İngiltere ve Almanya’dan iki yetenekli müzisyen Christina Wood ve Cicely Goulder’dan oluşan Kaleida, 11 Şubat’ta Türkiye’ye geliyor. John Wick filminde kullanılan ‘Thin’ şarkılarıyla büyük kitleler tarafından tanınan Kaleida’yı biraz yakından tanımak için buyurun söyleşimize!
Batıkan BAKSI / [email protected]
Kaleida’nın kuruluş hikayesine baktığımda çok da alışık olmadığımız bir gelişmeyle bir araya geldiğinizi gördüm, bence oldukça sıra dışı görünüyor. Birbirinizle e-posta yoluyla tanışmanızdan ve aslında farklı kariyerlerden müziğe geçiş sürecine kadar bu başlangıç serüveninizi nasıl özetlersiniz?
Oldukça uzun bir yolculuk oldu! Hem müzisyenler hem de bireyler olarak birçok dönüşüm geçirdik. En başından beri aramızda güçlü bir müzikal kimya vardı. Yayınladığımız ilk şarkılardan biri olan ‘Think’ viral hâle geldiğinde, müzik endüstrisine ve bu dünyada nasıl yol alacağımıza dair hiçbir hazırlığımız yoktu. Bu yüzden uzun bir süre boyunca biraz geri planda kalarak kendi işimize odaklandık, müziğimizi geliştirmeye ve kendimize sadık kalmaya çalıştık. Şimdi ikimiz de anneyiz ve ben ABD’de yaşıyorum. İki kadın olarak, tüm bu aşamalar ve değişimler boyunca birbirimize uyum sağladık. Bunu başarabilmemizin sebebi, hayatın her şeyle aynı anda başa çıkmayı gerektirdiğini içgüdüsel olarak anlamış olmamız sanırım. ‘Odyssey’ albümümüzün adını Nap Time koymamız gerektiğiyle ilgili şaka yapardık, çünkü çocuklarımız uyurken kaydettik! Artık birbirimizin zihnini okuyabiliyoruz ve inanılmaz derecede verimli hâle geldik. Bu ortaklığa olan bağlılığımız ve kendi şartlarımızla evrimleşebilmemiz açısından bu yolculuk için çok minnettarım.
“Müzik, kesinlikle sınırları aşan bir bağ…”
İki farklı kültüre sahip müzisyenlersiniz. İngiliz ve Alman bakış açılarının müziğinizi yaratırkenki etkileri neler oldu en başta? Yani demek istediğim, grubunuzun mayasını nasıl tutturdunuz?
Müzik, kesinlikle sınırları aşan bir bağ. Aynı zamanda yarı Amerikalıyım, dolayısıyla bu da işin içine giriyor. Farklı bakış açılarına sahip olmak harika bir şey aslında. Amerikalı yanım nedeniyle bazen çok iyimser ve içten olabiliyorum ve her şeyi başarabileceğimi düşünüyorum. Alman tarafım ise beni biraz daha doğrudan ve net yapıyor. Cicely ise o kendine özgü İngiliz inceliğine ve mizah anlayışına sahip, ayrıca müzikal anlamda çok güçlü bir geçmişi var. Birbirimizi çok iyi tamamlıyoruz! Ayrıca sevdiğimiz ve müziğimize dahil ettiğimiz farklı türlerden oluşan bir karışım var. İkimiz de koro müziğini seviyoruz. Cicely, erken dönem house ve soul müziğini seviyor, ben ise elektronik müzik ve folk müziğe ilgi duyuyorum.
Dream pop ve synth-pop’un modern tınılarını harmanlayan tarzınız dinleyiciler üzerinde güçlü bir etki bırakıyor. Müziğinizi oluştururken hangi sanatçılar veya olaylardan ilham alıyorsunuz?
Son zamanlarda ABD’deki siyasi gelişmeleri çok düşünüyorum, bu yüzden genellikle kitaplara ve farklı dönemlere sığınıyorum. Şu sıralar 1800’lerdeki Amerika’nın batısı ve 1930’lardan Amerikalı ressam Agnes Pelton ile ilgileniyorum. Ama ilham kaynağımız herhangi bir şey olabilir. Sonuçta hepsi bir şekilde müziğimize süzülüyor!
Minimalist yapıya sahip şarkılarınızın atmosferi ve yoğunluğu da dikkat çekici. Bu tarzı benimsemenizin ardında ne yatıyor?
Bir şarkıdaki her şeyin bir amacının olmasını seviyoruz ve ikimiz de fazlalıklardan pek hoşlanmıyoruz. Bir şarkının, ister elektronik olarak prodükte edilmiş ister sadece bir piyanoyla çalınmış olsun, tek başına ayakta durması gerektiğini düşünüyoruz. Aynı zamanda vokale ve dinleyicilerin hissettiklerine yer bırakmayı seviyoruz.
“Keanu Reeves, gerçekten havalı biri!”
“John Wick” filminde ‘Think’ şarkınızın yer alması kariyerinizde dönüm noktası oldu. Bu şarkının minimalist yapısının filmdeki sahnelerle olan zıtlığı da büyük ilgi gördü. Bu süreç sizin için nasıldı? Böyle bir projede yer almak müziğinize ve kariyerinize nasıl bir ivme kazandırdı?
‘Think’ şarkısını kullanma talebi, filmin editörünün bizi Polonya’nın Poznań şehrinde bir konserimizde izledikten sonra geldi. Bize e-posta göndererek Keanu Reeves’in yer aldığı bir film için şarkımızı kullanmak istediğini sordu. Tabii ki kabul ettik. Ancak şarkının son kurguda kalmasını hiç beklemiyorduk ve filmin bu kadar kült haline geleceğini de bilmiyorduk! Bize birçok kapı açtığı ve hâlâ yeni dinleyiciler kazandırdığı için inanılmaz minnettarız. Ve tabii ki Keanu gerçekten havalı biri!
Peki ilk EP’niz “Think” ile son albümünüz “In Arms” arasında müzikal olarak nasıl bir evrim geçirdiniz? Değişiminizi ve müzik yolculuğunuzdaki önemli noktaları nasıl anlatırsınız?
Öncelikle, her şeyi kendi başımıza öğrendik diyebilirim. Sound’umuz daha detaylı hâle geldi ve belki biraz daha az pop tınılarına sahip oldu. Birçok farklı müzik türünden ilham alıyoruz ve müziğimize daha fazla akustik element ekliyoruz.
“Şarkılarımızın filmlerde olması, insanlara ulaşmanın kesinlikle iyi bir yolu!”
“John Wick”in yanı sıra “Atomic Blonde” filminde de ’99 Luftballons’ cover’ınız yer aldı. Ki zaten Cicely Goulder daha önce film endüstrisinin bir parçasıydı. Filmlerle bu tür bir iş birliği yapmak müziğiniz üzerinde nasıl bir etki yaratıyor sizce? Şarkılarınızın bu tür projelerde yer alması size nasıl hissettirdi?
İnsanlara ulaşmanın kesinlikle iyi bir yolu. Bizi mutlu ediyor ve daha fazlasını yapmayı umuyoruz. Belki daha sanatsal filmlerde de yer almak isteriz.
‘99 Luftballons’ gibi efsanevi bir şarkıyı coverlamak cesur bir tercih. Bu projeye nasıl yaklaştınız ve bu şarkıya getirdiğiniz yorumun orijinal versiyondan farkını nasıl tanımlarsınız?
Berlin’de, Soğuk Savaş döneminde geçen bir film için 80’lerden bir cover yapmamız istendi. Ben de ’99 Luftballons’u düşündüm çünkü aslında bir savaş karşıtı şarkı ve tabii ki Almanca. Bizim versiyonumuz, şarkının arkasındaki hüznü daha çok ön plana çıkarıyor.
Türkiye’ye ilk kez geliyorsunuz ve İstanbul’daki hayranlarınızla buluşacaksınız. Bu konserle ilgili hisleriniz ve beklentileriniz neler?
İnanılmaz heyecanlıyız! Bizi nelerin beklediğini tam olarak bilmiyoruz ama şu ana kadar Türk hayranlarımız en ilgili olanlar gibi görünüyor! ☺
Peki İstanbul’da çalmak için sizi heyecanlandıran ya da bu konseri özel kılacağını düşündüğünüz bir şey var mı?
İstanbul’un ruh dolu atmosferine uyum sağlamayı dört gözle bekliyorum. Daha önce ziyaret ettiğimde bu hissi yaşamıştım. Ayrıca İstanbul’daki indie müzik sahnesini ve dinleyicileri çok merak ediyorum. Konser sonrası insanlarla sohbet etmeyi seviyorum.
2025 ve sonrası için Kaleida’yı neler bekliyor? Hayranlarınız yakın gelecekte neler duyacak sizden? Mesela bir yeni albüm ya da yeni soundtrack iş birlikleri gibi?
Şimdilik daha fazla turne gözüküyor!
Türkiye’deki dinleyicilerinize göndermek istediğiniz mesajlarınızı, söylemek istediklerinizi de dergy.com aracılığıyla duyabilir miyiz? 🙂
Bizi desteklediğiniz ve müziğimize ilgi duyduğunuz için teşekkür ederiz! Barış dolu günler diliyoruz, çok sevgiler.