43. İstanbul Film Festivali 17-28 Nisan tarihleri arasında sinemaseverlere yeniden bir şölen yaşatacak. Bu yıl festivalin zengin içeriğinden dikkatimizi çeken 10 film üzerinde durduk. Genel satış 5 Nisan 10.30’da başlıyor, sinefillerin dikkatine!
Doğu YÜCEL
The Movie Teller / Film Anlatıcısı Kız
Sinemaya duyduğumuz aşkı tazelediğimiz bir sinema festivalinde sinema aşkı üzerine bir film izlemek bu iki haftada daha çok film izlemek için bizi motive edebilir! Hani Cinema Paradiso gibi ya da Hugo, Be Kind Rewind, Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak gibi… The Movie Teller / Film Anlatıcısı Kız işte tam böyle bir film. İspanya, Fransa, Şili ortak yapımında Şili’de bir maden kasabasında yaşayan, kentte izlediği filmleri gelip kasabasının yoksul sakinlerine müthiş bir beceriyle anlatan genç bir kızı izliyoruz. One Day, Yeni Başlayanlar İçin İtalyanca gibi filmlerin yönetmeninden, sinemaya bir aşk mektubu…
“Gloria!”
Festivallerde sanat dallarını kutsayan filmler insana bi’ ayrı iyi geliyor! The Movie Teller sinemaya aşk mektubu yazıyorsa “Gloria!” müzik için aynısını yapıyor. İtalyan yapımı filmde 18. yüzyılda bir manastırdayız. Ve dilsiz bir kadın olan Teresa çağının çok ilerisinde oradaki doğal seslerden ve ilahilerden yola çıkarak pop müziği keşfediyor. İtalyan filmlerinde karşımıza oyuncu olarak çıkan Margherita Vicario yönetmenliğini yaptığı bu ilk filminin senaryosuna ve müziklerine de imzasını atmış.
“Bastarden” / “Toprak Uğruna”
Danimarka’nın Oscar adayı olan Bastarden, Oscar’da kısa listeye kalmış, finalist olamamıştı. Ama izlediğinizde göreceksiniz, büyük ödüllere layık bir film kendisi. 18. yüzyıl Danimarkası’ndayız, yoksul ama gururlu savaş kahramanı Ludvig Kahlen’in inat hikayesini izliyoruz. Kahlen çorak bir toprak parçasını yaşanır hale getirmek için insan üstü bir mücadeleye girişiyor. Mücadelesi sadece doğayla değil, kraliyetle ve oranın zalim toprak sahibi De Schinkel’le. Mads Mikkelsen’in mükemmel oyunculuğu ve inanılmaz bir sinematografiyle Avrupa tarihinin günahları bir bir ortaya seriliyor…
“Alice Kentlerde”
Festivalin onur konuğu Wim Wenders’ın üç filmi gösterilecek ve ben bunlardan Alice Kentlerde’yi seçtim. Geçen sene Oscar’a aday olduğu Perfect Days Mubi’de gösterileceği için, Wenders’ın diğer filmi Anselm de çağdaş sanat belgeseli olduğu için Alice Kentlerde’nin restore edilmiş bu yeni versiyonu daha iyi bir seçim olabilir. 1975 yapımı bu siyah beyaz yapımda New York’tan Münih’e uzanan bir yol hikayesine tanıklık ediyoruz. Yolcularımız ise yazar tıkanıklığı yaşayan Alman bir yazar/gazeteci olan Philip ve onun tesadüfen karşılaştığı Lisa’nın küçük kızı Alice. Film bir gün trenin penceresinden gördüğü güzel kadına çarpılan Shohei’nin kadınla tanışmak için oradaki dans derslerine katılmasıyla gelişen romantik ve komik olayları anlatıyor.
“Little Girl Blue”
Festivalin “Çiçek İstemez” bölümünde gösterilecek Little Girl Blue’nun çok ilginç bir hikayesi var. 2016 yılında Fransız yazar, oyuncu ve fotoğrafçı Carole Achache intihar eder. Carole’un kızı Mona annesinin bıraktığı fotoğraf, ses kaydı ve mektuplara bakınca annesini gerçekten tanımadığını ve intiharının ardında gizemli bir durum olduğunu fark eder. Sinema sanatıyla bu bilmeceyi çözeceğini düşünerek Marion Cotillard’ı göreve çağırır. Cotillard annesini oynayacak ve birlikte geçmişi yeniden canlandıracaklardır. Belgesel ile kurmaca arasında gidip gelen Little Girl Blue Cotillard’ın kariyerinin en iyi performanslarından biri.
“Crossing” / “Geçiş”
Ve Sonra Dans Ettik filmiyle büyük beğeni toplayan Gürcistan asıllı İsveçli yönetmen Levan Akın, bu defa büyük bölümü İstanbul’da geçen bir filmle karşımızda. Uzun süredir kayıp olan yeğeni Tekla’yı bulmak için İstanbul’a gelen Lia, burada trans hakları için mücadele eden bir avukatla tanışır. Burada aile kavramının ne kadar kan bağıyla ne kadarı başka türlü bağlılıklarla geliyor üzerine bazı hayat deneyimlerinden geçiyorlar. Berlin Film Festivali’nde Panorama bölümünün açılışını yapan Geçiş’in yönetmeni Akın filmini “dayanışmaya övgüm ve İstanbul’a aşk mektubum” olarak yorumluyor.
“Cerrar Los Ojos” / “Kapa Gözlerini”
Efsanevi yönetmenlerden Victor Erice’nin 32 yıl sonra beyazperdeye geri dönüş yaptığı Kapa Gözlerini çok beğenildi, Lizbon Film Festivali’nde en iyi film seçildi ve başka önemli ödülleri de aldıktan sonra şimdi İstanbullu sinemaseverlerin karşısına çıkmak üzere. Bir film çekimi sırasında hiçbir iz bırakmadan kaybolan bir oyuncunun peşindeyiz bu destansı filmde. 3 saate yaklaşan süresini hiç hissettirmediği, akıp geçtiği söyleniyor film için. Almodovar’ın Pain and Glory’siyle kıyaslayanlar da var. Merakla bekliyoruz!
“Hayallerim, Aşkım ve Sen”
Sinemamızın klasiklerini, restore edilmiş kopyalarıyla beyazperdede izlemek bambaşka bir festival keyfidir. Bu restorasyon konusunda da Türkiye gerçekten çok kaliteli işler çıkarıyor, o yüzden bu filmi ayrıca merak ediyoruz. Senaryosunu Ümit Ünal’ın yazdığı, başrollerinde Türkan Şoray, Oğuz Tunç, Müşfik Kenter’in yer aldığı bir Atıf Yılmaz klasiği ‘Hayallerim, Aşkım ve Sen’ Yeşilçam filmlerini hem sorgulayan hem ona bir saygı duruşunda bulunan, aynı zamanda Türkan Şoray’ın kendi klasikleşmiş filmlerine bir tür “tribute” gibi de görülebilir. 1987 yılında zamanının ilerisinde bir film olarak yorumlanmıştı, şimdi 2024’te yeniden seyirci karşısında.
“Late Night with the Devil” / “Şeytanla Bir Gece”
Found footage yani buluntu film türünü korku kanalından işleyen yeni moda filmlere yeni ve şeytani soluk getiren bir film Şeytanla Bir Gece. Cadılar Bayramı özel programında reytingleri yükseltmek için yapılan bir şov ters gider… Karanlık bilimleri konu alan programa katılan uzmanlar şeytani bir varlığı stüdyoya davet ederler ve olaylar kopar. Film gösterildiği SXSW Festivali’nde çok beğenildi. Stephen King, attığı tweet’te “Resmen şahane, gözlerimi ayıramadım” yorumunu yaptı. Bakalım üstat haklı mıymış?
“Tiger Stripes” / “Kaplan Desenleri”
Fragmanından hiç belli etmese de geçen sene korku festivallerinde epey dikkat çeken, sıra dışı bir korku filmi. Malezya’nın Oscar adayı olması da cabası. 12 yaşındaki Zaffan sınıfın ve yakın çevresinin “kara koyunu”dur. Ergenlikle birlikte bedeninde korkunç değişimler gerçekleştiğini fark eder. Şimdi onu ayrıştıran, dışlayan zihniyet bir koz daha kazanmıştır ama diğer yandan Zaffan her zamankinden güçlüdür. Görselliği ve özellikle ses tasarımıyla dikkat çeken feminist ve aykırı bir film Kaplan Desenleri. 2022’de festivalin sevilen filmlerinden biri olan Sığır Yetiştirmek Daha Kolay’ın yönetmeni Amanda Nell Eu’dan…
BUNLARA DA DİKKAT!
“Do It Yourself”: Michel Gondry sineması hakkında eğlenceli bir belgesel. “Eternal Sunshine of the Spotless Mind” başta olmak üzere Gondry sinemasının başarılı filmlerinden kamera arkası görüntülerle birlikte, bir sinema dersi olarak da görülebilir.
“Hit Man”: David Fincher gibi bir başka usta Amerikan yönetmeni olan Richard Linklater da “tetikçi” konusuna girmiş. Ama Linklater’ın filmi konusundan beklenmeyecek derecede aydınlık, eğlenceli ve “seyirci dostu” gibi yorumlar almış durumda.
“Alreadymade” / “Çoktanyapıldı”: Festivalin bir diğer dikkat çeken belgeseli. Modern sanat akımının en meşhur “eser”i olan, Çeşme’nin gizemli hikayesi. Bir pisuar nasıl tüm zamanların en dikkat çekici sanat eserine dönüştü?
“Dahomey”: Berlin Film Festivali’nin en iyisi seçilerek Altın Ayı’yı kazanan bu belgesel bir tarihi eserin gözünden sömürgeciliği anlatıyor. Hayli politik, önemli bir film.
“Bir İstanbul Üçlemesi”: Meze-Müzik-Muhabbet: Usta yönetmen Ferzan Özpetek’ten İstanbul’u merkezine alan üç kısa film peş peşe.
“No Other Land”: İsrail ve Filistin meselesine dair çarpıcı bir yapım. Filistinli aktivist Basel ile İsrailli gazeteci Yuval’ın bölgede gelişen sıra dışı dostluğu…
“Oura El Jbel” / “Dağların Ardı”: Tunus, Belçika, Fransa, İtalya, Suudi Arabistan, Katar ortak yapımı filmde Tunus’ta, gerçeküstü tarafları olan, bir baba-oğul hikayesi. Dardenne Kardeşler de filmin ortak yapımcısı.
“The Fifth Seal” / “Beşinci Mühür”: Festivalin Macar Rapsodileri bölümünde gösterilen Zoltán Fábri başyapıtı The Fifth Seal, 1977’de birçok büyük ödül kazanmıştı. Film bir saatçi, bir kitapçı ve bir marangozun bir meyhaneciyle birlikte, öldükten sonra yeniden dirilme şansları olsaydı kimin kaderini seçeceklerini tartışmalarıyla başlar: zengin bir tiran mı yoksa ezilen ama onurlu bir köle mi?
“Dargeçit”: Mardin, Dargeçit’te oğulları ve kardeşleri kaybolan aileler, hakikat ve adalet için 27 yıl sürecek, mücadeleli bir yolculuğa çıkıyorlar.
“Memories of a Burning Body” / “Tutuşan Bir Bedenin Anıları”: Berlin İzleyici Ödülü’nü kazanan film, 65 yaşını geçmiş üç kadının haz, evlilik, aşk ve kadın olmak odağında gerçekleşen anılarıyla ilerleyen, yönetmen Antonella Sudassassi Furniss’in “babaannelerimle hiç yapamadığım konuşmalarım” diye yorumladığı çarpıcı bir dram.
“Turbo”: Çizgi romanları ve çizimleriyle de tanıdığımız Cem Özüduru’dan bir geceyarısı sineması keyfi olan Turbo, modifiye edilmiş, turbo gaz sistemi takılmış Şahin arabalarıyla pavyon sefasına çıkan dört kafadarın kabusa dönen gecesini anlatıyor.
“Saýara”: Baskın, Housewife, Peri: Ağzı Olmayan Kız ve Çıplak gibi hep çok konuşulan filmlerin-dizilerin yönetmeni Can Evrenol’dan dövüş sahneleriyle dikkat çekecek, kanlı bir intikam hikayesi.
“Apocalypse Clown” / “Kıyamet Palyaçosu”:
Dünya tuhaf bir kıyamet halinde. Elektrik yok, internet yok, her yere kaos hakim. Ve insanlığın kaderi üç palyaçonun elinde. Filmin senaryosu İrlandalı müzikal komedi grubu Dead Cat Bounce üyeleri tarafından yazıldı.
“Shall We Dansu?”/”Aşka Davet”: Festivalin Wim Wenders’le onur konuğu olan Koji Yakusho’nun ilk uluslararası çıkışı, Japonya sinemasının en büyük ihraç filmlerinden biri. 1996 yapımı, romantik bir dans filmi. Daha sonra Richard Gere’li, Jennifer Lopez’li bir Amerikan uyarlaması da çekilmişti.
“Stop Making Sense”: Talking Heads’in 1984’de Jonathan Demme tarafından çekilmiş konser filmi. Speaking in Tongues turnesinde çekilen bu turnede David Bryne’in giydiği büyük ceketin bahsi en son Dream Scenario filminde de geçmişti.