
Temelde rock’n’roll ve 60’lar müziğinden ilham aldıklarını ve synthesizer’larla da içli dışlı olduktan sonra 60’lar estetiğiyle harmanladıkları elektronik tınılarla karakteristik bir sound elde ettiklerini ifade eden La Femme ile solo albüm hedeflerinden Selda Bağcan’a kadar uzanan keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.
Son albümünüz Rock Machine’de sizi besleyen sanatçılar, sahneler ve kültürel ilhamlar nelerdi?
Manchester sahnesi, New Order, hard rock, AC/DC, The Stranglers.
Şu an durumlar nasıl, “yeni” denilebilecek bir şeyler var mı?
Bizim için yaratım süreci hep ileriye bakmakla ilgili; geçmişte çok oyalanmamaya çalışıyoruz. Şimdiden yeni fikirlerin peşindeyiz. Şu an her birimiz kendi solo albümlerimiz üzerinde çalışıyoruz. Çok yakında duyacaksınız.
La Femme’in karakteristik sound’u hangi temel direkler üzerine kurulu?
Temelde rock’n’roll ve 60’lar müziğinden besleniyoruz. Sonrasında synthesizer’ları işin içine kattık dolayısıyla bazen elektronik tınılar üretiyoruz ama bunu her zaman o 60’lar estetiğiyle harmanlıyoruz. La Femme’in karakteristik sound’unu da aslında bu karşılaşma yarattı.

La Femme’nin müzik menüsünde çok fazla seçenek var. Peki en sonunda neyi seçeceğine nasıl karar veriyorsunuz?
Zaman bazen en büyük belirleyicimiz oluyor. Bir fikre gerçekten inanıyorsanız ve onu savunmaya devam ediyorsanız, sonunda kazanan o oluyor. Bazen de şarkı kime aitse, son sözü söyleme hakkı o kişide oluyor.
Gelelim son soruya: Türkiye sizin için ne ifade ediyor ve Türkiye’den hangi isimleri takip ediyorsunuz?
Türkiye’de çalmayı çok seviyoruz. Türk müziği de bizim için çok özel; çok güçlü bir kültürel damar taşıyor. Zafer Dilek, o gerçek bir usta. Sonra Selda (Bağcan), Gülden Karaböcek. Yeni nesil revival sahnesinden Altın Gün’ü de seviyoruz.