Hem yönetmen hem de müzisyen kişiliğiyle sanatın farklı dallarında üretimlerine hiç ara vermeyen Nihan Belgin ile hepimizin Erkin Koray’dan bildiği yeni cover’ı ‘Çöpçüler’ hakkında konuştuk. Sanat dolu bir çocukluktan, film ve müzik dünyasına geçişini anlatan Belgin; Çöpçüler’in üretim süreci hakkında da epey bilgi verdi.
Batıkan BAKSI / [email protected]
Nihan merhaba! Röportajımıza ilk olarak yeni çıkaracağın cover’ın ‘Çöpçüler’ hakkında konuşarak başlamak istiyorum. Erkin Koray’ın “Çöpçüler” şarkısını yeniden seslendirme fikri nasıl doğdu? Bu şarkının senin için anlamı ne? Niye özellikle bunu seçtin?
Merhaba Batıkan! Erkin Koray çocukluğumda keşfettiğim, o dönem için beni şaşırtan ve müziğin hatta sanatın sınırları olmadığı fikrinin ışığını bende yakan sanatçılardan biri. Beni cover yapma fikrine iten zaten şarkının ta kendisi ve Erkin Koray’ın yorumu. Çünkü şarkının orijinali 1971 yılında ‘Aşkımı Süpürmüşler’ olarak, şarkının yazarı Ali Toprak tarafından seslendirilerek yayınlandı. Fakat elbette çoğumuz gibi ben de ilk olarak Erkin Koray’dan dinledim ‘Çöpçüler‘i. Şarkının sözlerinin metaforik yapısı, melodisinin zenginliği ve ayrıca benim tarzım açısından aslında ters köşe bir şarkı olması beni ‘Çöpçüler’i cover’lamaya daha da yaklaştırdı.
“Unkapanı, şarkının hikayesinin başladığı yer sayılır…”
Seninle konuşurken Unkapanı’na giderek “Çöpçüler”in hikayesi hakkında çok ilginç şeyler öğrendiğini söylemiştin. Öğrendiklerin arasında seni en çok şaşırtan veya etkileyen detaylar neler oldu?
Şarkının klibini Unkapanı İMÇ’de çektik. Bu mekan bir nevi şarkının hikayesinin başladığı yer sayılır. Ali Toprak, Urfa’dan ilk geldiğinde bu şarkıyı yazıp İMÇ’nin yolunu tutmuş. Ben bu hikayeyi kabaca biliyordum tabii ki fakat biz klibi çekerken şarkıyı duyup yanımıza biri yaklaştı. Kendini tanıttığında Ali Toprak’ın amcasının oğlu olduğunu, kendisinin de perküsyonist Serdar Erbaşı olduğunu öğrendik. Gerçekten ilginç bir karşılaşmaydı… Sonrasında Serdar Erbaşı’nı tekrar İMÇ’deki dükkanında ziyaret ettik. Bize Ali Toprak’ın Urfa’dan İstanbul’a uzanan yolculuğunu, plak yapmak için verdiği mücadeleyi, yakaladığı şöhreti ve sonrasında şaşırtıcı bir biçimde müziği bırakarak Urfa’ya geri dönüşünü detaylarıyla anlattı. Tüm bu hikayeyi ona tanıklık etmiş birinden dinlemek başlı başına beni çok etkiledi.
Bu yeniden seslendirme süreci esnasında Erkin Koray’ın müziğinden ya da hikayesinden ilham aldığın başka yönler oldu mu?
Dediğim gibi Erkin Koray uzun yıllardır şarkılarıyla hayatıma eşlik etmiş bir müzisyen… Birçok parçayı alıp bambaşka hâle getirmesi, sahne performanları beni hep etkilemiştir. Hatta benim için en özellerinden biri, benim şarkım olarak benimsediğim ‘Nihansın Dideden’i yine kendine has tarzıyla yorumlamasıydı. Muhakkak bütün bunların toplamı bana ilham olmuştur. O yüzden ‘Çöpçüler’i yeniden yorumlama sürecinde, vokal benim kafamda yeni bir forma girsin diye şarkıyı Erkin Koray’dan tekrar hiç dinlemedim.
“Küllerinden doğan plak dinleme alışkanlığını bize hatırlatan bir yolculuktu Unkapanı’nda olmak…”
Klibi de İMÇ Unkapanı Plakçılar Çarşısı’nda çekmişsiniz, klibin yönetmenliğini Umut Beşkırma yapmış sen de kurguyu üstlenmişsin söylediğine göre. Bir şarkının hem müzik hem de görsel tarafını yönetmek nasıl bir deneyim? Klibin hikayesini oluştururken hangi temaları işlediniz?
Yönetmenlikten geldiğim için benim için müzik ve görsel taraf birbiriyle çok iç içe ilerliyor. Yani çoğu zaman şarkı yazma sürecinde kafamda görsel bir dünya oluşmaya başlıyor. Fakat bu kez ‘Çöpçüler’i cover’lama fikri oluştuğunda klip fikri Umut’tan geldi. Klibin görselini İMÇ’de oluşturmak gerçekten manalı bir fikirdi. Unkapanı’na mekan bakmaya gittiğimizde hissettiğimiz en net duyguyu şöyle dile getirebilirim; “Vay be müzik uğruna, şöhret olmak uğruna burada neler yaşanmış… Şimdi sanki bu boş koridorlarda geçmişin sesleri yankılanıyor…” Dijitalin doğmasıyla ölen analog dinleme deneyimini, bir yandan küllerinden doğan plak dinleme alışkanlığını bize hatırlatan ve tek tük kalmış müzik mağazalarıyla sanki geçmişe bir yolculuktu orada olmak… Buradan hareketle bomboş İMÇ koridorlarında kablosu bağlı olmayan bir mikrofonla bir şarkıcı figürü yaratmak istedik.
Biraz da aslında müzik yolculuğuna kulak vermek istiyorum. 2021’de “Zeus Çok Kızgın” ile müzik dünyasına adım attın ve o günden beri farklı tarzlarda şarkılar yayınladın. Müzikal yolculuğunu nasıl tanımlıyorsun? Zamanla müziğin nasıl evrildi sence?
Ben aslında uzun yıllar rock müzik ve onun birçok alt türünün dinleyicisiydim. Hâlâ da öyle ama artık çok farklı türlere de kulaklarım açık. Zaten müziğimde de hissedilen 80’ler synth pop’u beni en çok içine çeken türlerden. Fakat şarkı yazarken kendimi sınırlamak gibi bir derdim yok. Synth’leri seviyorum ama bir parçamda elektrik gitar da kullandık mesela. Müziğimin ilk evrilme süreci aslında şarkılarımı hiç yayınlamadan oldu. ‘Zeus Çok Kızgın’ın ilk versiyonu progresif rock’tı. Yıllar içinde bambaşka bir forma bürünüp ilk adımımı atmamı sağladı. Şarkılarımı yayınlamaya başladıktan sonraki süreçteki evrim bu kadar majör değil. Parçaların kendi hissettirdiklerine kulak vererek ilerlemeye çalışıyorum.
Şarkılarını yazarken ve bestelerken sinemadan ya da yönetmenlik deneyiminden beslenen bir süreç yaşıyor musun? Görsel dünyayı müziğe nasıl yansıtıyorsun?
Senaryo yazarken ya da bir sahnenin planlarını bölümlerken müzik en büyük ilham kaynağımdı. Şimdi de müzik yaparken filmler ya da fotoğraflardan ilham alıyorum. Görsel dünya hayatımın zaten büyük bir kısmı. O yüzden dediğim gibi ikisi birbiriyle iç içe benim için. Yani iki taraf da birbirini besliyor.
“Klipler, müziğimin görsel tarafını yaratmak için önemli…”
Müziğini kliplerle anlatma süreci, sanatını bütünsel bir şekilde ifade etmene yardımcı oluyor mu? Kendi kliplerini yönetmenin getirdiği yaratıcı özgürlüğü nasıl değerlendiriyorsun?
Elbette, belli bir bütünsellik yakalamak adına müziğimin görsel tarafını yaratmak benim için önemli ve bana bir özgürlük alanı tanıyor. Tabii bir taraftan da ağır bir yükü olduğunu söylemeliyim. Bugüne kadar kliplerin biraz müziğe hizmet etmesini istedim. Görsel dünyamın estetik ve imgesel taraflarını yansıttım. İleriki şarkılarım için kafamda beni heyecanlandıran belki görselliğin biraz rol çalacağı farklı fikirlerim var.
Sanatçı bir ailenin içinde büyümek seni hem müzikal hem de sinematik anlamda nasıl etkiledi? Ailenden öğrendiklerinle kariyerinde nasıl bir yol izledin?
Babam (Metin Belgin), aktör ve senarist olmasının yanısıra iyi bir müzik dinleyicisidir. Bebekliğimden beri bana müzik dinletmesinin bende çok büyük etkisi olduğunu düşünüyorum. Onun dışında da çocukluğum babamın tiyatro oyunları, annemin (Biket İlhan) film yapım süreçleriyle geçtiği için sanat üretmek benim yaşam tarzım haline geldi. Bir de 90’lı yıllarda evde bir kamera olması benim için çok önemliymiş ki bunu şimdi anlıyorum. Çünkü en sevdiğim oyunlardan biri bebeklerimle ve arkadaşlarımla film çekmekti 🙂 Sonrasında annem ve babamla birlikte film ürettiğimiz bir dönemimiz de oldu. Bu süreçte “Ayın Karanlık Yüzü”, “Mavi Gözlü Dev “ ve “Yarım Kalan Mucize” filmlerini birlikte yaptık. Hepsi ayrı ayrı yönetmenlik yolculuğumda bana çok şey kattı.
“Hayata dair en anlamlı sohbetlerimin çoğunu üretimlerim üzerinden buluştuğum insanlarla yapıyorum…”
Sanatın farklı dallarında yeteneklerini geliştiren biri olarak, izleyici ve dinleyicilerine en çok neyi aktarmak istiyorsun?
Ortak dertler ve duygularda buluşmak olarak görüyorum bu süreci. Bir taraftan benim için içsel bir yolculukken diğer taraftan da tanıdığım ve tanımadığım insanlarla diyalog kurma şekli. Hayata dair en anlamlı sohbetlerimin çoğunu üretimlerim üzerinden buluştuğum insanlarla yapıyorum. Belki de benim anlam arayışım buralarda gizli…
‘Çöpçüler’den sonra yakın zamanda gelecek yeni bir müzik projen olacak mı? Neler bekliyor bizi önümüzdeki süreçte?
Yeni şarkılar yazdım, prodüktörümle buluşmayı bekliyor. Bir süre daha tekliler yayınlamaya devam etmek niyetindeyim. Sonrasında bir albüm kaydetmeyi çok istiyorum. Ayrıca henüz fikir aşamasında olan bir film projem var.