2023’ün en merakla beklenen albümlerinden birini 15 Eylül’de çıkaran Nation of Language’in henüz 7 senelik olsa da kısa ama üretim dolu müzikal yolculuğunu son albümleri “Strange Disciple” vesilesiyle inceleyelim.
Ant Arın ŞERMET
Öncelikle bu yazı ne bir albüm kritiği ne de gruba olan hayranlıkla yazılan bir aşk mektubu… 7 sene önce yolları Brooklyn’de kesişen, vokal Ian Richard Devaney, klavyesiyle hayranlarını seksenlere ışınlamaktan geri durmayan Aidan Noell ve bas gitarda Alex MacKay’den oluşan Nation of Language’e dersine günü gününe çalışan bir grup diyebiliriz. Grubun kurucu kadrosunda Alex MacKay yerine, Ian’ın öncek grubu the Static Jacks’ten Michael Sue-Poi da vardı ancak onunla yollar bir noktadan sonra ayrıldı. Grubun çalışkanlığını, dersine günü gününe çalışan diyerek tanımladığımı biliyorum. Bundan kastım sadece üretim sıklıkları değil. Dönem ve tür fark etmeksizin birçok türü dinleyip bunu müziklerine entegre edebilme maharetleri kastettiğim nokta. Ama bunu biraz daha açsam daha iyi olur tabii…
İlk albüme giden yol: 2016-2020
Grubun kurulduğu günler aynı zamanda Ian ile Aidan’ın evlendiği günlere denk gelmekte. Bi’ düşününce 2016-2019 arasında grubun birbiri ardına tekliler yayınlamasında bu birlikteliğin yeri çok büyük. Çünkü Aidan’la Ian müzik zevki bakımından temel noktalarda birbirleriyle uyumlu olsalar da derinlere indikçe birbirlerinden ayrıştıkları noktalar ortaya çıkmakta. Blur, Pulp gibi Britpop gruplarının yanında indie müzikten kopamayan Aidan’ın aynı zamanda sıkı bir klasik blues ve country dinleyicisi olması enstrümanına olan yaklaşımını da şekillendirmekte. Aidan’ın özellikle country müzik alışkanlığıyla edindiği bazı synth fikirlerini ilk albümdeki ‘Indignities’, ‘Sacred Tongue’ gibi şarkılarda duyarken Aidan’ın krautrock hayranlığı vokalinden, sahne personasına kadar işlemiş durumda. Evet, özellikle ilk albümleri olan “Introduction, Presence”da büyük bir Depeche Mode damarı var. Ancak ‘Friend Machine’ ve ‘The Motorist’ gibi şarkıları dikkatli dinleyince krautrock hayranlıkları anlaşılmakta.
Ün, Deneme ve Ayrılık: 2020-2022
“Introduction, Presence” da tıpkı çoğu pandemi albümü gibi gecikmeli olarak piyasaya çıktı. Bu denklemde pandemi için grubun hem şansı hem de şanssızlığı diyebiliriz. Çünkü birkaç ay gecikmeyle dinleyicisiyle buluşsa da herkesin yeniliğe aç olduğu bir döneme denk geldi ve çıkar çıkmaz dikkat çekti. 2020’de Pitchfork’tan, Stereogum’a birçok alternatif müzik odaklı mecranın gözüne girmeyi de başardılar. Elbette bu sayede tanınırlıkları da göz açıp kapayana kadar arttı. En özet şekilde söylersek, ünlendiler! ‘September Again’ ve ‘Friend Machine’ gibi Duran Duran, Depeche Mode diskografisinde olsa bile öne çıkacak şarkılar onların yolculuğunu hızlandırdı. Böylelikle de ikinci albümleri olacak “A Way Forward”ı ürettiler.
Bu albüm, önceki albüme göre net farkları olan Ian’ın biraz daha kontrolde olduğu bir işti. Nitekim pandeminin hafiflemesiyle çıktıkları albümün turnesi sona erdiğinde Alex MacKay, Michael’ın yerine gruba dahil oldu. “A Way Forward” albümü, ‘Across That Fine Line’, ‘Wounds of Love’ gibi başarılı synthpop örneklerine sahip olsa da ilk albümün etkisi tam olarak bitmeden, 1 sene içinde çıkmış olduğu için erken doğdu… Tek nedeni bu olmasa da gelen reaksiyonlar ilk albümdeki kadar olumlu değildi.
Albümde hit bir şarkının olmaması müzik eleştirmenlerinin en çok dile getirdiği eleştiriydi. Haksız olduklarını söyleyemeyiz ama grubun da hit şarkı yapmayı tercih etmediği, deneme yanılma yapmak istediği de gözlemlenebiliyordu. Çok kısa bir sürede ünü, ayrılığı ve eleştiriyi bir arada yaşamışlardı. Yine de çok sayıda büyük festivale çağrılmaları ve ABD ile Avrupa’nın azımsanmayacak bir kısmında çalmaları elbette önemliydi. Bu süreci tamamlamak için durmak bilmeyen yaratıcılıklarına sarıldılar.
Talep ve Kontrol: 2022-günümüz
Nation of Language ilk albümünde hikaye anlatmayı deneyen, ikinci albümünde hikaye anlatmaktansa hikayenin ögelerini irdeleyen, “Strange Disciple”daysa irdelediği parçalarla hikayesinin hem işitsel hem de görsel bir dünya yaratabileceğini fark etti. Ian katıldığı bir röportajda bunun nedenini şöyle açıklıyor;
“Pandemiden önce ben kafelerde, barlarda garsonluk, eşim Aidan’sa bebek bakıcılığı yapardı. Buna rağmen bir şekilde stüdyoya girmeye ve ayda en az 3 konser vermeye vakit ayırırdık. Şimdi sadece müzik yapıyoruz ve dürüst olmam gerekirse hayat nasıl yapılacağını iyi bildiğim tek konu bu. Bütün odağımızı müziğe verdiğimiz için planlı gitmek daha kolaylaşıyor ”
Ian’ın sözlerini düşünüp, kusursuza yakın modern synthpop hit örnekleri olan “Too Much Enough” ve “Sole Obsession”ın kliplerini incelediğimizde grubun kısa sürede olgunlaşıp sonraki birkaç adımı planlamaya başladığı görülmekte. Albümün turnesini de Amerika yerine Avrupa’dan başlatma kararları da sanıyorum ki hedef kitlesini yeniden tanımlamalarının bir karşılığı. Bu albümü dinleyince, ondan önce gelen iki albümün grubu bu albüme hazırladığını düşünmemekten başka bir çare kalmamakta. Hem deneysellik, hem hit üretimi, hem komple bir albüm yapabilme yetisi hem de yılın en dikkat çeken birkaç işinden birini yapıp bu sorumluluğu taşımaya hazır görüntü…
Belki de bu grubu birçok dönemdaşından ayıran temel nokta, beklenti oluşmasını engellerken aynı zamanda beklemeye değer bir dönüş yapacaklarını bilmemiz. Dinleyicisini kendi içinde çeliştirmeyi sevdiklerini “Strange Disciple”la kuşkuya yer bırakmayacak şekilde anladık. Bakalım daha bize neler anlatacaklar?