Ürettikleri tüm eşsiz eserlere rağmen klasik müzik tarihinde de pek çok başka alanda olduğu gibi birçok kadın müzisyenin adı tozlu sayfalarda bekliyor. Biz de bu yazıda tarihe izini bırakabilmiş klasik müziğin asi ve dahi kadın bestecilerinden bahsettik.
Neslihan ATCAN ALTAN
Klasik müzik hakkında yazmak aslında gerçekten benim boyumu arşın arşın aşan bir iş. Bu sebeple ben de hayran olduğu aile büyüğü evlerini ziyarete geldiğinde, o kişiye olan onca sevgisine rağmen utancından bu teyze ya da amcanın yanına gidemeyip onu perde arkasından izleyen bir çocuk gibi uzaktan tanıyıp sevgimi gösterdiğim birkaç kadın besteciden bahsetmek istedim. Bahsetmek istedim çünkü çoğumuzun popüler klasik müzik belleğinde bu isimlerden hiçbirinin olmadığına bahse girerim. Hatam olduysa da af ola…
Elisabeth Jacquet de la Guerre (1665- 1729)
17. yüzyılın ortalarında müzisyen bir aileye doğan bu dahi çocuk, kayıtlara opera yazmış ilk Fransız kadın olarak geçmiş. 14. Louis’nin maiyetinde müzik yapmış ve kralın huzuruna çıkan önemli müzisyenlerden biri olmuş. 1677 yılında Mercure Galant isimli ünlü sanat ve edebiyat dergisinde Elisabeth Jacquet de la Guerre ile ilgili bakın ne yazılmış: “En zor müzik parçalarını söyleyebildiği gibi şarkı söylemek isteyen başkalarına da kimsenin taklit edemeyeceği kendine has üslubuyla çaldığı klavsende eşlik ediyor. Müzik parçaları yazıyor ve onları istenen her anahtarda çalabiliyor… ve daha 10 yaşında.”
Evlendikten sonra 14. Louis’nin saltanatı boyunca kraliyet müzisyeni olarak kariyerine devam eden de la Guerre’in çoğu eseri oda korosu için yazılmış parçalar olsa da iki sahne eseri, yapıtları arasında büyük önem taşımakta: Bir bale eseri ve yazımın girişinde bahsettiğim operası. Ne yazık ki geleneksel Fransız anlayışına uymayan çağdaş bir üslupla yazdığı opera o dönem iyi karşılanmamış ama Elisabeth üretmeyi bırakmamış. Hem de art arda yaşadığı korkunç kayıplara –annesi, babası, kardeşi, kocası ve oğlunun ölümleri– rağmen.
Augusta Holmes (1847-1903)
Çok geçmiş zaman olmasa da 19. yüzyılın bu çılgın İrlanda kökenli Fransız bestecisi belki de günümüz kadınına çağdaşlık dersi verecek tam bir öncü kuvvet! Müzikle uğraşması, daha doğrusu müzik çalışması ve bunu kariyer hedefi haline getirme arzusu ilk olarak annesi tarafından engellenen Augusta Holmes, annesinin ölümünden sonra da toplumsal engellere takılarak konservatuvara alınmamış ve piyano eğitimini özel derslerle yürütmüş. Tüm bu dayatmalara rağmen 12 senfonik şiir, 4 opera (bazı kaynaklarda iki opera olarak geçiyor) ve 100’den fazla parça bestelemiş Augusta. Özel hayatındaysa hiç evlenmemiş ama dönem şairlerinden Catulle Mendes’le olan ilişkisinden beş çocuk sahibi olmuş. Evlenememiş değil bakın; evlenmemiş!
Babasından kalan miras sayesinde 19. yüzyıl Fransa’sında bir erkeğin boyunduruğuna girmeden hayatını ve kariyerini idame ettirebilen Augusta’nın opera aşkını tetikleyen eser Wagner’in “Das Rheingold” operası. Lizst’le de iyi arkadaş olan Augusta, yarattığı eserlerin ilhamını genellikle klasik mitoloji hikayelerinden almış. Eserleri “maskülen” olarak nitelendirilen Augusta’nın “Allegro Feroce” isimli eseri 2018 yılında Kadınlar Günü kutlamalarında BBC Radio 3’de BBC Konser Orkestrası tarafından çalındı. 2019 yılı Kadınlar Günü kutlamalarında ise “Roland Furieux” isimli senfonisi Cardiff’te dinleyicisiyle buluştu.
Dileğim kadın bestecilerin eserlerinin sadece Kadınlar Günü vesilesiyle değil, her daim dinleyicisini bulması. Neyse…
Florence B. Price (1887-1953)
Sevgili Florence B. Price Amerika Birleşik Devletleri’nin ilk siyah kadın klasik müzik bestecisi olarak tarihe geçmiş bir sanatçı. Kendi anne ve babası tahmin edeceğiniz üzere etnik köken sebebiyetiyle ziyadesiyle zorluk çekmiş ama iyi eğitimli ve içinde bulundukları toplulukta söz sahibi insanlar. Hal böyle olunca Florence da dört yaşından önce kendisi de piyanist olan annesinden piyano dersleri alarak, müzik kariyerinin yapı taşlarını oluşturmuş. Bu girizgah pek dramatik olmadı farkındayım. İlla acı mı çeksinler canım? Çekiyor sonra zaten, rahat olun…
14 yaşında liseden birincilikle mezun olan harika kızımız, yaşı üniversite için biraz küçük olduğu için 16 yaşında başladığı konservatuvar eğitimini iki ana dal (piyano ve org) yaparak 3 yılda tamamlamış. Bu süre içinde ve devamında üniversitede aktif ders veren bir akademisyen olduğunda ırkçılık ve cinsiyetçilikle uğraşmak durumunda kalmış ve bu çile ilerleyen yıllarda daha da şiddetli olarak kendisini hissettirmiş; malum Amerika o dönem de en az (en az mı?) şu an olduğu kadar ırkçı. Bir yandan 1920’li yılların finansal çöküşe yol açan Büyük Depresyon’u, diğer yandan ayrımcılık ve ilk eşinden gördüğü şiddet, Florence’ı epey hırpalamış. Tüm yaşadığı zorluklara rağmen güçlü kişiliği ve disipliniyle ayakta kalmayı başaran Florence, yaşamı süresince dört senfoni, oda müziği, piyano parçaları, üç piyano konçertosu ve iki keman konçertosu bestelemiş.
Bu bağlantıda onun beğendiğim bir albümünü bulabilirsiniz. Böyle deyince de sanki uzun zamandır Florence B. Price dinliyormuşum gibi oldu! Yok öyle bir durum. Araştırırken öğrendim, dinledim, beğendim.
Klasik kapanış cümlelerime geçiş yapıyorum; daha kimler kimler var. Mesela Clara Schumann’dan bahsetmek isterim, ki kadın besteciler içinde en tanınanlardan biridir kendisi. Robert Schumann’ın arkasında değil, önünde durarak onu çeken ve taşıyan güçtür. Sekiz çocuklu bir anne ve evin para kazanan tek bireyi olmasına rağmen dönemin ve sonrasının en başarılı konser piyanistlerindendir Clara. Onu birkaç paragrafla anlatamayacağım için sizlere bu hap bilgileri ve şu tatlı eseri bırakıyorum.
Canım kadınlar, bizlere bıraktığınız bu rüya müzikler için teşekkür ederim!