Şehir Hayatı

İstanbul’u Yürüyorum: Aksaray - Balat

Serimizin dördüncü turunda yine İstanbul'un nadir ziyaret edilen güzellikleri ve bilinmezliklerine doğru yol alıyoruz. Biraz yemek, biraz tarih derken kendimizi yine geçmiş ile bugün arasında sürüklenirken buluyoruz.
Bülent Akkızoğlu - 7 Nisan 2025
post image

Buyurun size hizmet gibi hizmet. Benim gibi şehrin dipsiz gece hayatında kaybolmayı seven biriyseniz bu bölümde size yaşadığınız günahlardan kurtulmanız için müthiş bir rota yazacağım. Hem hangover’ınızdan hem de günahlarınızdan kurtulup pırıl pırıl bir ruha sahip olacaksınız. Sonrası yine size kalmış.

Rota: Yenikapı metro istasyonu – Aksaray – Horhor – Kıztaşı – Fatih Camii – Fatih Pazarı – Balat – Haliç Metro İstasyonu

Adım / km: 17.914 adım 13.5 km

Güneşin parlaklığı, başımın ağrısı, nerede ve kiminle uyandığımı hatırlayamadığım bir sabah kendimi Osmanbey’den metroya atıp Yenikapı istasyonuna kadar taşıyabildim. İlk hedefim beni kendime getirmesini umut ettiğim kolajen, sirke ve sarımsak kutsal üçgenine ulaşmak için şehrin en sevdiğim çorbacılarından birine kapağı atmak.

Metrodan indikten sonra Namık Kemal Caddesi’nden Aksaray Meydanı’na doğru yürüyorum. Burası minik Afrika gettolarının başlangıç noktası sayılabilir. O yüzden nereye geldik ne oluyor diye fazla şaşırmayın. 5 dk’lık bir yürüyüşle Vatan ve Millet (bence İstanbul tarihinin göğsüne saplanmış iki büyük hançerdir kendileri) Caddeleri’nin başlangıç noktasına ulaşıyorum. Sağa dönüp Aksaray Yeraltı Çarşısı’ndan karşıya geçiyorum ve karşımda şehrin en güzel gotik mimarilerinden birisi çıkıyor Pertevniyal Valide Sultan Camii ve göz kamaştırıcı giriş kapısı. İnanılmaz güzel oymaları ile yanından her geçtiğimde beni büyülüyor. Her ne kadar kendime gelmek için çorbacıya koşturmayı düşünsem de içine girip ruhumu ferahlatmaktan kendimi alamıyorum. Altın yaldızla parlatılan mavi renkli kalem işi süslemeler, yüksek kubbesi ve ufak ama büyüleyici asma katı kısa bir süre için beni bir gece önce yaşadığım günahlardan arındırıyor ve kendimi daha iyi hissetmemi sağlıyor. Pertevniyal’dan çıkıp sağa Aksaray Meydanı’na doğru dönüyorum 50 adım sonra sağdaki Hasan Paşa Çeşmesi Sokak’a dönüyorum ve işte orada kurtarıcım Paçacı Hasan. Kapıdan içeri girdiğiniz an sizi rengarenk bir vitrin ile karşılıyor. Hepsi birbirinden güzel gözüken yemekler beni cezbetse de hedefim “siyah yanak paça çorbası” içmek. Masaya gelen sarımsak ezmesinden içine bir kaşık atıp kendimi kolajenin kollarına bırakıyorum.

Antikacılar Çarşısı’nda başka hayatlar, başka yaşanmışlıklar

Çorbamı içtikten sonra yola devam ediyorum çünkü bir gece öncesinde yaşadıklarımdan bir kâse çorba ile kolay kolay kurtulamayacağımı biliyorum. Şimdiki hedefim Horhor Antikacılar Çarşısı bunun için Hasan Paşa Çeşmesi Sokak’ın sonundan Çıngıraklı Bostan Sokak’a gelip sağa dönüyor ve sonra tekrar sola dönüp Oruçgazi Sokak’a giriyorum. Eskiden burada Sophia Asian diye çok iyi bir Uygur restoranı vardı, maalesef artık yok. O olsa bir de oraya dalıp “lağmen” yiyebilirdim ama kendimi bir sonraki çorbacıya kadar tutabilirim diye düşünüyorum. Sokağın sonundan sola dönüp Kırma Tulumba Sokak’a ulaşıp kendimi Antikacılar Çarşısı’na atıyorum. Buranın içerisinde zaman ve mekân gerçekliği yok olmaya başlıyor. Her katında farklı bir dönem, her dükkânda başka bir hikâye var ve kendimi yaşamadığım hayatların göbeğinde gibi hissediyorum. Gördüğüm her obje bana başka bir yaşanmışlık, başka bir aşk ve başka bir rüya yaşatıyor… Didem ve Eren’in Han No:61’ine uğramak ve bir kahve içip dünyanın değişik yerlerinden topladıkları mobilyaların hikayelerini dinlemek burada en keyif aldığım şeylerden biri. Yolunuz düşerse bir uğrayın derim, sizin de benim gibi mutlu olacağınıza eminim.

Çarşıdan mutlu bir şekilde ayrılıyorum Horhor Caddesi’ne dönüyorum ve yukarı doğru yürümeye başlıyorum. İleride sağda Abdülatif Suphi Paşa Konağı ve yeniden inşa edilen Haydarhane Camii ve Tekkesi var onlara selam verip sola, Dolap Caddesi’ne dönüyorum. İleride İstanbul’un en sevdiğim dikilitaşlarından birisi olan Kıztaşı yani Markianos Sütunu var. 1500 yıldır buradan her geçeni selamlıyor. Yanına yaklaştığımda kaidesinde bulunan Nike kabartmasına hayran hayran bakıp dokunarak ben de onu selamlıyor ve Kızanlık Caddesi’nden düz devam ediyorum. İki sokak sonra köşede sütlü tatlı sevenler için bir İstanbul klasiği olan Kıztaşı Muhallebicisi var eğer benim gibi çorba peşinde değilseniz hemen bir kazandibi yiyip bulutların üstüne çıkın derim.

Kıztaşı

Bir sonraki sokağın köşesinde ise ikinci hedefim olan Hayat Lokantası yani nam-ı diğer Paçacı Necip Usta var. Buranın terbiyeli kuzu ayak paçasını İstanbul’da başka bir yerde bulabilir miyim emin değilim. O kadar fantastik bir haz veriyor ki acaba ayak fetişim mi var diye düşünüyorum (Hagover’ımdan hala kurtulamamış olduğumun kanıtı olan bir anlatımdır bu. Ama o kadar da takılmayın, yürüyüşün ilerleyen safhalarında toparlarım!)

İkinci çorbamı da içtikten sonra artık günahlarımdan neredeyse tamamen kurtulmuş gibi hissediyorum. Şimdi sıra geldi ruhanilere diyor ve Feyzullah Efendi Sokak’tan yukarı doğru çıkıyorum. Bir sonraki hedefim bence günahlarımın 45%’ini rahat bir şekilde temizler dediğim Fatih Camii.

Feyzullah Efendi Sokak’ın sonu beni Fevzipaşa Caddesi’ne çıkarıyor, karşıya geçiyorum ve Mıhçılar Sokak’a dalıyorum ve buyurun efendim Fatih Camii ve Külliyesi’ne… İçinde 16 medrese, darüşşifa (hastane), tabhane (konukevi), imarethane (aşevi), kütüphane ve hamam bulunan bu devasa yapıyı gezmeye önce türbelerden başlayıp sonra bahçesinde biraz zaman geçirin ve en son içerisine girip devasa kubbesinin altında büyülenmeye devam edin derim. Buranın büyüsünü ve gelenlerin inancını anlatarak açıklayamam o yüzden bir zahmet gelin ve kendiniz görün.

Eğer bu yürüyüşü bir çarşamba günü yaparsanız Boyacı kapısından çıkınca sizi bu şehrin en güzel pazarlarından birisi karşılayacak. Etraftaki bir sürü ara sokağa yayılan rengarenk ve güzel kokular içinde gezeceğiniz bu muhteşem pazar her tezgahıyla sizi şaşırtacak ve çok mutlu edecek. Tek dikkat etmeniz gereken benim gibi bütün ara sokaklara girip her tezgâhı göreceğim diye diretmemeniz. Pazarın ana damarı olan Haliç Caddesi’den ayrılmazsanız cadde sizi dümdüz Balat’a indirir ama “yok sen ne yaptıysan biz de yapacağız” derseniz buyurun Darüşşafaka Caddesi’nden devam edin. Manyasizade Caddesi’ne bağlanıp “tarikat nedir, nasıl ve nerede yaşanır”ın cevabını gözlerinizle görün.

Caddenin sonunda günahlarınızdan kurtulmanız için karşınıza son bir şans daha çıkacak Fethiye Camii yani Teotokos Pamakaristos Kilisesi. (Şu ara tadilatta olabilir, pek emin değilim) Bir kısmı hala ibadete açık olan bu caminin bir kısmını da müze kartıyla gezebilirsiniz. İçerideki mozaikler ve freskler büyüleyici güzellikte. Eh artık burayı da gezip gördükten sonra daha hala üstünüzde günah hissediyorsanız sanırım son çareniz benim gibi günahlarınızla barışıp Balat’ın keyfini çıkartmak olmalı.

Balat’tan İstanbul’un en güzel tramvay hattına atlayıp Haliç metro durağına geldiğimde kendimi bütün günahlarından arınmış pırıl pırıl bir bebek gibi hissediyordum…

Günah çıkartma rotasını bitirirken başka bir başka yürüyüşümde Balat Cibali ve Haliç kenarını da yazmam gerektiğini düşünüyor ve yeni yeni günahlara dalıyorum. Görüşmek üzere!

İlgili Yazılar
Development by Bom Ajans