Sokakta, WhatsApp gruplarında, bir markette… 7’den 77’ye her kesim tarafından her yerde çok konuşulan bir konu var: “Kızılcık Şerbeti”. Benim gibi ulusal kanallarda her hafta bekleyip, süresi de bir film kadar olan dizileri izleyemeyen biri bile “N’oluyor yahu?” diye konunun içine girmek durumunda kaldı. Madem dedim girdim, dizinin Alev’i ve çok eski arkadaşım Müjde Uzman’la bu konuyu neden masaya yatırmayalım…
İpek ATCAN / [email protected]
Yani insan bazen gerçekten de kayıtsız kalamıyor. Dizi izleyecek vakti olmayan ya da normalde hiçbir şey izlemeyen tanıdıklarım bile konuya hakim. Bir süre yemek masalarında konu dışı kalınca geçtiğimiz sezon bitmek üzereyken “Konuya el atmalıyım” diyerek YouTube’dan 35 dk’lık bir özet bulup izlemiştim. A-a! O da nesi? E bu dizi Türkiye! Öyle olunca da ilgimi çekti tabii. Biraz asap bozucu, yer yer tebessüm ettirici.. Geçtiğimiz günlerde aile evinde tam da son bölümünü izlemişken de konunun epey içindeyim anlayacağınız. Müjde, ay pardon Alev… Aslında tam da Müjde! O sarkastik konuşması, göz devirmeleri, gülmeleri. Hadi buyrun, röportaja.
Direkt konuya giriyorum, senaryoyu ilk okuduğun zaman ne hissettin? Çünkü seçicisin.
Görüşmeye gittiğimde elimde senaryonun ilk 3 bölümü vardı yanlış hatırlamıyorsam. Ben de zaten 3. bölümden itibaren hikayeye giriş yapıyordum, dolayısıyla yazılı metin çok açıklayıcı değildi. Genel hikaye bana yapımcımız Faruk Bey tarafından anlatıldığında bu cesur hikayenin içinde yer almak istediğimi hissettim. Çünkü bir yerlere dokunacaktık, birilerinin gerçek hikayesine ortak olacaktık. Ben dizileri yıllarca sadece eğlence sektörünün bir parçası olarak gördüm. İnsanların “dizilerden etkilenmesi” konusu şahsi gündemimde ve sanırım hiçbirimizin gündeminde bu denli yoktu. Baktım ki oraya evrildi hayat; elini taşın altına sokan, empatiyi, anlayışı, bizim zaten farklılıklara rağmen bir arada yaşadığımızı ve bunun zamanla değiştiğini hatırlatmak isteyen, ana fikir olarak buradan yola çıkan bir iş. Artı, bana bu zamana kadar gelen rollerden farklı, benim komik, eğlenceli yönümü gösterebileceğim bir karakter teklif edilmişti. Beni heyecanlandıran bunlar oldu ve ortak noktada buluştuk, başladık. İş de güzel bir yere evrildi. Üzerine Alev karakteri kendi kendini büyüten, kendi kendini sevdiren bir karaktere dönüştü. Sonuç olarak iyi ki kabul etmişim bu işi diyorum.
“Alev’i çok sevdim ve sahiplendim”
Whatsapp gruplarında gönderilen bir sticker haline geldi karakterin 🙂 Seni yıllardır tanıyan biri olarak hem tebessüm ediyorum hem de çok hoşuma gidiyor. Her durumun bir Alev sticker’ı var. Alev’in bu noktaya geleceğini tahmin ediyor muydun?
Ben hiçbir işe sonunu düşünerek başlamam normalde, bu diziye kadar ilk önceliğim mutlu olduğum ortamda çalışmak, sete her gün mutlu ve hevesle gidebilmekti, dizinin tutup tutmaması da önemli değildi. Gerçi o hala önemli değil 🙂 Bu işle birlikte ben de dönüştüm sanırım biraz.
Alev’i çok sevdim ve sahiplendim, hayatımda ilk defa doğaçlama yapabilme, kendimden bu kadar ekleme alanım oldu. Senaristlerimizin bana güvenmesi, bana sağladıkları esneklik de genelde çok denk gelinmeyen bir şans faktörü. Sonuç olarak Alev’de biraz Müjde var, Müjde’de de biraz Alev. Geçinip gidiyoruz 🙂
Zaten bilindik bir isim olmana rağmen bu diziyle işin rengi biraz değişti. Popülerliğe/tanınırlığa karşı büyük bir sevdan olmadığını biliyorum. O yüzden sormak istedim; Alev’le artan bu durumun artıları eksileri ne oldu?
Alev ile gelen enteresan bir ilgi alaka artışı oldu elbet. Alışık olduğum bir durum değil, heves ettiğim bir şey hiç değil. Benim için hayatımı özgür yaşamaya devam edebilmek çok önemli. Her zamanki sosyalliğime devam edebilmek, yakın çevremin ve genel algımın değişmemesi, kendimi aynı şekilde ifade edebiliyor olmam çok önemli. O yüzden “ünlülük” denen şey uzak durduğum, pek barışamadığım, negatif etkilerini hayatımda istemediğim bir kavramdır. Ama bu işle birlikte tanınır olmanın, iyiliği, güzelliği yayma dürtüme olan pozitif faydasını görmüş oldum. Dengeyi sağladığım sürece ilgi alakadan rahatsız olmamayı öğreniyorum ben de. Gücü, bütünün iyiliğine kullanabiliyor olmam lazım; bu olabildiği sürece durumla barışığım.
“Farklı ve uçuk, alışılmamış işler ve roller gelmesi beni çok sevindirir.”
Senin aksiyon dizi/filmlerine olan sevginden hep bahsederiz hatta öyle dizi/filmlerde oynamak en büyük tutkun. “20 Dakika” biraz ona yakındı diyebiliriz. Alev’den sonraki rol hayalin nedir?
Evet aynen öyle. Aksiyon, macera sevdam tartışılmaz. “20 Dakika” bu anlamda beni çok tatmin eden, çok güzel bir işti. Buna rağmen kendimi geliştirebildiğim, her sabah bugün üzerine ne koyabilirim, hikaye nasıl ilerleyecek acaba diye hevesle uyanacağım bir iş olduğu sürece aksiyon şartım olmaz, heyecanımı korusun yeter. Yine de tabii ki artık sektörde doldurduğum neredeyse 20 yıldan sonra, önceden hayal bile edemediğimiz farklı yapımların hayata geçebildiği dijital mecralar da varken farklı ve uçuk, alışılmamış işler ve roller gelmesi beni çok sevindirir.
Oyunculuğun büyük bir bölümünün setlerde oradan oraya savrulmak olduğunu bilen biri olarak soruyorum, sette yanında olmazsa olmaz 5 şey nedir? Seni/kafanı rahatlatan mesela. Yiyecek olur, çeşitli zımbırtılar olur ama lütfen telefon deme! 🙂
Çok haklısın, set dediğin insanın zamanını en çok geçirdiği yer oluyor bir noktada, kendini fiziken ve ruhen ne kadar sağlam tutarsan işini de o kadar daha kafa rahat yapabiliyorsun. O sebeple maksimum konfor sağlamak gerekiyor gerçekten.Yanıma kesinlikle yiyecek, atıştıracak bir şeyler almam gerekiyor; düzenli ve canının istediği anda yemek yiyemiyorsun çünkü. Keyfi durumun dışında bağışıklığı ve dirayeti koruyabilmek için elzem.
Bazen kendime mola vermek ve kalabalıktan soyutlamak, şarj olabilmek için, bazen de setteyken sürdürmem gereken diğer işlerim için kulaklığım olmazsa olmaz.
Yedek kıyafet, çamaşır, kremler ve makyaj malzemeleri; set bittiğinde gerekirse hızlıca bir etkinliğe, konsere veya arkadaş sohbetine yetişebilmek, kaçırmamak için şart.
Telefon olmasın dedin ama o sırada dış dünyayla tek bağlantım telefon, o mecbur olacak saymak zorundayım onu 🙂
Oyunculuk ölene kadar yapabileceğin bir meslek ama merak ediyorum, kafanda bir oyunculuktan emeklilik yaşı var mı?
Bu sorunun cevabı bazen “bugün”, bazen “asla” oluyor 🙂 Çünkü bazen çok zorlayıcı ve bunaltıcı, bazen de zamanla aldığım dem, kazandığım tecrübe ve birikimle çok keyif aldığımı hissettiğim, bana değişken duygular hissettiren bir meslek benim için. Emeklilik düşünmek değil de oyunculukla birlikte sürdürebileceğim ek bir iş, ek bir sektör düşüncem hep vardı, hala da var. Zaten çok yönlü olmayı ve çalışmayı seviyorum. Bu işle paralel yürütebileceğim, birbirine yakın sektörlerde çalışmalarım zaten vardı, onları sürdürebilmek ya da hayata geçirebilmek benim için önemli.
Bu yoğun temponda dinlenmek için de epey çabalıyorsun. Tempon birazcık daha rahat olsaydı neler eklerdin hayatına? Başta beni görmek mesela!
Çok doğru söylüyorsun arada dinlenmeye çalışma teşebbüsünde bulunuyorum ama pek başaramıyorum 🙂 Yine de en ufak boşluğumda tek başıma veya arkadaşlarımla keyif aldığım şeyleri yapmaya çalışıyorum, evimde vakit geçirmeyi de çok seviyorum. Tabii ki konserlere gitmek en en ama en sevdiğim aktivite. Biraz daha vaktim olsa stüdyolarda sabahlayacağım, 7/24 müzik dinleyebilirim, ama işte hahah! Bunların dışında mecburi işler; ev işleri, alınacak kargolar vs gibi. Ama çok haklısın en kısa zamanda müzik, yemek, sohbet temalı klasik buluşmalarımızdan gerçekleştireceğiz 😉
“Her zaman yeni deneyim yaşama fırsatlarını kolluyorum.”
Biraz da müzik diyelim ve son gittiğin konserle gitmeyi hayal ettiğin konseri masaya yatıralım.
Senin de çok iyi bildiğin üzere tam bir konser delisiyim. Günlerce evde, arabada dinlediğim şarkıların canlı halini dinlemek beni en çok mutlu eden şeylerden. Ve tabii ki özellikle ülkemize nadiren veya ilk kez gelen müzisyen ve grupların performanslarını kaçırmamak… Hatta mümkünse (hemen buraya bir manifest bırakalım) yurt dışında izleyebilmek. En son Candan Erçetin konserine gittim Harbiye Açıkhava’da. Benim müzik tarzı yelpazem oldukça geniş, hatta her tür müziğe yer var desem yanlış olmaz. Ayrıca canlı performanslardaki o an oluşan enerjiye ve birbirinin aynısı asla olmayacak her biri kendine has deneyimi yaşamaya bayılıyorum. O yüzden aynı sanatçının konserine defalarca giderim. Hayalimdeki festivallerin ikisi Tomorrowland ile Sensation White. Daha önce izleme fırsatım olmayanlardan devam edecek olursam; Radiohead, Depeche Mode, Metallica, A-ha, Weeknd, Drake ilk aklıma gelenler. George Michael’ı canlı dinlemeyi çok isterdim ama öyle bir şansımız kalmadı maalesef.
Çok sevdiğim bir Winnie the Pooh sorusu ile röportajı tamamlıyorum. “When was the last time you did something for the first time?” (En son ne zaman bir şeyi ilk kez yaptın?)
Ritüel ve rutinlerine çok bağlı biri olmama rağmen öğrenmeyi, yeni şeyler denemeyi de çok seviyorum. O yüzden o bahsettiğin “first time” lardan sık sık oluyor hayatımda, her zaman yeni deneyim yaşama fırsatlarını kolluyorum.
Dergy’e ve okurlarına da bir ufak kelam ve kapanış 🙂
Öncelikle emeklerinize sağlık. Dergiciliğin, emeğin, araştırma yapmanın neredeyse tamamen bittiği bir dönemde, bu harika dergiyi bize kazandırdığınız için çok teşekkür ederim. Ayrıca Dergy’nin farkındalık sahibi, kültür ve sanatla iç içe okuyucularına da iyi ki varsınız diyorum, umut dolu günlerde bir arada yaşamaya devam etmek üzere.