‘Castle in the Snow’, ‘Mind if I Stay’ ve Beyoncé’nin ‘Crazy in Love’ şarkısına getirdikleri yeni yorum sayesinde büyük başarı kazanan ve Türkiye’de de hatırı sayılır bir hayran kitlesine sahip olan Kadebostany, geçtiğimiz hafta yerli alternatif müziğin öne çıkan isimlerinden Sena Şener ile işbirliği olan ‘Two Lovebirds In A Cage’i dinleyicilerle buluşturdu. Bu vesileyle biz de “Kadebostany Cumhuriyeti”nin başkanı, besteci ve yapımcı Guillaume de Kadebostany ile yeni teklisi, gelecek projeleri ve ilham kaynakları üzerine keyifli bir röportaj gerçekleştirdik.
Erhan BİLEN / [email protected]
Öncelikle Sena Şener ile yeni tekliniz ‘Two Lovebirds In A Cage’ için tebrik ederim. Sena ile nasıl tanıştınız ve birlikte çalışmaya nasıl karar verdiniz?
Doğru hatırlıyorsam Eskişehir’de bir festivalde çalıyorduk, Sena da bizden önce sahne alıyordu. Soundcheck sırasında menajerimle birlikte onu duyduk ve gerçekten harika bir sesi olduğunu düşündük. Genelde turnedeyken bizimle birlikte kim çalıyor diye mutlaka bakar, dinlerim. Bu sefer biraz farklıydı gerçi. Şarkıyı ona whatsapp’tan gönderdim ama önceden yazılmış bir şarkıyı söylemeyi kabul edeceğini düşünmemiştim. Bu şarkıyı Katie Wallace ile birlikte yazmıştık. Sena da şarkıyı beğendiğini ve yorumlamak istediğini söylediğinde çok mutlu oldum.
‘Two Lovebirds In A Cage’, 70’ler estetiğini elektronik bir altyapıyla bir araya getiren güçlü bir sound’a sahip. Bu şarkı için ilham kaynaklarınız nelerdi?
Dürüst olmak gerekirse, bazen yaptığım şarkıyı tanımlamak için bazı kelimelere başvuruyorum ama 70’ler estetiğini çok güçlü bir şekilde hissettiğimi söyleyemeyeceğim. Katie ile bu şarkıyı yazarken, aklımızda kaçış hissiyle, mekânla, evrenle ilgili bir şeyler vardı. İlginç olan şu ki, aslında şarkının ilk versiyonu bir power ballad’tı. Son dakikada şarkıyı şu anki haline dönüştürmeye karar verdim. Daha sonra power ballad’ı tekrar dinleyince onun da çok güzel olduğunu düşündüm ve bunu da yayınlamalıyız, diye düşündüm. Power ballad versiyonunu da ‘Part II’ olarak bir ay içinde yayınlayacağız.
Şarkının görsel estetiğinden ve kapak çalışmasından bahsedebilir misin?
Fikrimiz, Sena ile birlikte bir fotoğraf çekimi gerçekleştirmekti fakat bir türlü bir araya gelemedik. Photoshop olmadan ikimizin fotoğraflarını bir araya getirmenin bir yolunu arıyorduk. Sonra 80’lerde oldukça popüler olan fotoğraf çekme kabinleri (photo booth) geldi aklıma. Sena‘ya Türkiye’de o kabinlerden olup olmadığını sordum ve onlardan birine gidip orada fotoğraf çekilmesini istedim. Ben de aynısını İsviçre’de yaptım, fotoğraflarımızı bir araya getirdik ve kapak çalışmamız böylece ortaya çıktı. Aynı zamanda bir açıdan şarkının sözlerini de yansıtan bir çalışma oldu. Ayrıca Andy Warhol‘a da bir gönderme olmuş oldu.
Remix versiyonları da gelecek mi?
Bilmiyorum açıkçası, ama sanmıyorum. Şarkılarımın çeşitli sanatçılar tarafından remix versiyonları yapıldı. Bazı remix’leri gerçekten çok seviyorum, bazılarını pek sevmiyorum. Ama genel olarak farklı dinleyici kitlelerine hitap etmeme olanak sağlıyorlar. Bazen insanlar müziğinizi bir remix ile keşfediyor ve konsere gelip orijinal versiyonu duyunca onu da çok beğendiklerini fark ediyorlar. Böyle bir geri dönüş almak güzel bir şey.
Power ballad versiyonundan şu anki versiyonuna dönüştürmeye nasıl karar verdiniz?
Bir şarkı üzerinde çalıştığımda genelde o şarkının 10-15 farklı versiyonunu yapıyorum. Şarkıyı üretmenin en iyi yolunu bulmaya çalışıyorum. Şarkıyı bazen mahvedebiliyorsun bazen de çok daha iyi bir versiyon ortaya çıkıyor. House, rock, ballad versiyonlarını, düşük tempolu versiyonları mutlaka deniyorum. Birkaç hafta sonra ise biraz geri çekilip hepsini teker teker dinliyorum. Bazen içlerinden en iyisini seçiyorum, bazen de her birinden en iyi ögeleri alıp bambaşka bir versiyonda bir araya getiriyorum. Biraz çılgın bir süreç, çok zaman alıyor benim için.
Yaratım süreci sizin için nasıl ilerliyor?
Ofise gider gibi her gün stüdyoya gidiyorum ve tüm günümü orda geçiriyorum. Seslerle, melodilerle, sözlerle ve birçok ekipmanla oynuyorum. Her gün kendime yaratıcı bir ortam oluşturmaya çalışıyorum. Kendime biraz da baskı yapıyorum, “günün sonunda mutlaka ortaya bir şeyler koymalısın” diyorum. Bu bir şarkı, bir söz, bir melodi, bir tema olabilir. Yaratım süreci biraz kasları çalıştırmak gibi. Kasları ne kadar iyi çalıştırırsan sonuç o kadar iyi oluyor. Ve sonu olmayan bir süreç bu. Bazen insanlar bana soruyor “hiçbir fikrin olmadığında ne yapıyorsun?” diye. Sadece kendimi zorluyorum ve deniyorum. Her şeyi kaydediyorum, ertesi gün dinliyorum ve içerisinden en iyilerini seçiyorum.
Müzik kariyerin boyunca birçok farklı vokalle çalıştın. Seni bu vokallerle çalışmaya iten şey nedir ve herhangi bir vokalle birlikte çalışma şansın olsaydı bu kim olurdu?
Sanırım akışa bırakıyorum kendimi. Tüm fırsatlara açığım. Tabii ki büyük hayallerim var ama günlük hayatımda elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorum. O kişiyle aramızda karşılıklı bir ilgi ve alaka olması benim için yeterli. Büyük isimleri çok umursamıyorum. Karşımdaki insanda gördüğüm ışığı onun bende de görmesi gerekiyor. Sokakta yürürken bir sokak müzisyeni dikkatimi çekerse hemen gider onunla ne yapabileceğimizi konuşurum. Tamamen o anki hislerimle alakalı. İş tarafı daha sonra geliyor, en önemli olan şey öncelikle müzik. Vokallere gelince, bu herhangi biri olabilir. Beklenmedik şeyler yapmayı seviyorum, fazla büyük isimlerle çalışmak istemem. Biriyle işbirliği yaptığımda onların geçmişte neler yaptıklarıyla pek ilgilenmiyorum. İyi bir sesleri ve yaratıcı bir akılları varsa ve bağ kurabildiysek ikimiz de solo işlerimizden çok daha iyi bir şey ortaya çıkarmış oluyoruz. Vokallerde o bağı arıyorum.
Daha önce birçok kez burada sahne aldın ve Barış Demirel, Mahmut Orhan gibi birçok isimle çalıştın. Sanırım Türkiye dinleyicisiyle ve Türkiye ile özel bir bağın olduğunu söylemek yanlış olmaz. Dinleyicilerle arandaki bağı nasıl tanımlarsın ve onlara söylemek istediğin bir şey var mı?
Çok doğal gelişen bir bağ aramızdaki. Yıllar önce ilk kez burada sahne aldığımda salon tamamen doluydu, çok güzel reaksiyonlar aldım ve tekrar gelmeye karar verdim. Bu kadar basit aslında. Barış mesela, onunla da tekrar yeni bir şarkı üzerinde çalışıyoruz. Kendisi hem vokal olarak yer alacak hem de trompet çalacak. Sadece birlikte müzik yapmanın ötesinde onunla çok yakın arkadaşız. Barış‘ın sesinin hak ettiği değeri görmediğini düşünüyorum, mükemmel bir sesi var. Barış‘la yeni şarkımız İngilizce olacak. Türkiye’de çok yakında hem bir DJ seti ile hem de Kadebostany adı altında tekrar sahne alacağız.
Burada unutamadığınız bir anınız var mı?
Bir kebapçıya gitmiştik ve kebapçı büyük hayranımmış. Üstünde ismimin yazdığı devasa bir pide hazırlamışlardı bana. Sonradan öğrendim ki aslında çok sık yapılan geleneksel bir şeymiş. O zaman demiştim ki “bu ülke başka hiçbir ülkeye benzemiyor :)”. Burada benim her zaman hayran olduğum şey insanların kibarlığı. İngilizce bilmeyen insanlarla bile bir şekilde iletişime geçmenin, bağ kurabilmenin bir yolunu buluyoruz. Bazen de aynı dili konuştuğunuz insanlarla bile anlaşamıyorsunuz. Bir de müzik zevkiniz oldukça kaliteli. Sokakta yürürken bazı konser afişleri görüyorum ve o sanatçıların hepsi benim halihazırda dinlediğim sanatçılar oluyor. Mesela Jay Jay Johanson, onun da büyük bir hayranıyım.
“Kadebostany Cumhuriyeti” ve vatandaşlarınızdan bahsedebilir misin biraz? (Bu kısımda bize “50 Kadebostan parası” veriyor. :))
Bu fikirle ilk yola çıktığımda, yaratıcı tarafımı besleyecek bir şey oluşturmak istemiştim. Bu “sahte cumhuriyet” bana oldukça büyük bir sanatsal özgürlük sağlıyor ve müzikal anlamda yapmak istediklerimi yapmama yardımcı oluyor. Bir gün bir rap albümü yapmak istersem bu cumhuriyet sayesinde bunu yapmanın bir yolunu bulurum. Bana kreatif bir özgürlük sağlayacak kadar büyük bir alan ama aynı zamanda odaklanmama yardımcı olan bazı sınırlar da var. Aynı zamanda bu “star system” (yıldız sistemi) dediğimiz şeyle oynamanın da yaratıcı bir yolu. Bu cumhuriyetin başkanı benim, bazı insanlar bunu kibirli buluyor ama bu yarattığım persona’nın ve sanatsal yönümün temel bir parçası. Benim için müzik endüstrisine adım atmanın çok eğlenceli bir yoluydu bu. Ayrıca yaptığım işte özgürlük benim için çok önemli. Sabit bir vokalist, davulcu ve söz yazarıyla yıllar boyu çalışamam.
Bu parayla şimdi biz de birer vatandaş mı olduk? 🙂
Tam olarak değil, ama en azından kahvenin parasını ödeyebiliriz bununla. 🙂
Kadebostany bugünlerde ne dinliyor?
Piers Faccini, Smerz, Nick Leng ve Hak Baker bu ara çok dinlediğim isimler. Aslında ‘Two Lovebirds In A Cage’e ilham olan şarkılardan oluşan bir çalma listem var, ona göz atabilirsiniz.
Kadebostany için yakında başka herhangi bir proje var mı?
Bir ay içerisinde ‘Two Lovebirds In A Cage’in ikinci versiyonu gelecek. Daha sonra üç Ukraynalı vokalle Ukrayna için bir işbirliğim olan ve zaten beraber de turladığımız Fang the Great‘in de yer aldığı ‘Another Sunrise’ isimli bir tekli yayınlayacağız. Çok özel bir şarkı olacak.