Ana SayfaMüzikNation of Language: “İnsanlar, birbirleriyle iletişim kurabilecekleri hiçbir fırsatı kaçırmamalı”

Nation of Language: “İnsanlar, birbirleriyle iletişim kurabilecekleri hiçbir fırsatı kaçırmamalı”

2020’lerin en yaratıcı ve üretken gruplarından Nation of Language, kariyerlerinin ilk Türkiye konseri için 13 Ağustos’a gün sayıyor. Biz de grubun şarkı yazım yükünü üstlenip aynı zamanda seslendiren Ian Richard Devaney ile buluşup aklımızdaki sorulara yanıt aradık.

Ant Arın ŞERMET

Pandeminin ilk kısmı. Neredeyse 100 güne yakın evden çıkmadığımız. Markete gitmeye korktuğumuz zamanlar. Planladığımız her şeyin tepe taklak olması yetmemiş gibi hayatlarımız, nereye gittiğini bilmediğimiz bir çizgide ilerliyordu. O dönemi hatırladığımda sadece iki albüm aklıma geliyor. İlki, The Strokes’un başyapıtı demekten geri durmayacağım “The New Abnormal”. Diğeri, son 4 yılda en çok dinlediğim birkaç gruptan birine dönüşecek Nation of Langauge’in ilk albümü “Introduction, Presence”. O kadar çok boş vakit ve yapacak o kadar hiçbir şey yoktu ki, “Introduction, Presence” hayatımın değişmez bir parçası olmuştu. Sürekli dinlemekle kalmayıp bir gün grubu canlı izleyebilir miyim düşüncesiyle maske takarak sahilde yürüdüğümü bilirim…

1 sene sonra ikinci albümleri “A Way Forward”la New York’a ve biraz kendilerine baktıkları bir albüm yaptılar. 2023 yılındaysa son albümleri “Strange Disciple” çıktı. 2023’ün en ilham veren birkaç albümünden biri olan “Strange Disciple”, aynı zamanda onlarla yolumuzun kesişmesini de sağladı ve kariyerlerinin ilk Türkiye konseri için 13 Ağustos gecesi Blind’da çalacakları açıklandı. Biz de konser bahanesiyle deneyebileceğimiz her yolu deneyip grubun hem sesi hem de yazarı olan Ian Richard Devaney ile konuştuk. Öncelikle keyifli okumalar. İkinci olarak da 13 Ağustos gecesi Blind’da görüşürüz.

Nation of Language cr Shervin Lainez press 2023 billboard 1548

“Strange Disciple”, 2023’ün en ilham veren birkaç albümünden biriydi. Ki 4 senede 3 albüm yaptığınızı düşünecek olursak tekrara düşmeden kendinizi yenilemeniz etkileyici. Şu anda turnedesiniz. Aklınızda yeni fikirler var mı? Turne sayesinde daha fazla yer görmeniz, önceki işlerinize göre daha farklı tınılar heybenize ekliyor mu?

Her zaman turlamaktan, bilmediğim bir yerde olmaktan ilham alıyorum. Ne yaptığımın bir önemi de yok. Kafamın bir tarafındaysa her zaman “bir sonraki albümde neler yapabilirim” düşüncesi oluyor. Yeni yerler görüp, yeni insanlar tanımak; deneyimlediğim anlara, anılara müteşekkir olmamı sağlıyor. İlham ya da esinlenme, artık nasıl adlandırmak istediğin sana kalsın, o açlığımı gideriyor. Normal geçirdiğim bir günden çok daha yaşamaya değer ve üretime aç olmamı sağlıyor.

unnamed5Müziğiniz ve sözleriniz arasındaki ilişki aklımda şöyle bir görüntü yaratıyor. Müziğiniz, bir ütopyanın içinde yaşıyormuş gibi umut veren, canlılığımı hatırlatırken sözleriniz, distopik, mizantropik tarafımı besliyor ve dengeyi bulmam konusunda bana yardımcı oluyor. Siz müziğiniz ve sözleriniz arasında bu kadar keskin olmasa da bir kontrast olduğunu düşünüyor musunuz?

Yer yer olduğuna katılabilirim. Şöyle açıklayayım; müzik dinlemek istediğimde çoğunlukla elim daha melankolik yerlere gidiyor. Bazen daha yüzeysel bir melankoli bile o anki ihtiyacımı gideriyor. Birden çok duyguyu tek potada eriten, o duyguları tek seferde hissetmemi sağlayan şarkıları dinlemeyi seviyorum. Bunun hayatıma katkısıysa, kendimi çok karanlık ve karamsar bir ruh halinde hissetsem de arkadaşlarımla dışarı çıkıp eğlenmekten geri durmuyorum. Bir şarkının, bir sanatçının; bir başka sanatçıya bunu yaşatabilmesi özel. Ben de hissettiklerimi müziğime yansıtıyorum. Yani kendi ütopyamda yansıttığımı umuyorum. Tamamen başaramadığım oluyordur elbette ama elimden geleni yapıyorum. 

Bu konu aynı zamanda kliplerinizdeki SSCB dağılmadan önceki Polonya, Romanya, Rusya, Çekya gibi Doğu Blok’u ülkelerinin sinemasındaki soğukluğu hatırlatıyor. Son albümünüz “Strange Disciple”ın Christian Little tarafından hazırlanan kapağı da… Klipleriniz ve kapaklarınız aracılığıyla müziğinizin görsel dünyasına dair bakış açınızı öğrenmekten mutluluk duyarım.

Buna dair çok spesifik bir şey söylemem imkânsız. Kliplerimizi çekip bizlere farklı görsel dünyalar sunup bunları muhteşem şekilde yansıtabilen yönetmenlere teşekkür etmem gerekli. Çünkü görsel bir dünya oluşturmaya, o görsel dünyanın başka bir metaya dönüşümüyle ilgili yorum yapacak kadar hâkim değilim. Bir yandan da yönetmenlere, “şunu yapmanıza izin veririz, bunu yapmanıza izin vermeyiz” gibi kısıtlayan bir yerden de yaklaşmıyoruz. Ama şu noktadan sana hak verebilirim. Etkilendiğimiz müziklerin, grupların çok büyük bir çoğunluğu Soğuk Savaş dönemi grupları. Bir noktada görsel dünyadaki ‘soğukluk’ ortaya çıkmış olabilir. Genel olarak çok depresif olmak istemiyoruz ama gerçekleri de hatırlatmaya çalışıyoruz. Bunu, müziğin bize izin verdiği ölçüde yapmaksa iyi hissettiren yegâne nüanslardan…

 

Bu albümle birlikte ilk iki albümünüzde birlikte çalıştığınız prodüktör Abe Seiferth ile yolları ayırıp ikinci albümünüz “A Way Forward”ın ortak prodüktörü olan Nick Millhiser’a tüm sorumluluğu verdiniz. Bu değişim kararınız müziğinize de rahatlıkla fark edilen yenilikler kattı diye düşünüyorum. Süreci sizden dinlemek mümkün olur mu?

Öncelikle Abe’e de Abe’le çalışmaya da bayılıyorum. Bizim yaptığımız gibi yaratıcılığın temelde olduğu ilişkilerde birbirini anlamak çok önemli. Çünkü albüm olarak sizlere sunduğumuz bütünü oluşturan her bir şarkının yaşaması için kalbinden kan pompalandığını görmemiz, duymamız gerekiyor. Prodüktör de tam bu noktada devreye giriyor. Müzikal iç güdülerin uyum sağlaması ortaya yaşayan şarkılar çıkarıyor. Şöyle düşünmeni isteyeceğim; bir şarkı duyduğunda, iki ya da daha fazla kişinin bazen konuşmadan, bazen konuşarak aynı tepkiyi verdiğini çok fazla şahit oldun mu? İşte prodüktörler ve gruplar arasındaki ilişki o müzikal içgüdünün tutmasına bağlı. Ve çalıştığınız prodüktör, yaptığınız şarkının içinde sizin dahi görmediğiniz sihri ortaya çıkarınca her şey istediğiniz gibi oluyor. Abe de Nick de muhteşem prodüktörle. Bana “bir prodüktör arıyoruz” diye gelen herkesi, istisnasız olarak Abe’e yönlendirdim. “Strange Disciple”da Nick’in sihrini kullandık diyebiliriz kısaca.

Brooklyn, New York’ta kurulmuş bir grupsunuz. İstanbul gibi orası da çok fazla kültüre, farklı millete ve farklı ses dokularına sahip. Müziğinizin oluşması dönemindeki esin kaynaklarınızı öğrenmek isterim. Şehriniz ne kadar yer kaplıyor müziğinizde?

Buna aslında iki farklı cevap verebileceğim. Şehir, müziğimizde yer kaplıyor. İkinci albümümüz “A Way Forward” bunun en net örneği. Bahsettiğimiz temalar, şarkı sözlerimiz. Yer yer sound’umuz bile New York’a dönüştü. Ancak bir yandan müziğimizde şehrin pek de yeri yok. Misal “Strange Disciple”ı ele alalım. New York’la ilgili neredeyse hiçbir şey yoktu. Çünkü bu albümün üretim sürecinde bizim de pek New York’la alakamız yoktu. “A Way Forward” albümümüzün turnesindeydik. Bir yandan konser aralarında, yolda, otel odalarında sürekli şarkı yazıyorduk. Sonra turnenin ilk ayağı bitti. Bizim de elimizde şarkılar birikti. Stüdyoya girip albümü kaydettik. Sonra da turneye devam ettik. Farklı bir enerjisi, farklı bir ruh hali, farklı bir tınısı var o yüzden “Strange Disciple”ın. Bunu söylemek istediğimden ya da doğru tanımın bu olduğundan emin değilim ama daha global, daha uluslararası bir sound elde ettik. Çünkü kulağımız onu duydu, gözümüz yolları gördü. Bu sebeple New York’la pek de alakamız olmadı. Sorunun diğer kısmına da gelecek olursak, şunlar şunlar benim ilham kaynağımdı diyemem. Geniş bir müzik havuzundan, farklı on yıllarıma yansıyan, farklı farklı müzikler dinledim. Ama 80’lerin ilk yarısına denk düşen synth grupları en büyük ilham kaynaklarımdı. Depeche Mode gibi. Sonra 70’lerden Yellow Magic Orchestra, Kraftwerk zihnimi açtı. Bir noktada şuna da değinmem lazım. 2000’lerde New York’ta bir müzik rönesansı yaşandı. LCD Soundsystem, The Strokes gibi karizmatik, havalı gruplar bu rönesansın yaratıcılarıydı. Sadece New York’la kısıtlı da değildi aslında bu süreç. Future Islands, Beach House gibi gruplar da aynı dönemde çıktı. Tüm bu saydığım isimler, synth temelli müzikle daha sıkı bir bağ kurmamı sağladı. Çünkü onlardan önce sadece punk dinliyor, synth’e karşı duruyordum. Kendimi keşfetmemi ve açmamı sağladılar. Çünkü tüm bu saydığım grupların şarkı yazarlık meziyetlerine bayılıyorum. Kendi yolumu çizerken de onlardan öğrendiklerimle kendi çizgimi bulmaya çalıştım.

Abartmak istemem ama “Introduction Presence”ın yayınlandığı günden beri İstanbul’a gelmenizi bekliyorum. Bu konuda tek olmadığımı da rahatlıkla söyleyebilirim. Sizin İstanbul’daki dinleyicilerinize, 13 Ağustos gecesine dair aklınızda düşünceler var mı? Sizi dinlemek isteriz.

İstanbul’da konser verme ihtimalimizi öğrendiğimizde hepimiz çok heyecanlandık. Çünkü genel olarak her grubun turladığı ülkelere gidiyoruz. Avrupa’da gittiğimiz en doğu yer Polonya misal. Size en yakın çaldığımız yer bir başka deyişle. Gittiğimiz ülkeleri, şehirleri gezip görecek; en basiti, fikir edinecek kadar bile kalma vaktimiz olmuyor. Lakin gerçekten gidebildiğimiz kadar doğuya, güneye gitmeye çalışıyoruz. Orada çalmanın, nasıl karşılanacağımızın belli olmadığı, biraz daha az bilgimiz olan yerlere gitmek heyecan veriyor. Misal Japonya’da da bunu yaşadık. Nasıl bir beklentiye sahip olmamız gerektiğini bilmiyorduk. Ama bizim için İstanbul’da sizlerle buluşacak olmak bir rüyanın gerçeğe dönüşmesinden farksız. Ve senin aracılığınla İstanbul’daki dinleyicilerimizin de en az bizim onları görmeye duyduğumuz heyecan kadar, bizi görmeye heyecan duyduklarını öğrenmek tarifi zor bir duygu durumu. Konuşmamızın başında sana söylemiştim. Bir kişi dahi gelmeyecek olsa, yine oraya gider, sahneye çıkarım çünkü gitmediğim durumda yaşayacaklarımdan mahrum, maceraları elimin tersiyle itmiş olurum. Ancak sizlerin bizi ve müziğimizi benimsediğinizi duymak gerçekten çok rahatlattı. İnsanlar, birbirleriyle iletişim kurabilecekleri hiçbir fırsatı kaçırmamalı. Ben hayata böyle bakıyorum.

BENZER İÇERİKLER

EN ÇOK OKUNANLAR

ÖZEL DOSYALAR