Popüler Kültür

Her başarılı kadının önünde mutlaka bir erkek vardır

Tarih; başına büyük, efsane, epik gibi sıfatlarla pek çok insana hakkını vermiştir vermesine ama bu “hakkı verilmişler kulübü” Dostlar Kıraathanesi gibi erkekten geçilmez. Sinema, müzik, edebiyat vs fark etmeksizin hem de…
Fatih Önder - 6 Mart 2025
post image

Erkekler, göklere adeta bir roket hızıyla çıkarılmış ve hâlihazırda bulutların üzerinden dünyayı seyrederken kadınlara bir merdiven verilip yarışa devam etmeleri isteniyor; üstelik bu merdiven, çıktıkça yeni yeni basamaklar eklenen cinsten. 

Bu içeriği, “Gölgede Kalmış Kadınlar” gibi bir başlıkla vermek işin kolayına kaçmak olurdu. Çünkü bu çalışkan, yetenekli ve zeki kadınlar asla gölgede kalmadılar; dünya, ışığı yanlış açıdan tuttu.

Herkesten önce rock and roll: Sister Rosetta Tharpe

Amerikan müzik tarihinin özellikle 1930-1940 sekansına damgasını vuran Sister Rosetta Tharpe, çok iyi bir gitarist ve gospel ve blues şarkıcısıydı. Geleneksel gospel şarkılarını çağdaş caz temposuyla söyledi. Çok yetenekliydi. Bu yeteneğini durgun sularda yüzdürmedi ama. “Yeni”nin peşinde koştu, suyu hep kendi dalgalandırdı. Öyle ki “Strange Things Happening Every Day” şarkısı, pek çok müzik otoritesine göre ilk rock and roll şarkısı olarak görülüyor. Ona, “Rock and Roll’un Vaftiz Annesi” ünvanını kazandıracak kadar güzel, yeni ve çığır açan bir şarkıdan bahsediyoruz. Rosetta’nın çalışmaları; Chuck Berry, Jerry Lee Lewis, Little Richard ve en nihayet Elvis Presley gibi erken dönem rock and roll sanatçılarını fazlasıyla etkiledi. Öylesine etkiledi ki bu müzik türünün temel taşlarından biri olarak gösterilen Chuck Berry, bir açıklamasında kendi kariyerinin, “Uzun bir Sister Rosetta Tharpe taklidi” olduğunu söylemişti. 

Müzikte teknik ve stilist bir devrimci: Carol Kaye

Carol Kaye, işini yaparken öylece basıp geçmeyen; titizlenen, üzerine düşünen, fikirler üreten ve uygulamaya geçebilen efsanevi bir bas gitarist. Hem müzikal becerileri hem de kırdığı kalıplarla endüstride devrim yarattı. 1960’lara gidiyoruz. Erkek egemen bir endüstri. Fakat Carol yeteneğiyle tüm önyargıları yıktı ve en çok aranan basçılardan biri oldu. Bu “aranma”yı şöyle aktaralım: 10 binden fazla kayıtta yer aldı. The Wrecking Crew üyesi olarak The Beach Boys, Simon&Garfunkel, Ray Charles, Stevie Wonder, Frank Sinatra, The Monkees, The Supremes gibi efsane sanatçıların şarkılarında çaldı. Çalış tekniği tarafında da; plektra (penayla) çalma tekniğini yaygınlaştırarak bas gitarın sesini daha net ve güçlü hâle getirmek ve syncopation (senkoplu ritimler) ve yürüyen bas hatları kullanmak gibi yöntemlerle şarkılara derinlik kattı. “Good Vibrations”, “The Beat Goes On”, “I Was Made to Love Her” gibi şarkılarda ikonik bas hatları yazdı. Carol’un bugün hâlâ modern bas çalma teknikleri üzerinde etkisi olduğunu söylemeden geçmeyelim. 

Mozart’ı bu kadar tanıyorsak: Constanze Mozart 

Constanze Mozart… Soy ismiyle müsemma Wolfgang Amadeus Mozart’ın eşi. Buraya kadar yazdıklarımız tüm dünyaya yetti ama aslında gerçek öyle değil. Şöyle başlayalım: Constanze de bir müzisyendi ve Wolfgang’ın bazı eserlerinin provalarına ve performanslarına katılarak onun için Alman şarkıları ve kilise müzikleri söylediği biliniyor. Constanze’nin dünya müziğine asıl katkısı ise başka. Wolfgang’ın 1791’deki vefatının ardından, içine düştüğü mali zorluklara rağmen onun eserlerini tanıtan, koruyan ve yayılmasını sağlayan kişiydi Constanze. Onun eserlerinden konserler düzenledi. 1809’da Danimarkalı diplomat Georg Nikolaus von Nissen ile evlendi ve onunla birlikte de Mozart üzerine çalışmalara devam etti. Mozart hakkında detaylı bir biyografi hazırladılar. Bu biyografi, Mozart’ın yaşamını anlatan en önemli kaynaklardan biri konumunda. Constanze, vefatına kadar Mozart’ın müziğini koruma ve tanıtma çalışmalarını sürdürdü. Mozart’ın günümüzde bu kadar tanınıyor olmasının baş mimarı oldu. 

Tüm dünyayı geren perde arkasındaki o isim: Alma Reville

Gerilim filmi denince akla ilk gelen yönetmenlerden biri olan Alfred Hitchcock’un ondan onay alamadığı hiçbir filmi tamamlanmış saymadığı kişiydi eşi Alma Reville. Hitchcock’tan önce sinema dünyasında zaten adını duyurmayı başarmış biri olan Alma, bundan olsa gerek evlenince kendi soy ismini kullanmaya devam etti. Alma; senarist, kurgu editörü ve yapımcı olarak sinema dünyasında kendine önemli bir yer edinmiş bir isimdi. Hitchcock filmlerinin perde arkasındaki gizli deha olarak kabul edilir ki Alfred de sık sık onun dehasını överdi. Alma; Shadow of a Doubt filminin hikâye geliştirme sürecinde aktif rol aldı, Suspicion filminin senaryo düzenlemesine katkıda bulundu, Stage Fright’ın senaryosuna doğrudan katkı yaptı vs. Hatta Psycho’nun meşhur duş sahnesindeki kurguda ve gerilim unsurunda belirleyici bir imzası var. Özellikle kurgu tarafında mükemmeliyetçi bir bakış açısına sahipti ve birçok filmde Hitchcock’un çekimlerini düzenledi. Hitchcock gerilim filmlerinin ustası ise, Alma Reville de o filmlerin arkasındaki “dâhi” idi.

Yeteneği kardeşine yaradı: Fanny Mendelssohn

Fanny Mendelssohn 1800’lü yılların ilk yarısında yaşamış Alman besteci ve piyanisttir. Yok yok, yanlış yazmadık; Felix Mendelssohn değil, onun kardeşi. O dönemin en yetenekli ve en yaratıcı müzisyenlerinden biriydi. O öyle olmasına öyleydi ama o dönemlerde kadınların profesyonel bir besteci veya müzisyen olarak kariyer yapması kabul edilebilir bir şey değildi. Bu yüzden, erkek kardeşi Felix Mendelssohn’un aksine, eserlerini kendi adıyla yayımlayamadı. Ne mi oldu? Fanny’nin bazı eserleri, Felix’in adıyla piyasaya çıktı. Küçük bir hikâye: Felix, bir İngiltere seyahatinde Buckingham Sarayı’nda eserlerini sunar. Kraliçe Victoria aşka gelir ve Felix’e “En sevdiğim parçayı çaldın” diyerek iltifat eder. Ta ta taaam, bu eser Felix’e değil de Fanny’ye aittir. Felix, bunu itiraf etmek zorunda kalır. Fanny, yaşamı boyunca 400’den fazla eser besteler ama sadece birkaç tanesini yayımlayabilir. Eserleri 20. yüzyıldan sonra keşfedilir.

Hollywood’un en güvenilir yapımcısı: Emma Thomas

Modern sinemanın en etkili yapımcılarından biri olan Emma Thomas için daha çok zikredilen info şu: Yönetmen Christopher Nolan’ın eşi. Oysa Emma, yaptıkları yapacaklarının teminatı seviyesinde işini iyi ve başarılı yapan bir isim. Christopher Nolan’ın son yıllara damgasını vuran en başarılı ve etkili filmlerinden bazılarının arkasındaki isim Emma oldu. Hangi filmler mi? Sayalım: Memento, Batman Begins, The Dark Knight, Inception, Interstellar, Dunkirk, Tenet ve Oppenheimer. Christopher Nolan’ın büyük çaplı projeleri bu kadar sorunsuz ve etkileyici bir şekilde yapmış olmasında Emma’nın yapımcılık becerisinin katkısı yadsınamaz. Tüm bu büyük projeleri hayata geçirirken devasa bütçeleri yönetme yeteneği sayesinde de hâlihazırda Hollywood’un en güvenilir yapımcılarından biri konumunda. 

Star Wars’ın parlatılmayan yıldızı: Marcia Lucas

Marcia Lucas, 1970 ve 1980’lerde Hollywood’un en önemli kurgucularından biriydi ama biz onu nedense daha çok “George Lucas’ın eşi” olarak biliyoruz. Gelelim en can alıcı sahneye. Birçok sinema eleştirmenine göre Marcia Lucas, Star Wars’un başarısında kilit bir rol oynamasına rağmen yeterince takdir görmedi. Teşekkür de görmedi ya neyse. Marcia, orijinal Star Wars üçlemesine ciddi bir katkı sundu. Pek çoklarına göre filmlerin ritmini düzelten, duygusal sahneleri güçlendiren ve anlatıyı toparlayan kişiydi. Marifet iltifata tabiidir elbette. Star Wars: A New Hope filmindeki çalışmasıyla En İyi Kurgu dalında Oscar kazandı. Ancak, zamanla Hollywood’dan uzaklaştı ve adı yeterince anılmadı. Bunda 1983 yılında George Lucas ile boşanmalarının etkisi var mıdır, bilinmez. Ancak George’un bu tarihten  sonraki hiçbir röportajında Marcia’nın adını geçirmemesi pek bir manidar geldi bize. Oysa biz George’dan borcu değil de hiç olmazsa hakkı vermesini beklerdik.  

Üç Oscar sahibi kurgucu: Thelma Schoonmaker

Thelma Schoonmaker, sinema tarihinin kurgu üstatlarından biriydi. Yaptığı kurgularla üç kez Oscar kazanmayı başarmış bir isimden bahsediyoruz: Raging Bull, The Aviator ve The Departed. 50 yılı aşkın bir süredir Martin Scorsese ile çalışan Thelma, onun filmlerindeki keskin, dinamik ve enerjik kurgunun arkasındaki deha olarak nam saldı. Scorsese de her fırsatta hakkını teslim etti ve pek çok kez Thelma olmasaydı filmlerinin bu kadar başarılı olamayacağını dile getirdi. Thelma’nın kurgusunu yaptığı diğer filmler de şöyle: Mean Streets (1973), Taxi Driver (1976), Goodfellas (1990), Casino (1995), Gangs of New York (2002), The Irishman (2019) ve Killers of the Flower Moon (2023). 

Korku filmleri ondan sorulmalıydı: Debra Hill

Amerikalı bir yapımcı ve senarist olan Debra Hill’in en önemli filmlerinden biri 1978 tarihli Halloween. Tamam tamam, Halloween’ın John Carpenter imzalı bir film olduğunu biz de biliyoruz ama sadece onun değil işte. Debra da filmin ortak yazarlarından ve yapımcılarından biriydi. Özellikle genç kadın karakterlerin gerçekçi ve güçlü yazılmasında büyük katkısı oldu. 1970 ve 80’lerde büyük bütçeli korku ve aksiyon filmleri yapan çok az sayıdaki kadın yapımcıdan biri olan Debra Hill için “Kadın yapımcıların önünü açtı” gibi bir yorum yapmak pekâlâ mümkün. Tabii her ne kadar önemli işler yapmış olsa da “Halloween-John Carpenter” durumunda olduğu gibi o da hak ettiği ilgiyi pek göremedi. Üstelik CV’sinde sadece Halloween da yazmıyor. Debra, pek çok filme senarist ve özellikle yapımcı olarak büyük katkılar sundu.

İlgili Yazılar
Development by Bom Ajans