüm herkes anlık şekilde kayıtlar yapıp bunu yayınlamamalı. Beraberinde büyük bir çöplük yarattı bu durum, hiçbirimiz mükemmel değiliz ve nitekim her yaratılan şarkı da mükemmel değil. Bu gerçeği kabul etmek lazım.
Müzik üretiminde teknolojinin demokratikleşmesi, yani herkesin aşağı yukarı aynı üretim ve dağıtım imkânına erişebilmesi kaliteyi düşürdü mü yoksa çeşitliliği artırdı mı?
Evet, bu durum herkese bir şekilde şans verdi. Yapım şirketine bile ihtiyacın yok baktığında, kendi dağıtımını da kendin yapabilirsin. Ancak bu, kaliteyi de düşüren bir faktör oldu. Terazinin de dengesi bozuldu.
Peki kendi müzikal yolculuğuna baktığında, bugünkü Hakan Tamar’ı en çok hangi dönem şekillendirdi sence?
Ağaç yaşken eğilir hikâyesi kesinlikle gerçek. Tabii ki benim yolculuğumda da birtakım dalgalanmalar oldu. Heavy ve thrash metal geçmişimin yanında, 2000’lerde teknolojinin de gelişmesi önemli bir kırılımdı. İngiltere’ye gitmem de bir eşikti. O zamanki müzik televizyonlarının varlığı çok kıymetliydi, internet üzerinden müzik dinleme deneyimi de. O yüzden bu serüveni 10 yıllık periyotlar hâlinde vermek daha mantıklı. Şu an tezahür eden de hepsinin bir bileşkesi.
Bir radyocu, DJ ve yapımcı olarak bu üç kimliğin birbirini nasıl besliyor?
Radyo, benim için çok kıymetli bir unsur. Çünkü radyo programı yaparken olan biten her şeye bakmaya çalışıyorum. İyi bir network’üm var ve yeni bir şey çıktığında hemen önüme düşüyor. Radyoda çaldığım bir grupla iletişime geçiyoruz, bir anda Tamar Records’tan çıkışlarını yapabiliyoruz mesela. Bu şekilde ortak noktalar bulunabiliyor. 33 yıllık bir radyoculuk deneyimim var ve hayatımda her şeyi de bu belirliyor bence.