“En sevdiğim şey sabah uyandığımda hiçbir planımın olmaması.” Belki de çoğumuzun kurmayı ve yaşamayı hayal ettiği bu cümle Jim Jarmusch’a ait…
Neslihan Atcan ALTAN
Ohio’nun bağrından New York’a film ve edebiyat okumaya gelen Jimmy boy -ne?- aynı zamanda senarist, şair, kolaj sanatçısı, kaliteli bir okuyucu ve en ilginci de bir kunduz meraklısı, evet doğru duydunuz! Ayrıca Sqürl isimli grubuyla müzik icra etmekle de meşgul bir dünyalı -dünyalı mı acaba?- Hatta ilk albümleri de bu:
Albüm benim açımdan fazla soğuk ve sert ama eminim çok sevenler de vardır ya da olacaktır. Yaptıklarına müzisyenliği de eklenince kendisi için bir rönesans adamı ifadesini kullanabilir miyiz? Kullanabiliriz. Bana rönesans kadını diyebilir miyiz? Hayır. Neyse… tabii bu beyefendi sırf rafine zevkleri ve çoklu yetenekleri yüzünden önemli değil bizim için. Onu Jarmusch yapan onun sineması. Kendisinin sinema için ettiği şu lakırdı bile onun ne müstesna bir kişilik olduğunu anlatıyor: “Sinemanın güzelliği temelde Plato’nun mağarasına giriyor olmakta yatar.” Adamcağızın bu dediği, Plato’nun mağara alegorisini bilmeyenlere pek bir şey ifade etmemiş olabilir ama Google’layın be aslan parçaları! Sonra bir “vaysss” dersiniz. Kendisinin sinemasına bakmadan önce beyefendinin ilginç bir inadı ya da protestosundan bahsetmek isterim. Jarmusch beyefendi hiçbir “Star Wars” filmini izlememiş ve izlemeyecekmiş. “Gone With the Wind” de aynı kaderi paylaşıyor beyefendinin dünyasında. Bu filmleri kültürel bir dayatma olarak görüyor ve izlemeyeceğini söylüyor. Sen bilirsin beyim. Ama bir yandan da “Naked Gun” serisini izlemiş ve çok sevmiş. Deli mi ne? Yani ben de seviyorum tabii ama insan “Star Wars”a da bir şans vermeli.
Bir filmin Jarmusch filmi olduğunu anlamak
Benim için kendisinin en kıymetli filmleri, “Dead Man” (1995), “Night on Earth” (1991), “Coffee and Cigarettes” (2003), e tabii çoğunluk gibi “Permanent Vacation” (1980) ve “Paterson” (2016)’dır. “Paterson”ı bebeğimi kucağıma almadan birkaç saat önce izlemiş olmamın da bir etkisi var mı bilmiyorum. Bu arada çoğunluğun aksine “Only Lovers Left Alive” (2013) hiç ilgimi çekmemişti. Belki filmin kıymetini anlamadım. Anlatın anlayayım o zaman. Ama mesela “The Dead Don’t Die” (2019), özellikle de film boyunca zarıl zarıl çalan aynı isimli parçası, yine deadpan humor’ıyla beni benden almış ve çok eğlendirmişti.
Filmlerinin geneline bakacak olursak tekrar eden unsur ve temalar yalnızlık, toplumdan soyutlanma, terk edilmiş kentler, her filminde olan bir ulaşım aracı içinde diyaloglar, yardımcı karakterlerin önemi, edebiyata atıflar -karakter isim seçimlerindeki William Blake ve Christopher Marlowe gibi. Bilmeyenler için ilki İngiliz romantik dönem şairlerinden, ikincisi ise Elisabeth döneminin en önemli oyun yazarlarından ve en bilinen Faust uyarlaması olan “Doctor Faustus”un yazarı- ve yine benim de çok sevdiğim “dead-pan humor”’ı diyebiliriz.
Kulağını aç ve dinle: Jarmusch sana diyor
Jarmusch’un birkaç yıl önce sinemacı olmak isteyenler için verdiği tavsiyeler de çok hakikatli. Öncelikle diyor ki, “Film yapacaksan hiçbir kural olmadığını bil. İnsanların tavsiyelerini kafanda tut ve sana uyarsa uygula ama bil ki hiçbiri kural değil.” Diğer bir tavsiyesi de “Film yapımının diğer aşamalarındaki insanların seni ele geçirmesini izin verme. Sen nasıl ki bir film dağıtımcısına işini nasıl yapması gerektiğini söylemiyorsan, onlar da senin işine karışamaz. Ama en önemlisi dalkavuklardan uzak dur. Bunlar film işinde ya çok zengin ya çok ünlü ya da birileriyle birlikte olabilmek için varlar. Sinemadan anlamazlar.” Doğru diyor adam. Benim en hoşuma giden tavsiyesi ise müstakbel sinemacılara özgünlük kavramıyla ilgili söyledikleri: “Yaratıcılığınızı ve hayal gücünüzü ne harekete geçiriyorsa ondan çalın, çırpın. Zaten hiçbir şey orijinal değil. Doğrudan ruhunuza hitap eden şeyi çaldığınızda bu işinize özgünlük olarak yansıyacak. Godard’ın da dediği gibi bir şeyleri nereden aldığının değil, nereye götürdüğün önemli”. Doğru söze ne denir? Tabii intihal değil burada bahsedilen. İlhamını bulmaya daha yakın bir kavram.
Kendisiyle ilgili bir çimdik renkli bilgiyle sözlerime son vermek istiyorum. Jarmusch gezegenimize ziyarete gelecek -sanki planlı bir seyahat gibi oldu- uzaylı bireylere şu müzikleri dinletmek istermiş: Muddy Waters, Gustav Mahler’in ‘Ninth Symphony’si, Hint Klasik Müziği ve bir Merle Haggard şarkısı.
Ne diyelim, vardır bir bildiği. Hepimizin var sanırım bildikleri. Bir sonraki Jarmusch filminde buluşmak üzere!