Müzik

heryol: “Buna sabahın beşindeki umutlu melankoli diyoruz”

Ağustos ayında grubun adını taşıyan ilk albümlerini yayımlayan heryol ile müzik yolculuklarının nasıl başladığını ve bu sürecin detaylarını konuştuk.
Ayşe Demir - 3 Ekim 2025
post image

Şubat 2024’te kurulan heryol, kendi adlarını taşıyan ilk albümleriyle Türkiye’nin alternatif sahnesine güçlü bir adım attı. Baştan sona hiç şarkı atlamadan dinleyebildiğim, gerçekten bir şeyler hissettiren nadir işlerden biri. Müzik açısından oldukça besleyici geçen 2025 yılının son çeyreğine girmişken bu albümü de kendi açımdan yılın favorilerinden biri olarak sayabilirim.

Yıldız Teknik’te tanışıp kısa sürede bir araya gelen Alp, Ensar ve Yavuz, müziklerini esprili bir şekilde “sufi bedroom art rock” diye tanımlıyorlar. Ama bence bu tanım onların yarattığı dünyayı tek başına anlatmaya yetmiyor. İlk albüm, aidiyet, melankoli, umut ve biraz da ironiyle örülü; dinleyicisini içine çeken özel bir evren kuruyor. Ben de bu albümün ardından grupla bir araya geldim ve onların müzikal yolculuklarına dahil oldum. Keyifli okumalar!

Çok klişe bir soruyla başlangıç yapacağım. Yolculuğunuz nasıl başladı? Birlikte müzik yapma fikri nasıl ortaya çıktı?

Alp: Hepimiz Yıldız Teknik’te müzik okuyoruz. Ben Ensar’la daha okula başlamadan, yetenek sınavında tanıştım. Yavuz’la da ilk haftalarda okulda karşılaştık. Zaten kısa sürede arkadaş olduk. Özellikle Ensar’la çok vakit geçiriyorduk, sürekli beraber bir şeyler deniyorduk. 2023’ün sonu, 2024’ün başı gibi “Beraber bir şeyler mi yapsak?” diye konuşmaya başladık. O gitar çalıyordu, ben gitar çalıyordum; beraber bir şeyler söylüyorduk. Sonra “Bunları neden sözlere dökmüyoruz?” dedik. aynı’yı da o zaman yazmaya başladık. Melodisini ben çıkarmıştım, sözlerini birlikte kurcaladık. Ensar bir gün bana geldi, oturup aynı’yı çaldık. Şimdiki hâline çok yakın bir versiyondu. Sonra da “Bunu nasıl kaydederiz?” derken Yavuz’la daha çok konuşmaya başladık.

Yavuz: Ocak ayıydı sanırım. Ben onlara “Doğum günüme kadar, yani 4 Nisan’a kadar bana 10 şarkıyla gelin, ben sizi produce edeyim.” dedim. Daha 4 Nisan gelmeden albüm bitmişti. Hatta okulun ilk günü beni ilk gördüklerinde benden pek hoşlanmamışlardı. Hoca sınıfta “Niye bu okula geldiniz?” diye sorunca ben de “Kendi şarkılarımı yapabilmek için mix/master öğrenmeye geldim. Müziğin geri kalanını zaten üç aşağı beş yukarı halletmiş durumdayım.” gibi ukala bir şey söylemiştim. Benden hoşlanmamak çok kolaydı yani. Ama sonra beraber müzik yapmaya başlayınca o ukalalık da törpülendi.

Ensar: Ben aslında o ukalalığın altında başka bir Yavuz olduğunu hissetmiştim. “Çözeriz ya, beraber çalışırken çıkar ortaya.” diye düşündüm. Nitekim öyle de oldu.

Yavuz: Evet, bu grupla müzik yapmaya başladıktan sonra gerçekten daha farklı birine dönüştüm.

Peki aranızdaki dinamiği, uyumu nasıl tarif edersiniz?

Ensar: Aslında tam anlamıyla bir uyumdan söz edemeyiz çünkü o hâlâ gelişiyor. Bizim müzik yaparken bir planımız yok, çok organik ilerliyor. İlk başladığımızda birbirimizi çok iyi tanımıyorduk. Fikirlerimiz birbirine tam oturmuyordu, bazen yaptığımız şeylerin içine giremiyorduk. Ama zamanla birlikte çalıştıkça insanı başka bir şekilde tanıyorsun. Şimdi çok daha uyumluyuz.

Alp: İlk albümde işler şöyle yürüyordu: Birimiz bir şey yapıyordu, getiriyordu, sonra hepimiz “Bunun üstüne ne koyabiliriz?” diye bakıyorduk. Orada biraz kendini belli bir alana sıkıştırıyorsun. Şimdi üretim anlayışımız değişti. Artık hep beraber stüdyoya girip çalıp, çıkan şeyi bilgisayara taşıyıp oradan geliştirmek istiyoruz. Daha kolektif, herkesin rahat hissettiği bir üretim sürecine doğru gidiyoruz.

Peki grubun adı nasıl ortaya çıktı? İsim bulmanın çoğu zaman müzik yapmaktan daha zor olduğunu düşünüyorum.

Yavuz: Bizim için de öyleydi. İlk fikirler falafel ve mana‘ydı ama hoşuma gitmedi. Çünkü algoritmalar çağında yaşıyoruz. Arama motoruna yazdığında senin müziğinin öne çıkması için benzersiz bir şey olması lazım. mana zaten var, falafel yazınca yüzlerce şey çıkıyor. heryol ise Parcels’ın Everyroad şarkısının çevirisi. O albümde en sevdiğim parçaydı. Spotify’da heryol yazınca hiçbir şey çıkmadı, internette de öyle. Çok cazip geldi.

Ensar: Benim yaptığım bir parçadan yola çıkmıştık aslında. Yavuz “Bu parçanın ismi heryol olsun” dedi. Biz de tamam dedik. Sonra iş büyüdü; önce parçanın adı, sonra grubun adı, sonra da albümün adı oldu.

Yavuz: Ben o sırada arkadaşlara şunu da söyledim: “Biz Metallica değiliz, Pearl Jam değiliz. Eğer ilk albümümüzün adı heryol olmazsa, hiçbir zaman bir albüme bu ismi koyamayız.” Grup adı heryol, albüm adı heryol, içinde heryol diye bir parça… Kafamda Black Sabbath’ın Black Sabbath albümündeki Black Sabbath şarkısı gibi tınladı.

Müziğinizi tanımlamanızı istesem sizden? Tür ya da hissiyat açısından nasıl bir yere koyuyorsunuz yaptığınız işleri? 

Yavuz: Biz biraz esprili bir şekilde “sufi bedroom art rock” diyoruz. Çünkü ilk albümü gerçekten benim yatak odamda kaydettik. O yüzden “bedroom” kısmı net. “Sufi” tarafı ise daha çok ölümle, metafizikle ilgili temalardan geliyor. “Art rock” kısmına ise henüz tamamen varabildiğimizi düşünmüyorum, ona daha yolumuz var.

Ensar: Ben daha çok hüzün ve umut karışımı bir his görüyorum. Böyle hem pozitif hem negatif, göğsünde bir ağırlık gibi duran bir his.

Yavuz: Ben buna “sabahın beşindeki umutlu melankoli” diyorum. Sabah ezanının verdiği ürpertiyle birlikte aynı anda gelen umut…

Alp: Aidiyet de önemli bir tema. aynı mesela, içinde bulunduğumuz coğrafyada yaşadığımız aidiyet duygusunu anlatıyor. saklasam daha kişisel bir aidiyet. matem‘de ise duygusal bir aidiyet var, birine karşı hissedilen. duvarlar’ın ilk verse’ü tamamen kendiyle bir çatışma gibi mesela. Gerçekten odamda gitar çalarken, önümde duvara bakarken yazmıştım. O yüzden albümde aidiyet çok baskın.

Yavuz: duvarlar’ın sonu da sonsuzluğa imrenmekle alakalı. Parçada tam olarak ne demek istendiğini ben de hâlâ bilmiyorum ama yine ölümle bağlantılı bir yere varıyor sanki.

Ensar: Genel olarak gitar ve synth etrafında dönen bir müzik yapıyoruz. İleride nasıl evrilir, biz de bilmiyoruz.

Özellikle görsel dünyanız da çok dikkat çekici. Fotoğraflar, albüm kapağı, paylaşımlarınız… Müziğinizle nasıl bir bağı var bunların?

Ensar: Aslında kafamızda net bir plan yoktu ama müziğimiz kâğıt üzerinde ciddi duyuluyor ya, biz de görsel tarafta bazen ciddi, bazen de daha goy goy bir tavır aldık.

Yavuz: Galiba oradaki kontrast hoşumuza gitti. Müziğin çok ciddi, çok duygusal; görsel tarafın ise daha ironik ve eğlenceli olması…

Ensar: Evet, biz öyle çok ciddi insanlar değiliz aslında. Belki öyle bir algı oluşuyor olabilir ama biz beraberken sürekli gülüp eğlenen insanlarız.

Alp: Sen zaten yabancı değilsin; oturup kalktık, tanıyorsun bizi. Biz gerçekten öyleyiz. O yüzden görsel tarafta da çok kasmadık. Müziği yaptıktan sonra düşündük. Dedik ki “Biz neysek onu yansıtalım.” Çekimlerde de kendi aramızda takılırken ve şakalaşırken fotoğraflar çekildi.

Yavuz: Görsel tarafımızın güçlü olmasında Ensar’ın kız kardeşi Zehra Bayraktar ve arkadaşlarının payı çok büyük. Biz üçümüz kamerayla çok deneyimli insanlar değiliz. İlk başta zorlandık ama onlar bizi çok rahat hissettirdi. Albüm kapağının artwork’ünü de Zehra yaptı.

Alp: Single kapaklarının hepsi aslında Zehra’nın işleri. Kendi arşivinden seçtikleri de oldu, yeni çektiği şeyler de. Hatta başta dört element temasında dört single çıkaralım diye düşünmüştüm. Sonrasında beş single çıkarmış olduk ama kapaklara bakınca farkında olmadan dört element ve insanı temsil ettiğimizi fark ettik: aynı’da gözler insanı temsil ediyor, sakin’in kapağında su var, hatıra’da gökyüzü, anka’da ateş, saklasam’da ise bir çiçek… Böylece kendi kendine elementler ve insan gibi bir bütünlük oluştu.

Biraz da günümüz müzik dünyasından bahsedelim istiyorum. Spotify algoritmaları, stream sayıları… Bunlar sizin için sınırlayıcı mı? Müzik yaparken dinleyiciyi ya da algoritmaları düşünüyor musunuz? Yoksa sadece kendi istediğinizi mi yapıyorsunuz?

Alp: Bu konuyu aramızda en çok kafaya takan bendim. saklasam mesela form olarak tam mainstream bir şarkı, radyoya koysan çalar. İlk başlarda “Acaba çok mu pop oldu?” diye düşündüm. Ama sonra yaptığımız müzikten keyif aldığımı fark ettim. Özellikle albümden sonra yeni şarkılarımızı kaydetmeye başladıkça “Biz bundan keyif alıyor muyuz?” sorusu ağır bastı. Yine de tahminlerimiz tuttu; mesela saklasam ve anka’nın çok dinleneceğini öngörüyorduk, öyle de oldu. Ama duvarlar’ın bu kadar öne çıkmasını beklemiyorduk. Şu anda en çok dinlenen parçamız o ve nakaratsız bir şarkı.

Yavuz: Evet, algoritmanın kölesi olmak gibi bir kaygımız yok. Bizim müziğimiz öyle “Ayda bir single çıkaralım” mantığıyla yürümüyor çünkü. Onu yapabilmek için çok fazla bitmiş iş biriktirmen lazım. Belki bazı türlerde bu daha kolaydır ama bizim yaptığımız şey daha farklı. O yüzden günümüzün hızına yetişmek zaten kolay değil.

Alp: Yine de kartlar böyle dağıtılıyor. Bir noktada adapte olman gerekiyor. Elimizde şu an 15–20 şarkı var. Hepsini tek albüme koyup yayımlamak romantik bir fikir ama pratikte ilk iki şarkı dinleniyor, gerisi gölgede kalıyor. Label’la çalışmak da bu noktada önemli. Universal bize imkân sağladı. Kaydı yapabildik, masterlatabildik, albüm daha görünür oldu. Bağımsız bir grubun birkaç ayda 10 bin aylık dinleyiciye ulaşması kolay değil. Yine de lansman gibi işler hâlâ başlı başına bir mücadele. Sponsorluk, bütçe, marka görüşmeleri…

Şimdi biraz yepyeni albümünüz heryol hakkında konuşmak istiyorum. İlk albüm büyük bir adım. Sizin için ne ifade ediyor?

Yavuz: Bence bu albüm bizim için bir “baby step”. Potansiyelimizin %10’unu bile yansıtmıyor. Çoğu şarkı çok hızlı kaydedildi. Sabah buluşup akşam elimizde bir wav dosyası oluyordu. Mesela sadece bir şarkıya iki gün baktık. Dinleyince kompozisyon hatalarını duyuyorum ama yine de gurur duyuyorum. İlk adım, önizleme gibi bir şey. 

Ensar: Albümün biraz “gelişigüzel” olmasının sebebi imkânlarımızdı. Yavuz’un evinde, birkaç gün içinde kaydetmek zorundaydık. Birbirimizi de çok tanımıyorduk, işleyişi bilmiyorduk. Ben daha önce hiç albüm kaydetmemiştim. Bu süreçte müzik yapmayı da öğrendik aslında. O yüzden Yavuz’un dediğine katılıyorum: İlk adım.

Alp: Ben ilk başta “Albüm çıksın da biraz rahatlarız” diye düşünüyordum. Çünkü 1,5 yıl uğraştık. Ama çıktıktan sonra asıl heyecanımız yeni şarkılara kaydı. Şu an yaptıklarımız beni daha çok yükseltiyor. O yüzden albümü geride bırakmak kolay oldu. Çalmaktan keyif alıyorum ama kafam yeni parçalarla meşgul.

Albüm çıktıktan sonra mutlaka olumlu olumsuz birçok geri dönüş aldınız. Sizi en çok etkileyen, aklınızda kalan yorum ne oldu?

Alp: Benim için en unutulmaz an Ataşehir’de oldu. Çok alakasız bir yerde, elit diyebileceğim bir ortamda başka bir grupla sahne alıyordum. Sahnede vokalistimiz bizim albümden bahsederken kalabalıktan biri birden “Aaa evet!” diye bağırdı. Hiç tanımadığım insanların, bambaşka bir ekibin konserinde heryol’u duyduğunda verdiği tepki ve sesindeki heyecan yüzüme gülümseme kondurmuştu.

Yavuz: Benim de Parkorman’daki Air konserinde yaşadığım bir an var. Dinleyici kalabalığının içinde biri gelip “Sen heryol’da çalmıyor musun?” dedi. Yüzümden tanımış. Oraya sadece konser dinlemeye gitmiştim, hiç beklemediğim bir anda kendi müziğimden tanınmak çok özeldi.

Alp: Yakın çevremizden de yapıcı teknik geri dönüşler aldık. “Şunu şöyle kaydetseydiniz daha iyi olurdu.” gibi. Açıkçası kötü eleştiri duymadık ama duysak da seviniriz. Samimi olduğu sürece her yorum kıymetli. Çünkü o samimiyetin içinde bir şey öğreniyorsun.

Ensar: Evet, kırıcı olsa bile gerçek bir yorum olsun istiyoruz. İnsan “beğenmedim” diyorsa bile onun ardında bir samimiyet varsa değerli. Çünkü müziğin içine ne kadar emek ve duygu döküldüğü zaten hissediliyor.

Albümde sizin için yeri en özel olan parça hangisi?

Yavuz: Benim için anka. Elektronik davullarla başlayıp sonra gerçek davula geçmesi, tuhaf bölümler ve sondaki disco break ile çok kafamı açmıştı. O şarkıda “Bu gerçekten bizim kafamızdan çıkıp ses dosyasına mı dönüştü?” dedim.

Ensar: Benim için heryol. Çok hızlı, iki üç saatte yazıldı ve o hızla da içime sindi. Normalde bir şarkı getirirken “Tamam, biraz toparlarız.” diye düşünürüm. Ama bu parça o kadar doğru hissettirdi ki, olduğu gibi getirdim. O şarkının ilhamıyla grubun adı da yerini buldu. Albümün bütünü açısından en tamam parça ise bence duvarlar.

Alp: Ben de en çok heryol’u dinliyorum. Ama sahnede çalarken en çok eğlendiğim şarkı sakin.

Bana bu albümün dinleyicide bırakmasını istediğiniz izlenimi tanımlamanız gerekse ne derdiniz?

Yavuz: Bunu planlayarak yapmadık. Ama dönüp bakınca üç kelime çıkıyor: yalnızlık, hüzün ve umut.

Ben dinlerken albümü bir yolculuğa benzettim. Sabaha karşı yola çıkmışsın, önünde uçsuz bucaksız bir yol var, arkada bu şarkılar çalıyor gibi hissettirdi.

Ensar: Bunu söylediğin için teşekkür ederim. Çünkü bizde müzik genelde yolculukların vazgeçilmezidir. Metroda, otobüste ya da yolda yürürken… O yüzden böyle tarif edilmesi bizi çok mutlu ediyor.

Alp: Evet, bence de o yolculuk hissi çok var. duvarlar mesela tam olarak böyle bir parçaydı benim için. İçindeki çatışmayı anlatırken aynı zamanda seni o yola çıkarıyor. O yüzden albümün bütününde o vibe’ı hissetmek çok normal.

Peki dinleyicinin tahmin etmeyeceği, ama sizin müziğinizin içine gizlice sızmış esin kaynaklarınız var mı?

Yavuz: Var tabii. İlk dinleyişte belli olmaz ama Red Hot Chili Peppers etkisi çok fazla. Özellikle baslarda. Onlarda bas çoğu zaman lead enstrümandır, gitar daha çok ritme hizmet eder. Bizde de melodik bas yaklaşımı çok baskın.

Alp: Tame Impala etkisi de var. Bu albümde çok duyulmuyor ama gitar tarafında Stian Westerhus ve Slowly Rolling Camera’nın efekt dünyasından çok beslendim. Onun yaptığı işleri yıllarca sömürdüm diyebilirim. Ayrıca bağlama geçmişim var. Yaklaşık on beş yıl çaldım. O yüzden gitar sololarımda bazen arabesk tınılar hissediliyor. Mesela matem’deki solo doğrudan bağlama hissi taşıyor. Neşet Ertaş’tan gelen bir etki diyebilirsin. Ayrıca Wes Montgomery ve Joe Pass de diyebilirim. duvarlar’ın girişindeki arpej aslında bir drop egzersizinden çıktı.

Ensar: Ben de bu soruya Red Hot Chili Peppers diyorum. Sanki onların müziğinin başka bir bakış açısıyla yapılmış hâli gibi duyuluyor.

Son zamanlarda Türkiye’de alternatif sahnenin yeniden canlandığını söyleyebiliriz. Siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?

Alp: Gerçekten çok iyi gruplar/müzisyenler var. Siyah Tavşan, Eriç, Wend, Sren, Mojave, Selüt, Eve Dönüş Yok… Daha bir sürü sanatçı da var. 2013–2015 arasında “üçüncü yeni” tayfası –Adamlar, Dolu Kadehi Ters Tut, Büyük Ev Ablukada– nasıl bir sahne yarattıysa bugün de 2020 sonrası benzer bir şey oluşuyor gibi geliyor. O zaman üretip sahneye çıkanlardan bazıları zamanla mainstream’e yerleşti. Adamlar bugün Türkiye’nin her yerinde biliniyor. Şimdi aynı döngünün yeni bir versiyonuna tanık oluyoruz.

Yavuz: Ama bir sahnenin ismini koymak için biraz daha zamana ihtiyaç var. Şu an içindeyiz, o yüzden tanımlamak zor. Belki on yıl sonra dönüp baktığımızda “Evet, bu bir hareketti.” diyeceğiz. Bizim tek isteğimiz, tüm müzisyen arkadaşlarımızın müziklerini özgürce yapabilmesi. Biz de elimizden geldiğince bu yolculuğun bir parçası olmak istiyoruz.

Röportajın sonuna gelirken sizi yeni keşfedenlere ya da başından beri takip edenlere ne söylemek istersiniz?

Ensar: Henüz yolun başındayız. Yol nereye götürürse oraya gideceğiz. Bu yolculuğa dahil olan herkese teşekkürler.

Alp: Yeni şarkılar için çok heyecanlıyız. Yakında geliyorlar, bizi bekleyin.

Yavuz: Önünüzde heryol’un olduğunu unutmayın.

İlgili Yazılar
Development by Bom Ajans