Charli XCX’in brat yeşilinden Chappell Roan’un drag stiline, David Bowie’nin androjen moda ikonu personası Ziggy Stardust’tan Lady Gaga’ya moda ve müzik, yıllardır birbirini sürekli olarak besleyen, aynı zamanda değiştiren ve dönüştüren iki sektör.
Öykü ŞAHİNGÖZ
Günümüzün de muhtemelen en popüler ve üzerine konuşulan sektörlerinden olan bu ikilinin simbiyotik ilişkisi, uzun zamandır unutulmaz sahne performanslarından iz bırakan trendlere, popüler kültürün en büyük çarklarından birini oluşturuyor. Bazen birbirinin ardından, bazense yan yana yürüyen bu iki türün öyle bir birlikteliği var ki punk, hiphop ve ballroom gibi sayısız kültürün oluşumunu bu harmoniye borçluyuz.
2000’lerin sonunda Lady Gaga’yla ilk kez tanışıyor olduğum dönemde sahip olduğu iki şeyden emindim: müthiş bir ses ve kendine has çarpıcı bir stil. Modadan çocukluğundan beri oldukça etkilenen biri olarak stil kısmı benim için ekstra önem arz ediyor olsa da, Gaga’nın kıyafet seçimleri üzerine kafa yoran tek kişi elbette ben değildim. Henüz 20’li yaşlarının başındaki bu genç kadın Alexander McQueen Armadillo topukluları ve avangard giyimiyle tüm dünyanın ilgisini çekmiş durumdaydı. Lady Gaga’yı yavaş yavaş tanımaya başladığımız bu zaman diliminde hem bir pop starın yükselişine şahitlik ediyor, hem de kışkırtıcı performansları ve kostüm seçimlerine anlam vermeye çalışıyorduk. Zaman ilerledikçe ve ben de büyüdükçe bu özel kadının amacının aslında tam olarak bu olduğunu fark edecektim. Gaga, yalnızca müziğinden öte bir personayı bizimle tanıştırıyordu.
Moda, yalnızca trendler ve pahalı markaların çok ötesinde
Sık sık müziğin anlamı üzerine düşünüyorum. Müzik dinlemekten neden keyif alıyorum? Neden hayatımın orta yerine koyuyorum, her duyguyu müzikle ilişkilendiriyorum? Bu retorik sorular elbet tek bir şeye işaret ediyor, o da müziğin hayatın tam içinde ve bundan dolayı çok güçlü bir medyum olduğu. Hayatın tam içinde olan bir başka kavram ise benim en iyi bildiğim alan, yani moda. Moda, yalnızca trendler ve pahalı markaların çok ötesinde, bir temsiliyet ibaresi, bazen kendini ifade ediş biçimi. 80’ler ve 90’ların punk alt kültürüne baktığımızda kendini punk olarak tanımlayan grubun bu iki kavramı duruşları ve davalarını ortaya koymak için bir araç olarak nasıl kullandığını rahatlıkla görebiliriz. Taraf olmak, bir hikaye anlatmak ve en önemlisi bir etki yaratmak için müzik ve moda birlikteliğinin nasıl işlediğini bize en iyi anlatan yollardan biri şüphesiz alt kültürleri incelemek.
Müziğin moda ile ilişkisinin gücünü gördüğümüz bir diğer alan elbette sahnenin ta kendisi. Moda, müzisyenler için çok uzun süredir etki gücünü artırmada bir eşlikçi, tesiri yüksek bir araç. Elvis Presley, Cher, David Bowie gibi müzik dünyasının devlerini düşündüğümüzde aklımıza şarkıları dışında ilk gelen şeyin kostümleri olduğu aşikar. Çünkü kıyafet ve aksesuarlar, müzisyenler için sahnede müziğin ötesinde bir performans sergilemenin önünü açar, müzisyene bir persona yaratma alanı yaratır. Bu etki kimi zaman gücü, kimi zaman duruşu veya bir duyguyu temsil eder. Dinleyiciyi sanatçının dünyasına dahil eder, onu bu dünyanın bir parçası kılar. Bu anlamda sahne bir nevi tiyatro performansına dönüşür ve müziği yaşamaya başlarız.
Etki alanı bu kadar güçlü bir medyumun, yani sahnenin müzisyen açısından nasıl kullanılacağını belirlemek çok önemli bir karar diye düşünmekteyim. Çünkü sahne kıyafetleri, performansı duygusal açıdan tamamlamakta ve dinleyiciyle sanatçı arasındaki bağı kurmakta büyük bir paya sahip. Örneğin Lady Gaga’nın 2009 VMA performansını düşündüğümüzde Paparazzi şarkısını daha önce hiç dinlemediğimiz bir yönden dinlemiş, Gaga’nın çektiği acıyı ve kahrı sahnede bembeyaz ve şaşalı kıyafetinden akan kanlarla çok daha derinden hissedebilmiştik. Bir şarkıyı kulaklığımızdan dinlediğimizde yarattığı etki ile sahnede performe edilirken dinlediğimizde yarattığı etki işte bu yüzden bambaşkadır. Sanatçıyı izlerken onun duygularını hissediyor ve onunla bir oluyorken, şarkıyı tek başımıza dinlediğimizde şarkıyı kendi dünyamıza adapte eder ve kendi duygularımızı yaşarız.
Moda tercihlerinin bir diğer önemli yanı ise müzisyene temsiliyet alanı sunması. David Bowie’nin androjen ve cinsiyet büken kostümleri, döneminde doğal olarak çok ses getirmekteydi, çünkü toplumsal cinsiyet normlarının günümüzden çok daha katı ve değişmez olduğu bir dönemde tek bir kıyafet seçimi bile bir devrim niteliği taşıyordu. Müziğini sevdiğiniz, belki de hayranı olduğunuz, şarkılarıyla güldüğünüz ve üzüldüğünüz birinin kıyafet seçimi hayatın doğal akışında “normal” bulmayacağınız bir durumu kabullenmenize neden olabilir. Avangart veya anormal gördüğünüz durumlar medyada sık sık karşınıza çıkmaya başlarsa o durum normalleşmeye başlayabilir. Bu noktada sanatçının stil tercihi bir duruşa dönüşür ve kimi zaman devrim niteliği taşır. Bundandır ki Bowie halen özellikle kuir sanatçılar tarafından en çok atıfta bulunulan ve ilham alınan sanatçılardan biri, toplum tarafından ötekileştirilmiş dinleyiciler içinse sığınacak bir liman olmaya devam ediyor.
Moda, sanatçılar için benzersiz performanslar sunma ve dinleyiciyle bozulması zor bir bağ kurulmasına olanak sağlıyor. Bundan dolayı özellikle günümüzde moda markaları müzisyenlerle işbirlikleri yapıyor ve özellikle konser turlarında kostümlerinin izleyiciye sergilenmesini istiyor. Müzisyenin yarattığı bu zengin dünya, kostüm tasarımcıları ve markaların da dinleyiciyle bağ kurmasına olanak sağlıyor, hayranı olunan müzisyenin o kıyafeti giymesiyle kıyafetin değerini, dolayısıyla da markanın değerini dinleyici gözünde artırıyor. Beyonce’nin 2023 yılında gerçekleştirdiği Renaissance dünya turu, bu konuda çok büyük bir örnek teşkil ediyor. Tasarımcıların Beyonce’yi giydirebilmek için sıraya girdiği bu tur, yalnızca markaların koleksiyonlarını tanıtmasına değil aynı zamanda tüm dünyada dore ve gümüş kıyafetlerin satışının çok büyük oranda artmasını sağladı. Çünkü Beyonce dinleyicisi, müzisyenin sahnede kurduğu disko dünyasına dahil olmak ve Beyonce ile dans etmek, onunla bir olmak ve bu deneyimi maksimumda yaşamak istedi.
Anlayacağınız moda, senelerdir müzisyenler için yalnızca bir estetik tercih olmanın ötesinde aynı zamanda bir kimlik oluşturma, güçlü bir mesaj verebilme ve hikaye anlatma olanağı sağlıyor. Biz müzikseverler ise müziği en yoğun şekilde hissedebilmenin ve hayranı olduğumuz sanatçılarla daha derin bir bağ kurabilmenin keyfini çıkarıyor, kimi zaman konserlere özel kombin oluşturarak gidiyor, kimi zamansa yakın hissettiğimiz müzisyen gibi giyiniyoruz ve bir anlamda onu temsil ediyoruz. Bu birliktelik bana bir duyguyu yaşamanın en yoğun yollarından biri gibi geliyor. Hayatın anlamı bilinç ve hissetmekse, müzik ve moda ilişkisi bu anlamı kamçılamanın en harika yollarından biri gibi hissediyorum.