Gençlik karamsar, geri kalanların çoğu bir şeyleri görmezden gelerek yaşamak zorunda. Sistematik bir çabayla ülkenin genlerine kodlanmaya çalışılan şeyler var ama daha dur, ölmedik bi’ saniye!
Ant Arın Şermet
Üretkenliği ve kendine has tavrıyla kısa sürede dinleyicisiyle dostluk bağı geliştiren Lalalar’ın ikinci stüdyo albümü “En Kötü İyi Olur”un çıkmasının ardından grubun frontman’i Ali Güçlü Şimşek’le grubun dününü, bugününü ve yarınını konuştuk. Tabii ki tek gündemimiz bu değildi. Malum, konum Türkiye istikamet feza. Birbirimize güvenmedikçe bu yolda engelden bol bir şey yok. Keyifli okumalar!
Türkiye’deki müzik sahnesinin en heyecan veren ve en nev-i şahsına münhasır gruplarından birisiniz ve en az sizin kadar kendine özgü olan “En Kötü İyi Olur” yaklaşık 15 gün önce dinleyiciyle buluştu. Albüme gelen tepkiler nasıl? Gelen tepkilere dair düşüncelerinizi öğrenmek isterim?
Ali Güçlü Şimşek: Tepkiler şahane. Büyük çoğunluk ne dinlediğini ve niye dinlediğini gayet iyi bilen, ortak dertlerden muzdarip, benzer şeylerden keyif alan, başka yer ve zamanlarda karşılaşsak pekala da arkadaş olabileceğimiz kişilerden oluştuğu için kendimizi çok şanslı hissediyoruz.
“Bi Cinnete Bakar” sonrası verdiğiniz röportajları okurken “En Kötü İyi Olur”a dair çalışmalara başladığınızı söylemişsiniz. Böylesine kısa ve bol konserli, hareketli bir süre içinde ikinci albümü hazırlamanız dikkat çekici. Bizi albümün üretim ve kayıt sürecine götürebilir misiniz?
Ş: Haklısın, yaklaşık 4 senedir durmaksızın turdayız aslında. Pandemi sürecinde bile konserlere pek ara verdiğimiz söylenemez. Üretim süreci ise zaten istemekle duracak gibi bir şey değil. bütün bu koşuşturmanın arasında nefes alabilmek adına bir zorunluluk adeta. Sağ olsun ülke gündemi, vasat ilişkiler, duygusal iniş çıkışlar, hayat memat, yazacak şeyler eksik olmuyor. Biz de albümü parça parça, turne aralarındaki boşlukları doldurarak kaydettik sanırım. Nasıl yapmıştık ya Marti?
Barsal Tan Özemek: Dediğin gibi turne programımız dolu ama boş durmak yok. Ali’nin de benim de cephaneliklerimiz genelde doludur. Asıl heyecan fikirleri çarpıştırdığımız ve yolumuzu düzmeye başladığımızda ortaya çıkar. Birbirimizi ne kadar iyi anladığımızı ve tamamladığımızı görmek beni her daim heyecanladırmıştır. Stüdyo süreci genelde dopamini, seratonini bol; heyecan dolu ve yüksek yaşanıyor. Ne mutlu!
“Bi Cinnete Bakar” döneminde birkaç konserinizi izleme şansı bulmuştum ve o deneyimlerimde ışıktan, seyirciyle diyaloğa, sahneyi avucunuzun içine aldığınızı söylesem abartmış olmam. “En Kötü İyi Olur”un biraz da canlı icra aşamasına dair merakımı gidermek ve bizlere nasıl deneyimler yaşatacağınızı sormak isterim.
Ş: Ne güzel söyledin, iyi ki denk gelmişiz. Açıkçası bu sorunun cevabını biz de önümüzdeki aylarda öğreneceğiz sanıyorum. Geçtiğimiz hafta “En Kötü İyi Olur” lansmanımızı Cenevre’de yaptık ve hemen ardından 2-3 aylık mecburi bir araya girmiş bulunuyoruz. Bu süreçte bir yandan dizimden bir ameliyat geçirirken bir yandan da hayallerimizi inşa etmeye devam ediyor olacağız.
İlk albümünüzle bu albüm arasında hem müzikal hem de tematik perspektifte farklar bulunduğunu düşünüyorum. Bu farkta yaşanan eleman değişikliğinin bir yeri olabilir mi acaba?
Ş: Oyuncu değişikliğinden ziyade olgunlaşma sürecimizle alakalı farklar olabileceğini düşünüyorum zira eser yaratım ve prodüksiyon disiplinimizde pek bir değişiklik olmadı. “Bi Cinnete Bakar” Lalalar öncesi yıllardan da besteler barındıran, taze bir grubu şekillendirdiğimiz, üretim sürecini 4 seneye yaydığımız 15 parçalık bir albümdü. “En Kötü İyi Olur” ise 100’den fazla yurtdışı konseri nihayete erdiğinde, içinde bulunduğumuz dönemin ruhunu daha kompakt bir zamanda kaydettiğimiz 9 parçadan oluşuyor. Bu benzerlikteki değişimlerin sıradaki albümlerde de olacağına emin gibiyim çünkü günlük hayatımızda olduğu gibi müzik serüvenimizde de her gün daha iyi bir versiyonumuza evrilme gayretinde olmaya devam edeceğiz.
İki albümünüzde de en dikkatimi çeken nokta şarkı sözleriniz aslında. Anlatımlarınızdaki bariz karamsarlığın tam aksi yönünü işaret eden müzikal tarafsa, bizi yakından tanıyan dostlarımızla oturduğumuz masadaki samimiyeti veriyor. O masalarda herkes birbirini yerin dibine soktuğu gibi ensesinden tutup kaldırmayı bilir. “Yarın Yokmuş Gibi”, “Avucunu Yalıyor” gibi şarkılar beni ensemden tutup kaldıran ve iki tokat aşk eden şarkılar oldu. Peki gerçekten merak ediyorum, sözlerinizde bahsettiğiniz gibi yarın yok mu?
Ş: Bence müziğimiz de, sözlerimiz de, ruh halimiz de biraz İstanbul gibi. Kargaşa, huzur, memnuniyet, tekinsizlik falan hep bir arada. İşaret ettiğin şarkıların sözleri de günümüzün politik gerçekleri gölgesinde tutunacak bir dal arama parodileri sanki. Pek çok anlamda özgürlük peşindeyiz ve bazı temel hak standartlarından çok uzağız maalesef. İlk kez çağın gerisinde kalmıyor belki bu coğrafyada yaşamış insanlar, ama medeni örneklerle aramızdaki pergel gün geçtikçe açılıyor. Ekonomiden bahsetmek istemiyorum bile… Gençlik karamsar, geri kalanların çoğu bir şeyleri görmezden gelerek yaşamak zorunda. Sistematik bir çabayla ülkenin genlerine kodlanmaya çalışılan şeyler var ama daha dur, ölmedik bi’ saniye:) Yarın tabii ki var. Bir yerde şöyle bir şey okumuştum “depresyona girmek için iyi zamanlarınızı bekleyin” diye. Zaten bizim buralarda dert, tasa, kavga, gürültü kamu hizmeti olmuş, bir de biz iyice kaybetmeyelim son kalan mutluluk kırıntılarımızı.
“Bi Cinnete Bakar”da dediği gibi : “Takılmasın kafan akışına bırak / Olan olur, giden gider, değişebilir işler / Bi cinnete bakar yarım kalanların / Yolun açık yeter ki sen yola çık”
Son olarak şunu öğrenmek istiyorum. Grup olarak attığınız her adımda kendinizi sadece sonraki basamağa atmıyor, her özelliğinizi geliştiyorsunuz. “En Kötü İyi Olur” vesilesiyle sizi bolca konserlerde izledikten sonra sıradaki adımda sizden ne beklemeliyiz?
Ş: 2024’te bol bol konserler, uzun turneler bizleri bekliyor. Sevdiğimiz müzisyen dostlarla sürpriz işbirlikleri olacak. Umarım olduğumuz kişileri potansiyellerine yaklaştırmaya ve bizi dinleyen insanlara yoldaş olmaya devam edebiliriz.