Ana SayfaÖzel DosyaKorkutan, şaşırtan ve şoke eden filmlerle Dario Argento

Korkutan, şaşırtan ve şoke eden filmlerle Dario Argento

Yıllar, yıllar önce en sevdiğim mekanda yeni tanıştığım bir bireyle sinema sohbeti ederken kendisine Dario Argento’dan bahsedince bana “Senin ağabeyin mi var?” diye sormuştu. Önce anlamamıştım. Sonra idrak ettim ki Dario Argento’yu kadın başıma tanıyabilmem için bir erkek bireyin rehberliğine ve hatta liderliğine ihtiyacım vardı. Tahmin edersiniz ki bir daha bu şahısla konuşmadım. Şimdi düşününce kendi kendime diyorum ki “Aşırı tepki vermişsin. İyi ki de öyle yapmışsın.”

Neslihan ATCAN ALTAN

Bir kere orta okul ve lise eğitimim süresince evde çılgınca izlediğimiz video filmler ailelerin denetiminden geçmezdi. Annem korku filmi meraklısıydı ve “Yazık ayol, bu çocuklar 122 yaşına geldiklerinde bile bir odanın ışığını söndürdükten sonra gidecekleri odaya koşarak gidebilirler. Filmleri bunlarla izlemeyeyim.” kaygısı taşımayan özgür bir ruhtu. Dolayısıyla ben de Allah ne verdiyse yedim yuttum. Mahallenin videocusundan aşırı evladiyelik bir kaset geri sarma cihazı kazanmışlığımız var. O kadar yani. Bu arada, o makine hayatta kazandığım tek şey olabilir şimdi düşününce.

Bunların içinde beni en korkutan/ şaşırtan/ şoke eden filmler ismini ve cismini sonradan öğreneceğim Dario Argento’nun filmleriydi.

Çoğunuzun bildiği üzere (kibarlığımdan öyle dedim) 70’lerde Giallo -İtalyancada sarı anlamına geliyor- sarı tonlarındaki kitap kapaklarıyla ün kazanan polisiye roman türünün ismiydi. Sonrasında İtalyan sinemasının bir alt janrı olan gerilim sinemasının ismi haline geldi. Peki neydi bu türün genel özellikleri? Stilize cinayetler, amatör dedektifler, siyah eldivenler, bastırılmış anılar ve tüyler ürpertici Ennio Morricone score’ları. Tabii ki çok daha detaylı analiz ve bilgi verebilirim ama yerim dar.

O yüzden hemen Dario Argento’ya bakalım derim. Kendisi eski bir film eleştirmeni ve senaristi olan Argento, The Bird with the Crystal Plumage (1970) filmiyle yönetmenliğe başlar ve kesinlikle bir sadist olduğunu düşünmemi sağlayan sinemasını bizlere sunar. Bahsettiğim bu film türün hemen hemen her özelliğini taşımakta. Durduk yere -ya da değil- bir cinayete tanık olmak mı dersiniz, siyah eldiven mi dersiniz, Ennio Morricone’nin sinir müziği mi dersiniz, hepsi burada var.

Türün en bilinen yönetmeni

Bu arada şunu da eklemem lazım, her ne kadar türün en bilinen yönetmeni Argento olsa da Mario Bava’nın “The Girl Who Knew Too Much” (1963) (Tam İtalyan çevirisi bu ama The Evil Eye olarak da bulabilirsiniz) Giallo’nun ilk örneği sayılabilir. Bava ayrıca diğer bir filmi “Blood and Black Lace” (1964) ile Amerikan slasher türünün şekillenmesine de yardımcı olmuş önemli bir isim.  Bu arada doğum günlerimiz aynı. Evet, ben de 1914 doğumluyum.

Argento’nun beni etkileyen diğer filmlerinden de kısaca bahsedip konuyu kapatacağım. “The Bird with the Crystal Plumage” (1970) ardından aklın yolu bir diyerek, dünyada türünün en başarılı filmlerinden sayılan “Deep Red”le (1975) el artırıyorum. Bilin bakalım yine durduk yere biri ne yapıyor filmde? Vahşi bir cinayete tanık oluyor, evet. Spoiler vermeyeceğim ama özellikle ikinci cinayetin sadist kurgusu insanı tüketecek ağırlıkta ya da ben öyle hissettim. E hadi ilk cinayetin kurbanını da açıklayıvereyim. Ünlü bir medyum! (Umarım kullandığım ünlem tüylerinizi diken diken etmiştir)

Dario Argento’nun kızı başrolde

Üçüncüsü kızının başrolde olduğu “The Stendhal Syndrome” (1996). Bu sendromun varlığını bu filmle öğrenmiştim. Filmin açılış sahnesinin ünlü Uffizi Galerisi’nde çekilmiş olması da sendromuna uygun mekan bulmanın dersini veriyor. Bu filmi videoda izlemedim ama nerede izlediğimi de hatırlamıyorum. cNBC-e olabilir mi acaba? Neyse. Tekrar eden motifleriyle yine bizleri (tamam, beni) paralize eden, çaresizlik, izlenme, bastırılmış anılar ve benzeri olumsuz duyguların hepsini vahşice barındıran bu film hatırladıkça hala ense tüylerimden başlayarak bir horoza dönüşürüm.

E, peki “Suspiria”yı (1977) ne yapacağız? Öncelikle filmin yeniden çevrilmiş versiyonunu izlemedim, izlemeyeceğim. Arkadaşım, zaten burada yapılmışı var, yeniden ne gibi bir yorumlamayla daha korkutucu olabilir ki? (Meğer daha betermiş. Olsun) Korkutuculuğunu, gerçek bir duyum ziyafeti oluşunu, sembolizmini, doğaüstü bir belanın dehşetli gerçeklerle sunuluşunu geçtim, Jessica Harper’ın yeri nasıl dolabilir ki? Şimdi bana sinir olacaksınız ama bir de Tilda Swinton’dan bıktım ben. Uzaylı tipi her rolde uzaylı gelmeye başladı gözüme.

dario argento

Son olarak “Tenebrae”den (1982) bahsedip bu yazıyı yazarken korkudan yanıma aldığım bıçağı yerine bırakacağım. Tenebrae, Argento’nun klasik anlatısının dışına çıkıp filmin çoğu karakterini sadece öldürme amaçlı kullandığı bir film. Sağdan soldan biçtiği karakterler, bize şiddet ve ölümün fetişizmini büyük bir ustalık ve sadizmle kurgulayan Argento’ya kızalım mı yoksa hayran mı olalım ikilemini yaşatıyor. Gerçekten adamın her filminde aklımı yitireceğimi zannediyorum. Bu arada filmlerinin feminist perspektiften okuması facia olabilir, olmuştur da. Ama yani ne yapalım? İzlemeyelim mi? Ben buna Allen/Polansky problemi diyorum; benim için çözüm filmlerini izlemek ama kendilerinden nefret etmek. Argento’ya nefret edebilecek kadar bir yakınlığım yok. Kendisinden korkuyorum.

Bir de biliyorsunuz kendisi benim birkaç filmini sevip özünde aşırı huylandığım Gaspar Noe’nin 2021 yapımı “Vortex” filminin başrolü. Sanki demiş ki “Ben insanları korkuttum mu? Korkuttum. Ama üzerek korkuttum mu? Emin değilim. Haydin o vakit, yaşlanmanın en acı tarafını işleyen bir filmde bizzat başrol oynayayım.”  Sağ olsun, bir bu eksikti, o da oldu.

Kendisinden bir alıntı yaparak kelime sayısı hakkımı biraz geçeyim: “Korku deri değiştiren bir yılan gibi sürekli değişir ve hep geri gelir; bilinçaltımızda bastırmaya çalıştığımız sırlarımız gibi saklanamaz.” Valla, doğru dedin üstat. Bak bana; kaç yaşımda şu yazıyı yazarken korkudan neler yaptım.

Neyse, benden bu kadar. Tükendim ve aşırı korktum. Tekrar görüşürüz sanırım.

BENZER İÇERİKLER

EN ÇOK OKUNANLAR

ÖZEL DOSYALAR