İlk albümü “Kapalı Gözlerle”yi Universal etiketiyle yayınlayan Ceren Gündoğdu ile konuştuk.
Sebla KOÇAN / [email protected]
Dünya çapında yaşanan salgın nedeniyle evlerimizde kaldığımız, belki de ilerde hiç unutamayacağımız bir dönem yaşıyoruz. Sınırlarımızı yeniden belirlediğimiz bugünlerde, ilk albümü Kapalı Gözlerle’yi yayınlayan Ceren Gündoğdu’ya uzattık mikrofonumuzu… Gündoğdu ile müziğin iyileştirici gücünü, şarkıların ruhumuzu nasıl beslediğini, duygularımıza koyduğumuz şifreleri ve daha pek çok şeyi konuştuk.
Merhaba… Tüm dünya olarak hafızalarımıza kalacak zor günler geçiriyoruz. Siz neler yapıyorsunuz evde kaldığınızda? Nasıl geçiyor günleriniz?
Zor zamanlardan geçiyoruz sahiden. Ben yuvasında keyifle vakit geçirme şansına sahip olanlardanım. Keşke “evde kal” mesajı sınıfsal bir lüks olmaktan öteye geçebilse… Evde vakit geçirmeyi oldum olası çok seven biri olarak, bol bol okuyorum, film izliyorum, piyanomun başında saatler geçiriyorum, yeni tarifler deniyor gün boyu fırını sıcak tutuyorum ama hepsinden önemlisi değer verdiğim insanlarla iletişimde kalmaya çalışıyorum, ailemi arkadaşlarımı sık sık aramaya sohbet etmeye vakit ayırıyorum. Bu bağı koruyabilmek ruhu sakinleştiriyor sanki. Öte yandan iletişimin en güzel hali Instagram hesabım üzerinden yaptığım canlı yayın konserleri benim için. Düzenli olarak akşamları paylaştığımız yarım saatin şifalandıran etkisini uzun süre hissedebiliyorum üzerimde.
Bu dönemin sonunda belki de düzenimizi kökünden değiştireceğiz, belki evden çalışacağız, daha çok video izleyeceğiz… Tüm dünyamızı evimizin içine kuracağız. Siz neler düşünüyorsunuz, nasıl değerlendiriyorsunuz bugünleri?
Şüphesiz ki bu küresel krizin etkisiyle tüm dünya düzeni değişecek. Sosyal ilişkiler, kişisel ilişkiler yeniden tanımlanacak. Yeni eğitim modellerinin etkin hale gelmesiyle okul kavramı yeniden ele alınacak, tüketim alışkanlıkları ve hatta ekonomik sistemler revize edilecek. Öte yandan her şey değişse de değişmeyecek olan bir şey var; insanın insana olan gerçek ilgisinin, sevgisinin ve desteğinin iyileştirici gücü. Belki de sadece kendimizi kollamayı bırakıp, birlik bilincine geçmeyi başaracağız. Suni ihtiyaçlarımızdan arınmayı öğrenmeye çalışacağız. Tüketen, duyarsız, benmerkezci insan sorgulayan, sorumluluk alan bir insan formuna evrilecek… En azından ben öyle olmasını umuyorum.
Umut her zaman vardır der, müzisyenler. Müziğin iyileştirici gücü sizde nasıl işliyor, neler dinliyorsunuz bu dönemde?
Günlerdir gözümün önünde Piyanist filminden bir sahne dönüp duruyor. Yıkık dökük bir harabenin içerisinde piyano çalan Adrien Brody… Yeryüzünde tanıklık edilmiş olan tüm felaketlere rağmen müzik hiç bir zaman susmamış. Hatta istatiksel olarak kanıtlanmış bir şey var ki sanatsal yaratımların bir çoğu kaos döneminde, zor dönemlerde meyve vermiş. Müziğin iyileştirici gücünü her gün kendi hayatımda deneyimliyorum. Yazdığım ve saatlerce piyano başında söylediğim şarkılarla endişelerimden arınıp an’da kalabiliyorum. Bazen de aksine bir şarkının sırtına atlayıp iyi hissettiğim bir zamana doğru uçabiliyorum. Bu dönemde Beyries, Sevdaliza, Stacey Kent dinliyorum sık sık.
“BU TOPRAĞIN MÜZİĞİNE OLAN İLGİMİN SEBEBİ ANNEM VE BABAM”
Uzun zaman Boğaziçi Üniversitesi Müzik Kulübü caz korosunda çalışmalarınıza devam ettiniz. Neler kattı size bu deneyiminiz?
Koro kültürü amatör olarak müzikle uğraşan insanların hayatında bile çığır açan bir etkiye sahip bence. Öncelikle müzikal yaratımın olmazsa olmazlarından biri disiplindir ve tıpkı bir puzzle’ın parçaları gibi birbirini tamamlayan koristler, ilk olarak disiplinli olmayı ve uyum içerisinde kalırken kendi ışıklarını yaymayı öğrenirler koro içerisinde. Bu anlamda bana çok katkısı olduğunu düşünüyorum Boğaziçi Caz Korosu’nun. Bir de koral müziğin çok sesli yapısı ve armonik dünyası bugün kendime ait bir müzik dili yaratma yolunda yürürken de bana yol gösterici oluyordur bence, çünkü çanakta ne varsa kaşığa o gelir misali, geçmişte içerisinde bulunduğun tüm müzikal projeler bugünkü yorumculuğunda ve şarkı yazarlığında dile geliyor bence.
Boğaziçi Üniversitesi’nde sosyoloji okudunuz, aynı anda İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı Müzikal Tiyatro Bölümü’nde okudunuz. Ardından Galatasaray Üniversitesi’nde “şöhret kültürü” üzerine çalıştınız. Bu çok ilginç. Günümüzde şöhret deyince insanın aklına sosyal medya geliyor. Siz neler düşünüyorsunuz bu konuda?
Şöhret eskiden performans odaklı bir olguymuş. İnsanlar yaptıkları x bir işi iyi yaptıkları için şöhret olurlarmış. Sadece sanatsal alandan bahsetmiyorum; şöhretli bir doktor, şöhretli bir avukat, şöhretli bir köşe yazarı olmanın yolu da ortaya iyi iş çıkartabiliyor olmaktan geçermiş. Fakat zamanla şöhret algısı temelinden değişmeye başlıyor. Artık ‘şöhretli olmalarıyla ünlü’ kişilerin var olduğu bir çağda yaşıyoruz. Bu kişilerin ortaya koyduğu performansın pek bir önemi yok; kolay izlenebilir, kolay taklit edilebilir, eğlenceli bir yaşam tarzı sürdürüyor olmaları, bir keman virtüözünden daha çok takdir, beğeni ve para kazanmalarını sağlayabilir. Peki neden böyle bir düzene geçtik? Çünkü izleyici olarak kendimizi geliştirmek-değiştirmek için çaba sarf etmek istemiyoruz, şayet seçtiğimiz rol modeler işlerinde iyi oldukları için hayranlık duyduğumuz kişiler olursa, hayattaki hedeflerimize ulaşabilmek için çaba sarf etmek zorunda olduğumuz gerçeğini kabul etmek zorunda kalırız. Onun yerine ‘aniden’ gelen başarının ve mutluluğun hayalini kuruyor, ‘birileri’ ne yapsa keyifle izliyor, gündelik hayatın stresinden uzaklaşma bahanesiyle kendimizi kandırıyoruz.
Babanız TRT’de danışman ve koro şefi olarak tanıdığımız Zafer Gündoğdu… Çocukken evde neler dinlenirdi, size olan etkisi nasıldı, sizi nasıl yönlendirdi?
Babam ve annem benim hayattaki en büyük şansım. Ürettiğin müzik nasıl bir insan olduğunla doğrudan bağlantılı ve babamın her şeyden önce kişiliğimin inşasında rolü çok büyük. Bana müziğe dair her şeyi sundu ama ne yapmak istediğimi bulmam için gereken alanı da açtı. Öte yandan vizyon sahibi bir adamdır babam; farklı müzik kültürlerinden beslenerek günümüz türk halk müziğine yön vermiş bir müzik adamıdır. Arabada yalnızca klasik müzik dinleyen, evde Ali Ekber Çiçek’in Aşık Mahzuni’nin deyişlerinin alt metnini sabırla tane tane anlatan bir baba düşünün. Sahnede de sahneden indiğinde de hayran olursunuz ona, işini gönlünü vererek, tutkuyla yapar. Hala binlerce kez dinlediği bir türkünün dizesiyle duygulanır ki bu işi yaparken hiç bir zaman duygularımı yitirmemem gerektiğini, robotlaşmamam gerektiğini ilk elden, babamdan öğrendim ben. Bu toprağın müziğine olan ilgimin sebebi de yine babam ve annem. Bugün hem doğu müziğine hem batı müziğine ilgi duyuyorsam, ürettiğim müzikte farklı türlerin etkilerini hissettirebiliyorsam, yeri gelince bir türküyü, bir türk müziği şarkısını dejenere etmeden yorumlayabiliyorsam sebebi büyüdüğüm ev, annem ve babam.
“HERKES GİBİ BENİM DE ŞİFRELERİM, YARA BERELERİM VAR”
Yazdığınız şarkılar derinlere inip kendi hislerini keşfetmekten ve ifade etmekten korkmayan kadınlar için bir ışık niteliğinde. Kendinizi bu kadar açtığınız için gündelik hayatınızda sorularla karşılaşmaktan, irdelenmekten çekinmiyor musunuz? Hiç mi şifrelemezsiniz duygularınızı?
Ne güzel bir soru bu! Aslında bana ait gibi gözüken hikayelerin, dinleyen kişiyi beklenmedik şekilde kendi iç dünyasına götürmesini diliyorum. Duygusal kumbaramda biriktirdiklerim sadece bana ait yaşanmışlıklar değil aynı zamanda tanıklık ettiğim şeyler. Ben, içimde yer eden duyguların ve benim için bir anlam ifade eden hikayelerin olabilecek en şeffaf şekilde dışarı sızmasına izin veriyorum sadece. Yoksa herkes gibi benim de şifrelerim, içimde tuttuklarım, yara berelerim var. Mesele kendinle ‘elinden geldiğince’ yüzleşmek bence. Belki sınırsız bir şeffaflıkla ifade edemeyiz kendimizi dünyaya ama ne kadar açabilirsek kalbimizi o kadarı kâr yanımıza.
Albümünüz “Kapalı Gözlerle”nin prodüktör koltuğunda solo çalışmalarını da yakından takip ettiğimiz Cihan Mürtezaoğlu ve Arel Koray Nalbant isimlerini görüyoruz. Nasıl karar verdiniz birlikte çalışmaya, kayıt sürecinde neler yaşadınız?
3 şarkının prodüktörlüğü Cihan Mürtezaoğlu’na ait. Cihan yıllardır hayranlıkla dinlediğim, müziğiyle müziğim arasında bir bağ kurabildiğim bir sanatçı, tamamen tesadüfi bir şekilde kesişti yollarımız. Hayatın gönderdiği işaretleri okumaya çalışan biriyim, Cihan’la tam da albüm öncesi, böyle plansız şekilde yollarımızın kesişmesi bana verilen bir armağan bence. Diğer 4 şarkının prodüktörlüğünü de daha önce yayınladığım tüm şarkıların prodüktörlüğünü yapan Arel Koray Nalbant yaptı. Koray benim için çok değerli bir yol arkadaşı sadece müzikal açıdan değil, her yönden bana destek olan, yeteneğine, disiplinine, üretkenliğine ve dostluğuna çok inandığım bir müzisyen. Çok yoğun çalışılan, çok keyifli bir kaç ayın sonunda kayıt sürecinı tamamladık. Dostlarımla müzik yapabildiğim için şanslıyım.
Daha önce “Sidikli Kasabası”ndaki başrollerden biriydiniz, “Damdaki Kemancı” müzikalinde de başrollerden birisiniz. Müzikalin dışında da farklı oyunlarla sahnelerde olacak mısınız?
Müzikal-Tiyatro hayatımın bir parçası olduğu için o kadar mutluyum ki. Şu an için bir tiyatro oyunu yok gündemimde. Kalbim daha çok, Türkiye’de sahnelenecek yeni Broadway müzikallerinin bir parçası olabilmek için atıyor ama bir gün iyi bir metni, iyi bir yönetmen ve iyi bir oyuncu kadrosuyla sahneleme şansı elime geçerse elbette bir oyunla da karşısına çıkmak isterim insanların. Hayatın akışına bırakalım bu sorunun cevabını.
Aslında böyle bir dönem kendimizi yeniden keşfetmemiz ve geliştirmemiz için bir fırsat. Bize bir tavsiye listesi yapar mısınız?
Kitap: J.M Coetzee-Utanç
Film: Cold War
Albüm:Stacey Kent – Raconte Moi
Dizi: Anne With An E
Gözlerinizi kapattığınızda, hayal ettiğiniz sahne nasıl bir yer, bize biraz anlatır mısınız?
Bir yer ki bir önümde çarşaf gibi bir deniz, arkam çam ağacı ve ıhlamur ağacı dolu bir orman. Özlediğim tüm dostlarım, ailem, sevdiklerim, dinleyicim etrafımı sarmış. Çiçeklerle süslenmiş bir piyanonun baş ucunda şarkı söylüyorum. Bazen susuyorum, onlar devam ediyor söylemeye şarkılarımı. Endişe yok, korku yok. Müzik var, huzur var, sarılmak var, iyileşmek var…