Sosyal medya büyüdükçe büyüdü, elimizdeki telefonlar gelişti; konser alanları da uçsuz bucaksız bir ekran denizine dönüştü. Herkesin kendi konser fotoğrafçısı / videocusu olmaya niyetlendiği bu dönemde insanların neden bir daha izlemeyeceği konser videolarını çektiğini biraz inceleyelim dedim.
Çok uzun zamandır beklediğiniz bir konserin günü geldi çattı diyelim. Daha günün sabahından itibaren içinizi büyük bir heyecan kaplıyor. Sonunda akşam, çok sevdiğiniz yerli ya da yabancı yıldızı canlı canlı görecek, onun şarkılarına büyük bir coşkuyla eşlik edip unutulmaz anılar biriktireceksiniz. En özenli şekilde giyinip, süslenip konser mekanına ulaşıyorsunuz. Sizin gibi binler, konser mekanına yavaş yavaş giriyor. Konser saati yaklaştıkça herkesin heyecanı da artıyor. Sahne hareketlenmeye başladığında ise asıl kabus başlıyor: Önünüzdeki heyecanlı kalabalık teker teker ellerindeki telefonları havaya kaldırıp konserin ilk saniyelerinden itibaren çekim yapmaya başlıyor. Sizin görebildiğiniz tek şey ise kamera ekranında küçücük gözüken grup üyeleri ve kolların arasından bir şekilde gözünüze çarpan sanatçının gerçek görüntüsü oluyor. Bir de “sahneyi göremiyoruz” deyince sert de bir tavırla karşı karşıya kalıyorsunuz.
(Buradan sizi “konser görgü kuralları“na da alabiliriz)
Yukarıda kabus dedim çünkü bu durum benim için gerçekten kabul edilebilir bir şey değil. “E o kadar konsere gitmişiz, bir story atmayalım mı?” diyecekleriniz olacaktır. Ben de atıyorum, konumuz bu değil. Konumuz, konser başlar başlamaz ortalığın parıl parıl parlayan telefon ekranlarıyla dolup konser için topladığımız konsantrasyonun dağılması. Konserler de bir sahne sanatı olduğu için hem işitsel hem de görsel olarak tüm sahneye hakim olmayı gerektiriyor ve maalesef bu çekimler tüm odağımızı sahneden çok ışıl ışıl parlayan telefon ekranlarına yöneltiyor. Hele ki bunun telefonların kameralarının 3.2 MP olduğu dönemlerini hatırlamaya çalışın, videolarda sadece hareket eden karartılar olurdu. YouTube’ta hâlâ görmenin mümkün olduğu bu tarz videolar nereden nereye geldik dedirtmeyi de başarıyor. Peki insanlar konserlerde hangi motivasyonla bir daha asla izlemeyeceği videoları çekiyorlar, gelin biraz irdeleyelim.
Hiç şüphesiz ki bir gösteri toplumunda yaşıyoruz. Guy Debord’un tanımladığı bu toplum biçimi, göründüğümüz kadar var olduğumuz gerçeğini taşıyor. Bu sebeple insanlar tarafından ne kadar çok görülürsek o kadar kabul edildiğimizi de gösteriyor. Bunun en güzel örneklerinden biri de aslında sosyal medya mecralarında hayatlarımızı olabildiğince göstermemiz. Anlık attığımız story’ler, bir arkadaş toplantısından paylaştığımız eğlence dolu fotoğraflar ve konserlerden yaptığımız canlı yayınlar aslında “ben de varım ve buradayım” mesajını vermenin en basit yollarından birisi. Özellikle herkesin büyük bir merakla beklediği konserlere gitmiş insanlar, bir nevi sürüye ayak uyduruyor ve bu fotoğraf / video çekimlerini gerçekleştiriyor. Mesela 23 Mayıs’ta gerçekleşen Scorpions konserini tüm alanı görmek için arkadan izlediğimde konserin başlangıcını telefon ekranlarından izlemek durumunda kaldım çünkü ortalık adeta bir telefon denizine dönmüştü. Herkes o anda orada olmanın ispatını yapmaya çalışırken, konserin en ateşli kısımları ise başlamıştı da bitiyordu bile.
Eskiden bir konser videosu izlemek için televizyonlarda büyük prodüksiyonlarla çekilmiş konser kayıtlarına ihtiyaç varken, şimdi herkesin sosyal medya mecralarındaki paylaşımlarıyla anlık olarak her şeyi öğrenmek mümkün olabiliyor. Yani aslında her biri bir kanal yöneticisi olan özellikle fenomen olarak adlandırılan isimler, tek bir video ile milyonlarca kişiye o konserde neler olup bittiğini gösterebilecek bir güce sahip. Bu da etkileşimleri ve erişim sayılarını arttırmak için harika bir fırsat olurken, konsere gidemeyenlerin de story, reels, canlı yayın ve TikTok videoları üzerinden anında izleyebildiği bir alan haline geliyor.
Sosyal medyayı sık kullanan ve takipçilerinden gelen gönderilere kendi sayfasında yer veren isimler, hayran kitlesinin kendisini ona gösterme isteğinden nasibini alıyor. Müzisyenin, takipçilerinin paylaşımlarını story’sinde paylaştığını gören kişiler büyük bir domino etkisiyle tonlarca konser videoları çekip bunları da kişiyi etiketleyip story’lerinde paylaşıyorlar. 24 saatlik ömrü olan bu videolar, sahnedeki ismin dikkatini çekerse onun profilinde yer bulma şansı da yakalıyor. Tabii binlerce paylaşımın arasında göze çarpması ne kadar mümkün onu da düşünmek lazım.
Çünkü ne o konserdeki tek videoyu siz çekiyorsunuz ne de oradaki en iyi kalitedeki video sizinki. Hatta bir story açıldığında yukarıda sonsuz sayıda nokta görülüyorsa insanların çoğu story’lerinizi izlemiyor bile. Dolayısıyla o konsere para verip girmiş herkes aynı sahneyi aşağı yukarı aynı mesafeden videoya alıyor, birbirine karışmış ışık ve seslerle en önce paylaşma motivasyonuyla story’sine eklemeye çalışıyor. Mekanda binlerce kişinin yer almasından ötürü telefonların da çekmediği bu ortamda neredeyse birbirinin aynısı videoların paylaşılması da çoğunlukla insanlar tarafından pek de ilgiyle karşılanmıyor.
“Şöyle konser mekanlarında telefonları bir kasaya koysak ve konsere öyle girsek” diye sık sık içimden geçirirken bazı ünlü isimler buna gerek kalmayacak şekilde resmî olmayan bir telefon yasağı uyguluyorlar. Mesela;
Elbette, biz bundan ne kadar şikayetçi olursak olalım konserlerde; hatta sinema ile tiyatroda bile fotoğraf / video çekilmeye devam edilecek. Sosyal medyanın her geçen gün yeni etkileşimler getirdiği bu dünyada yine de en azından birkaç saatliğine bile olsa “like”lardan uzak kalsak mı birazcık?