Elektronik müzik, ambiyans, post-rock ile klasik müzik ve caz ikonlarından eşit oranda etkilenen modern bir piyanist ve besteci olarak karşımıza çıkan James Heather’ın yeni çalışması Modulations: EP2 bizi tam bir duygu bombardımanına tutuyor.
Fadıl DİNÇER / [email protected]
İlk çıkışı Modulations: EP1‘nın ardından eleştirmenlerce beğenilen “Stories From Far Away on Piano”nun yayınlanmasından bu yana, Heather Spotify’da 100 milyonun üzerinde dinlenmeye ulaştı ve büyük bir hayran kitlesi kazandı.
The Cinematic Orchestra, James Lavelle (UNKLE), Nils Frahm, Cillian Murphy, Emika, Mumdance gibi isimlerin önemli desteğini ve beğenisini alan Heather, Modulations:EP2’da bizi en büyük aşkı piyano ile babasının trajik kaybın ardından olumsuzlarla başa çıkmayı öğrenmeye, varoluşsal ruminasyona (düşüncelerin, tekrarlayıcı bir şekilde zihinde dönüp durması) ve nihayetinde iyimserliğe uzanan bir yolculuğa çıkarıyor.
Pandemi döneminde evindeki stüdyoda tek seferde kaydedilen albümü şiddetle tavsiye ediyorum ve James Hearther’ı daha yakından tanımak için sizleri onunla baş başa bırakıyorum. İyi okumalar…
Öncelikle bir dinleyiciniz olarak sizi daha yakından tanımak isterim. Kimdir James Heather? Biraz kendinizden bahseder misiniz?
Tabii ki! İngiltere’nin güney kıyısında, Southampton’ın merkezinin hemen dışında, Highfield adlı sessiz bir yerde doğdum. Kırsal bir yer değildi ama 20 yaşımdayken taşındığım şehir merkezine ya da Londra’ya kıyasla çok daha sakindi. Baştan beri müziğe takıntılıydım, babam evde Dead Kennedy’s, Nick Drake veya French Techno gibi çok çeşitli isimlerin albümlerini çalardı. Müziğin pek çok farklı dünyaya açılan bir pencere olduğunu çocukluğumu yaşadığım evde keşfetmiştim ve bu beni çok etkilemişti. Ayrıca, ne anlama geldiğini bile bilmeden, bu dünyada empatiye duyulan ihtiyacın farkına varıyor gibiydim.
8 yaşlarındayken, evimizin çatısında arkadaşlarımın kek veya rastgele şeyler satacağı yerel etkinlikler düzenlerdim ve tüm parayı bir hayvan yardım kuruluşu olan WWF’ye bağışlardık. Çocukken, Highfield’da dolaşırken, sürekli zaman yolculuğu yaptığımı hayal ederdim, insanların veya geleceğin nasıl, ne kadar farklı olacağını merak ederdim. Büyüdükçe ve birçok zorlukla karşılaştıkça, bir yetişkin olarak tekrar “anda” olmayı öğrendim ve bu piyanomla daha derin bir bağ kurmama vesile oldu. Müzik beni hayatımın daha mutlu bir noktasına, çocukken, kendimin en mutlu ve masum hali olduğum zamanlara götürdü.
Modulations: EP2, günümüz dünyasındaki elektronik karmaşadan uzak, başrolünde sizin ve aşık olduğunuz piyanonun olduğu minimalist ama güçlü bir çalışma olarak karşımıza çıkıyor. Sadece siz ve piyanonun varlığından ötürü, Modulations: EP2’nun aslında iç dünyanıza yaptığınız bir yolculuk olduğunu söyleyebilir miyiz?
Müziğimin, bir şarkıcı – söz yazarının size hayatı hakkında hikayeler anlattığı bir eserin enstrümantal bir versiyonuna benzediği doğru. Sanki ellerimle şarkı söylüyormuşum gibi, çok özgürleştirici. Elektronik müziğe kesinlikle bayılırım, ama o kadar yoğun bir şekilde sevdiğimi fark ettiğimde, yüzde 100 ben olduğumu hissedene kadar hiçbir şey yapmadım… Arkasında duramayacağım bir iş yaratmak istemedim. Bazı yaşamsal zorluklar atlattıktan sonra ise, piyano tam anlamıyla içinde bulunduğum bataklıktan çıkış yolum oldu. Her zaman çalardım, ama bir gün sadece doğaçlamaların ve eskizlerin ötesine odaklanmaya başladım… Şarkılarımı ciddi bir şekilde yazmaya başladım ve ancak o zaman prodüksiyonun teknik yönlerini keşfettim.
Bahsettiğiniz elektronik kaostan çok etkileniyorum, müziğimin bunda bir rolü olmasını ama kibar bir panzehir olarak hizmet etmesini ve dinleyicilerin her seferinde bir öğeye odaklanmasını istiyorum. Geçmişte piyanolar olsa da, müziğimin ancak günümüzde yaratılabileceğine inanıyorum. Duyularım bugünden geliyor ama eski bir çağla da kalıcı bir bağlantım var. İnsan ruhunun muazzam gücünü akılda tutmak her zamankinden daha önemli.
“Bisiklet sürüyordum ve bir çimento kamyonu bana çarptı. Birkaç gün komada, bir hafta yoğun bakımda ve toplamda bir ay hastanede kaldım. Yaşama şansımın yüzde 5 olduğu söylendi. Başıma böylesine kötü bir şey geldiği için garip bir şekilde müteşekkirim. Bir gün evde çalarken bir tür ikinci yaşamda olduğumu anladım. Müziğim farklıydı, sanki piyanoda yeni bir oktav bulmuş gibiydim.”
Sadece piyano olmasına rağmen inanılmaz sıcak bir atmosfer yaratmışsınız. Bu görkemli minimalist dengeyi kurmak çok zor ve zaman alan bir iş olmalı. Siz kariyerinizde kimlerden etkilendiniz? Kimler size bu dengeyi kurmada yardımcı oldu?
Müziği yayınlamak konusunda çok üretken değilim. İçinde bulunduğumuz dijital dünyada birkaç haftada bir albüm çıkarmak artık çok kolay. Ortaya koyduğum her şeyin 30 yıl sonra hala beni mutlu edeceğinden emin olmayı seviyorum. Bu nedenle bestelerim üzerinde yavaş yavaş çalışıyorum. Bir fikrin taslağını yazdıktan sonra onu bir yıl kadar unuturum, eğer şarkı bende bir şeyler bıraktıysa, yavaş yavaş aranje kısmına geçerim ve şarkı bende yeni bir şey hissettirene kadar çalışmaya devam ederim. Tabii ki solo bir enstrümanist olmak, birçok müzisyenden daha fazla çalışmanızı gerektiriyor, bestenin karmaşıklığından ve derinliğininden emin olmak, daha önce yaptığınız her şeye kıyasla orijinal olduğu anlamına geliyor. Kendinizi tekrarlamamak için sadece enstrüman ekleyemezsiniz, tüm kompozisyonun hatasız olması gerekir. Sonra şarkıyı bir konserde canlı olarak çalıp ve onun hakkında ne hissettiğimi görmem gerekir.
Her şarkının benim için anlam katmanları olmalı. Gün batımı hakkında ya da masaj odası için iyi gidecek bir şarkı yazmayacağım. Bunlar gibi çok fazla piyano müziği var. Şarkılarım benim için otobiyografik düzeyde olmalı, o sırada okuduğum akademik ve felsefi her şeye uymalı ve diğer türlerin hayranları da dahil olmak üzere başkalarıyla bağlantı kurma yeteneğine sahip olmalı. Tabii ki insanların müziğimi bir arka planda mı ya da uyurken mi kullanacaklarını umursamıyorum, ama gerçekten piyanoyu sahnenin merkezine koyan, gelip görmesi heyecan verici bir şey olan bir katalog oluşturmaya çalışıyorum. Bu yüzden, tek bir enstrümanı alıp dünyayı hiçbir taviz vermeden ele geçiren modern solo müzisyenler Martyn Heyne, Mary Lattimore, Julia Kent, Mario Batkovic, Laura Massotto, Maryn Heyne, Masayoshi Fujita ve Nailah Hunter hayran olduğum isimler arasında yer alırlar.
Modulations: EP2 kaydını tek seferde ve doğaçlamalar da katarak kaydetmişsiniz. Bu sürekli uyguladığınız bir yöntem mi? Yoksa Modulations: EP2’e özel mi?
Hayır, neredeyse tüm solo piyano albümlerimi bu şekilde kaydettim ve duyduğunuz her şey tam o anda iki elimin sesi. Daha önce de belirttiğim gibi, müzik kafama yerleşene kadar takip ettiğim bir prosedür var. Hiçbir şey yazılı ve hazır değil. Ergenliğimi, tuşlar arasında modülasyon yapmak ve kulağa hoş gelen ancak belirgin olmayan akor dizileri tasarlamak konusunda takıntılı olarak harcadıktan sonra, şimdi doğaçlama konusunda rahatım. Sonuç olarak klavyeye oturduğumda şarkının temposunun ne olacağı hakkında hiçbir fikrim yok; sadece kalbimi takip ediyorum ve kendimi müziğe kaptırıyorum. Bu tür müzik benim “Pulse Müzik” olarak adlandırdığım şey, klasik dünyadan oldukça farklı ve caz’a daha yakın.
“TÜRKİYE ÇOK BÜYÜLEYİCİ BİR YER, GELMEYİ ÇOK İSTERİM”
2017 yılında Ninja Tune etiketiyle ilk defa resmi olarak çıkardığınız Ahead Of Time öncesinde de bir çok çalışmanız var. Ahead Of Time’ı çıkarma motivasyonunuz neydi? Resmi bir ürün çıkarma sonrasında beklentileriniz neydi? Sonrasında nelerle karşılaştınız?
Daha piyano çaldığım bilinmeden önce Ninja Tune’ dakilerle eski bir arkadaşlığımız vardı. Ben ölmek üzereyken ve insanlar hiç şansım olmadığını düşünüyorken onlar ben ve ailem için oradaydılar, bu yüzden her şeye rağmen arkamı kolladıklarını biliyordum. Resmi olarak şarkı yayınlama teklifi aldığımda, başka odaklarım olmasına rağmen Ninja Tune’ın benim için uygun yer olduğuna karar verdim. Birçok müzisyen, müzik sektörünün sanatı sömürmesi konusunda endişelenmek için çok zaman harcıyor bu yüzden iş tarafında müzikle ilgilenen bireylerin temelde arkadaşlarım olması benim için hayati önem taşıyordu. Bunun idealistçe olduğunu biliyorum, ama stresten ölmek istemiyorum. Akıl oyunları için zamanım yok, kendimi olduğumdan başka bir şey olarak göstermeye çalışmıyorum. Birlikte çalıştığım insanların bir şarkının iyi olup olmadığını ya da canlı bir performansın daha iyi olabileceğini söyleyecek kadar rahat olmalarına ihtiyacım var.
Kendi içimde eleştiri yapabiliyorum o konuda rahatım ama kimse mükemmel değil, o yüzden eleştiri çok önemli. Müziğim, içsel bir gücü korurken ve zanaatım da yıldan yıla daha iyi olmaya çalışırken, egonun birçok yönden yok edilmesi çok önemli. Bu yüzden herhangi bir beklentide olmamaya çalışıyorum, 3-4 şarkı da yapsam, 10 milyon tane de yapsam bu kim olduğumu ya da yaptığım müziği nasıl yarattığımı etkilememeli. Şimdiye kadar ne kadar ilerlediğime şaşkınım ve hala gelişiyormuşum gibi hissediyorum. Müzik sevgimi ifade etmeme yardımcı olan herkese çok minnettarım.
2018 de soundunuzda yan öğelerin yer aldığı bir çalışma olan Reworks yayınlandı. Her ne kadar piyano ile birlikte yan öğeler olsa da atmosferin aynı olması beslendiğiniz ana kaynağın değişmemesinden mi kaynaklı?
Reworks’un küratörlüğünü yaptım ve kendi seçtiğim sanatçıların nasıl sekanslanacağını kendi içimdeki ses dünyasına güvenerek yaptım. Bu yüzden seçtiğim sanatçıların benimle melodik bir duyarlılık paylaştıklarını hissediyorum ve birçoğu kendimi içinde bulduğum modern klasik dünyayla bağlantılı. Ancak birkaç sanatçı da piyano dünyasının ötesinde yine benim dinleme etkilerimi gösteriyordu. Sanırım bu, kendi sesimin gelecekte nereye gidebileceğine dair bir ipucuydu, ancak şimdilik ilk aşkım olan solo piyano üzerinde hala çalışmam gerekenler var.
Bildiğim kadarıyla ciddi bir trafik kazası geçirdiniz. Kaza sonrası piyano çalamama ihtimaliniz oldu mu? Bu sizi nasıl etkiledi? Tekrar piyanonun başına geçtiğinizde neler hissettiniz?
Evet, 2008’de Londra’da bisiklet sürüyordum ve bir çimento kamyonu bana çarptı. Birkaç gün komada, bir hafta yoğun bakımda ve toplamda bir ay hastanede kaldım. Bir noktada aileme yaşama şansımın yüzde 5 olduğu söylendi. Tam sağlığa kavuşmam 6 ayımı aldı ve zihinsel olarak yeniden büyük bir endişe duymadan yeni bir hayata başlamam muhtemelen birkaç yılımı aldı. Bu olay yüzünden her gün piyano çalışmam gerekti ama nihayetinde başıma böylesine kötü bir şey geldiği için garip bir şekilde müteşekkirim, hayat dediğimiz bu şeyle ilgili deneyimime yeni bir derinlik kazandırdı. Neredeyse bir parmağımı kaybediyordum. Çalış tarzımı biraz değiştirmek zorunda kaldım.
Bir gün evde çalarken bir tür ikinci yaşamda falan olduğumu anlamaya başladım. Müziğim farklıydı, sanki piyanoda yeni bir oktav bulmuş gibiydim, daha fazlasını ifade edebiliyordum. Bir süre sonra, çeşitli nedenlerle gerçekten kötü bir yıl geçirdim ve sevebileceğim bir şey bulmak için bilgisayarımdaki bazı eski demolarıma bakmam gerektiğini düşündüğümü hatırlıyorum. Sanırım 40 tane kadar vardı, bazıları yeterli değildi ama 15 tane kadarını bir tür albüm haline getirmeye başladım. Her zaman miksleri ve derlemeleri sıralamayı sevmiştim ama bunu kendi müziğim için yapmayı hiç düşünmemiştim. Üretim düzeyinde yeterince iyi olmadıklarını fark ettim, ancak içlerinde bir şey olduğunu düşündüğüm kompozisyon parıltıları vardı. Bu yüzden sonraki birkaç yılımı müziğimde bu unsurları geliştirmeye çalışarak ve çok kişiye söylemeden gizlice internette bu konulara odaklanarak geçirdim. Bir noktada, yeterince iyi olduklarını ve uygun şekilde yayınlanacaklarını hissettiğim an bu beni çok mutlu etti, yeniden doğduğumu hissettim, sanki içsel çağrım gerçekleşiyor gibiydi. Sonunda bu hayatta kendimi ifade edebildim ve rahat hissedebildim.
Son olarak; önümüzdeki dönemde James Heather’ın hayalleri nelerdir? Bizi bekleyen yeni projeler var mı? Konser takviminize Türkiye’yi eklemeyi düşünür müsünüz?
Türkiye’ye gelmeyi çok isterim. Türkiye çok büyüleyici bir yer. Önümüzdeki yıl bir albüm, ardından birkaç single çıkarmak ve bazı ilginç insanlarla işbirliği yapmak istiyorum. Önümüzdeki on yılda mümkün olduğunca konser vermek istiyorum. Müziğimi daha aktivist nedenlere bağlamanın yollarını da bulmak istiyorum.
Bu gönderiyi Instagram’da gör
KISA KISA
- İlk gittiğim konser…… Bunun ilk olup olmadığından emin değilim, ama 1995’te babam ve erkek kardeşimle Okuma Festivali’ne gittiğimi hatırlıyorum. Bir noktada onları kaybettim, bu yüzden çevresinde oturan güzel insanlarla birlikte bir kamp ateşi buldum ve Neil Young oyununu izledim!
- İlk enstrümanım….Klarnet ya da Trombon, ikisini de çok uzun süre çalmadım. Sanırım komşuları rahatsız ettim 🙂 Gitarı da kısa bir süre denedim ama en çok çaldığım piyanoydu.
- İlk çaldığım beste…. Aslında 10-13 yaş arası erken dönem piyano kayıtlarım var, bir gün YouTube’a yükleyeceğim. Birçokları gibi ilk şarkı Beethoven’ın ‘Fur Elise’ idi ama ben de 10 yaşındayken ‘Summer And The Winter’ adlı bir şarkı yazdım ve bir yetenek yarışmasında ikinci oldum!
- Hayatımda piyano olmasaydı… Bunu düşünemiyorum bile!
- En büyük hayalim… Sadece piyano çalarak hayatımı sürdürmek ve başkalarıyla bağlantı kurmak. Çevremdekilere iyi bir arkadaş ve aile üyesi olmak.
- Piyanodan sonra en sevdiğim enstrüman ……. Belki field recorder’ım.
- Türkiye’de tanıdığım sanatçılar … Büşra Kayıkçı harika biri ve onu müzikal bir arkadaş olarak saydığım için şanslıyım. Bence Türkiye’de oldukça tanınıyor ama bilmiyorsanız mutlaka izlemelisiniz.