28. İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında 30 ve 31 Ekim’de izleyici ile buluşan Nora (Bir Bebek Evi) izleyenlerden tam not alırken sorularımızı yöneltmemek olmaz dedik.
İpek ATCAN / [email protected]
Kadın ve erkeğin geleneksel rollerini sorgulayan oyun, artık 1879’daki gibi toplumsal infiale yol açmasa da güncelliğini hâlâ koruyor. Oyunun başından sonuna güçlü diyalogların içinde kaybolurken, 145 yıldır değişmeyen bazı şeyleri de sorgularken buluyorsunuz kendinizi. Nora’nın kendine biçilen pasif rolle yaşamını sürdüremeyeceğini anladığı ana kadar pür dikkat izleyeceğiniz oyunda Nora’yı Tuğçe Altuğ canlandırırken, Deniz Celiloğlu, Özlem Öçalmaz, Jak Cem Avnayim, Emrah Özdemir ve Işıl Dayıoğlu ona eşlik ediyor. O zaman söz Ibsen’in hikayesine hayat verenlerden Tuğçe ve Selin’de.
Tuğçe Altuğ: “Biz çok Nora ve Torvald tanıyoruz, ve her birimizin içinde biraz Nora ve Torvald var”
Nora (Bir Bebek Evi) aslında senin uzun zamandır hayalini kurduğun bir oyun. 10 yıla dayana hikayesini anlatmanı çok isterim.
Evet bu oyunu uzun zamandır yapmayı istiyordum. İlk olarak 2004 yılında İstanbul Tiyatro festivali’ nde Thomas Ostermeier rejisiyle izleyip çarpılmıştım. O zamanlar lisede tiyatro bölümünde okuyordum. Oyunun hissi bende uzun süre devam etmişti. Konservatuarda da oyunculuk dersinde sahnesini çalışmıştım. İbsen’i genel olarak çok seviyorum zaten. Pandemi zamanıydı, oyunu tozlu raflardan indirdim, yapsam mı yapsam ya derken karar verdim. sonra 2023 yılında New York’ta Jamie Llyod rejisi, Amy Herzog adaptasyonunu izledim. O adaptasyon bana çok hitap etti. Selin de Bergman’ın adaptasyonunu aradı, buldu. Derken birçok yazı, makaleler okundu, neler yapılmış ne adaptasyonlar var derken uzun masa başı süreci başladı. Gördüğün gibi 10 yıldan fazladır içimde Nora tohumları 🙂 Yıllardır çok oynanan bir oyun Nora. Her izlediğimde, okuduğumda bu hikaye hala her yerde var diye düşündüm. O kadar basit bir konu ki aslında… İnsanın hayatını değiştirmek için verdiği cesur bir kararın onu ne kadar özgür kılabildiğini bana hissettirdiği için çok değerli ve zamansız. “İki modern bireyin özgürlük, eşitlik ve sevgiye dayalı bir ilişki kurması için ne gereklidir?” Oyun boyunca bir çok dayatmayla mücadele içinde bir kadın var, o pasif rolle devam edemeyeceğini anlıyor. İçimi gıcıklayıp beni harekete geçirdi bu oyun; hem de fazlasıyla, hayatımı çok iyi anlamda değiştirdi. Umut verdi. Beni dönüştürdü.
Sahneden hiç ayrılmadığın ve neredeyse konuşmadığın hiçbir anın olmadığı bir peformans sergiliyorsun. Neredeyse 120 dk süren bu performansa hazırlık süreci için neler söylemek istersin?
Masa başı çalışması ile başlayıp, metnin derinlerine inip kaybolmaktan tut, sahneleri prova yapmaya kadar geçen 1 yıla yayılan çok keyifli bir süreçti benim için. Provalara başladık, “sahnenin bel kemiği gibiyim” diyip duruyordum, tutmam gereken ve yönlendirmem gereken bir enerji vardı, diğer parçaların bana bağlı olduğunu hissediyordum hep. Bu başka bir sorumluluk hissettirdi üzerimde tabii başlarda, sonra iç ritmime ve yolculuğuma odaklandım. Bana kalsa içimdeki canavar çoktan ortaya çıkardı. Nora bu anlamda tuzaklı ama bir yandan da çok zevkli bir rol açıkçası. Her parçasının dozajını çok iyi ayarlamak gerekiyor. Bununla beraber tarantella’yı es geçmek istemem. İnanılmaz bir dans, asla göründüğü kadar kolay değildi, alt beden ne kadar sertse üst beden o kadar yumuşak olmalı. Bedenimi ikiye bölmeye çalışmak gibiydi 🙂 Karakterin duygularının bedensel olarak anlatıldığı an çok cezbedici benim için ama bir o kadar da yol haritası gerekliydi keşfetmek için. Zeynep Günsür’le kısa sürede olsa yaptığımız çalışma bedenimden çıkan duygulara odaklanmamı sağladı. Tarantella Nora karakteri için inanılmaz doğru bir referans, Ibsen’in neden bu dansı seçtiğini anlayıp çok etkileniyorsun. Çok fazla katmanı olan, oynarken türlü tuzaklarla karşılaşabileceğin, ince çizgilerde gezinen, kompleks bir karakteri. canlandırıyorum. Orijinal Nora metnini değil bir adaptasyon oynuyoruz; güncel, yalın bir dili var bu adaptasyonun. Bu dil rejiye de yansıdı. Provalar süresince karakter için çeşitli yollar, usluplar denedik. Kafamda farklı şeyler de vardı ama hem metnin hem rejinin performansımı yalınlaştırmamı talep ettiğini söyleyebilirim. En çok karakterin duygularına ve onu nasıl yansıtıp yansıtmamasına odaklandım. Bir de çok prototipe kayabilme tehlikesi olan bir karakter olduğu için Nora, bunun olmamasına, aptal bir bebek gibi görünmemesine dikkat ettim. Bu devirde bebek taklidi yaparak bir adamı idare etmeye seyirci de ikna olmaz herhalde diye düşünüyorum 🙂 Bununla beraber, provalara girmeden önce aklım fikrim tamamen karakteri yaratmak üzerine odaklı değildi elbette, hem yapım hem projenin tasarlanması üzerine de kafa yoruyordum ve işin diğer taraflarında da yer almak, oyuncu olarak bütünü daha iyi görebilmeme çok katkı sağladı diyebilirim rahatlıkla. Bence bir oyuncu bütünü gördüğünde karakterine, hikayeye çok daha geniş açılardan bakabiliyor.
Henrik Ibsen’in 145 yıl önce yazdığı eserini günümüze bu denli uyarlayabilmek aslında “hiçbir şey değişmedi”nin bir sonucu mu sence? Ya da sen bunu nasıl yorumluyorsun? Çünkü bilmeyen biri pekala bugünden olmadığını düşünmez.
“Hiç bir şey değişmedi” demek olmaz belki, ama maalesef bazı şeyler de değişti denemez. Hangimiz toplumun bize dayattıklarına isyan etmiyoruz ya da kendimizi keşfetmek istemiyoruz? Olduğumuz kişi olarak görülmek istemez miyiz? Ya da kendimizi özgürce var edebilmek… Biz çok Nora ve Torvald tanıyoruz, ve her birimizin içinde biraz Nora ve Torvald var. Feminizmde de önemli kabul edilen bu metne bakış açımız biraz daha hem kadını hem erkeği anlamaya, aslında bi yanıyla iki tarafın da bir şeylerin kurbanı ve “oyuncak bebek” olduğu üzerineydi. Sadece kadına değil erkeğe de biçilen roller de var. Seyirciler (özellikle kadınlar) Torvald – Nora sahnelerinde hafif sinir bozukluğuyla baya güldüler. Oyunun son anına kadar hem de. Bence hepimizin çok tanıdık olduğu, yaşadığı şeyler var o sahnelerde. Hala geçerliliğini koruduğu için de elbette bu kadar çok sahneleniyor.
Sahnede ve sahne arkasında güçlü bir ekip var. Sahnede sana Deniz Celiloğlu, Özlem Öçalmaz, Jak Cem Avnayim, Emrah Özdemir ve Işıl Dayıoğlu eşlik ediyor. Ekipten ve bu yolda bir araya gelişinizden de bahsedelim.
Yaklaşık bir yıldır ekibi ve projeyi oluşturmaktaydık. Ekibe ilk Deniz dahil oldu. Okuldan arkadaşım zaten ve neredeyse 1 yıl önce onunla el sıkıştık. Ona yapmak istediğimizi anlattığımızda çok heyecanlandı ve ilk buluşmadan bu yana da heyecanı değişmedi. Özlem’le de aynı okuldan mezunuz. Düşündüğümüz biriydi en başından. Cem’i tanımıyordum, ama tipini çok yakıştırıyordum role, Tolga kendisinden övgüyle bahsedince hemen görüşmek istedik ve ilk görüşmeden bu yana heyecanını isteğini, bakışını çok güzel yansıtan biriydi. Işıl Hanım da aynı şekilde tüm güzel enerjisiyle bizimle olmayı istedi. Emrah ekibimize en son dahil oldu, onunla da ilk kez bu proje dolayısıyla tanıştım, o da pozitif enerjisiyle geldi. Birlikte bu oyunu oynamaktan mutluyuz. Roller kendi kişisini ister, bizim işte de roller ne istediyse o oldu diye düşünüyorum 🙂
İlk sahne günü ne duygularla sahneye adım attın ve ne duygularla indin?
Prömiyer günü biraz gergin ve heyecanlıydım. Kafamda çok şey vardı sanırım. Bu zamana kadar geçirdiğim en garip prömiyerdi itiraf edeyim. Benim için sanırım 2. oyun prömiyer gibi oldu bu defa. Ama tabi ki şunu söyleyebilirim, uzun zamandır hayalini kurduğum, anlatmayı çok istediğim bu hikayeyi gerçekleştiriyor olduğumu fark edip, bunun tadını çıkardım. Bu bir yolculuk ve hikayemizi paylaşmak bana heyecan ve keyif veriyor. Hikayenin ve duyguların seyircide bir etki yaratmasının benim için değerli olduğunu ve bu etkileşimin ne kadar güçlü olduğunu hissettim.
Daha önce seni Fairfly’da izlemiştim ama bu bambaşka bir performans. Her ne kadar oyun daha taze ve yolu uzun olsa da başka ne gibi oyun hayallerin var sormak isterim. “Şunları şunları da mutlaka yapmak isterim” dediğin bir şeyler muhakkak vardır. Sonuçta Tiyatro Circa yeni bir bebek ve ilk çocuğu da Nora (Bir Bebek Evi)
Nora’nın benim için yeri ayrı. Öncelikle Nora’nı yolculuğunu sürdürmek istiyorum, dolaşalım istiyorum Nora’yla. Circa henüz bebek evet, umarım güzel büyür. Bu süreçte şimdiden çok şey öğrenip deneyimledim. Biraz her şeye yolculuk, süreç gözüyle bakar oldum şu sıralar… Yeni oyun bakacağım elbette, düşünüyorum bir şeyler ama hiçbir şey netleştirmedim, ucunu açık bıraktım şu an. Hafif hafif keşfetmeler başlayabilir. Bunun dışında aklımda iki şey var bir zamandır, üzerinde çalıştığım biraz ilerlettiğim işler, ikisi de oyun değil aslında, ama neye evrilir kim bilir…
Müzikler de dikkat çekici, Crown dizisinin beşinci sezonuna da katkıda bulunan Maddison Willing’in imzasını taşıyor. Nasıl bir araya geldiniz bu isimle?
Müziklerimizi ben de çok ayrı seviyorum. Maddison ekibe erken dahil olanlardan. Selin’le Edinburgh’ta üniversitede okurken tanışıyorlar ve çok yakın arkadaşlar. Selin müziklerin karakterin iç dünyası gibi akmasını, minimal ama duygulu olmasını istiyordu. Maddison çok yetenekli zaten ve kurmak istediğimiz dünyayı çok iyi anladı, hem çok güçlü ve hisli bir iş çıkardı, hem de Nora’nın iç dünyasını yaptığı müziklerle de takip ettiğimiz ama bunu hiç bir şeyin önüne geçip göze sokmadan homojen şekilde oyuna nüfuz ettirdi. Varla yok arası ama kendini çok güçlü hissettiren ve hikayeyi bu minimal ve zamansız rejiyi çok destekledi gerçekten.
Eklemek istediklerin var ise lütfen…
Nora (Bir Bebek Evi) 9-10-28 Kasım’da Das Das’ta, 13 Kasım’da Zorlu PSM’de ve 21 Kasım’da Uniqbox’ta oynuyor bu ay. Herkesi bekleriz oyunumuza 🙂
Selin Şenköken: “145 yıl önce kadının özgürleşmesiyle ilgili yazılmış bu metnin hala, günümüzde bu kadar geçerli olması akıl almaz bir durum”
Şahane bir ekiple güzel bir iş çıkardınız. İlk provalardan oyunun sahneye çıktığı 30 Ekim’e kadar geçen sürenin bir özetini alsam senden 🙂
Sürecimiz aslında aylar öncesinden Tuğçe’yle metin araştırmamız ve dramaturji çalışmalarımızla başladı. Ibsen’in metninin adaptasyonlarını araştırmaya başladık ve Jamie Lloyd’un yönetmenliğinde, Jessica Chastain’in başrolünde oynadığı Amy Herzog uyarlaması ve Ingmar Bergman’ın uyarlamasına ulaştık. Bu metinler üzerine uzun bir süre çalışarak esas Ibsen metnini olabilecek en yalın, zamansız ve anlaşılır haline getirmek için uğraştık. Bu sürecin ardından metne uygun olarak sahne ve ışık tasarımı çalışmalarım başladı. Ardından da Ağustos itibariyle provalara başladık. Oyunun son sahnesini çalışmaya başlayarak prova sürecimiz başlamış oldu. 30 Ekim’e kadar da oldukça yoğun bir prova ve teknik çalışma sürecindeydik.
Edinburgh’da yönettiğin A Lesson in Lynching oyunuyla adım attın tiyatroya. Tabii bunun yanında kariyerinde belgeseller de mevcut. Yangın Yerinde Orkideler’i de unutmamak lazım. Ama ben senden farklı ülkelerde oyun yönetmeyi kıyaslamanı isteyeceğim. İyisiyle kötüsüyle nasıl iki farklı deneyim?
Edinburgh’da ilk olarak EU Shakespeare Company’nin Venedik Taciri oyununda asistan yönetmenlik yaptım. Oldukça detaylı, uzun bir prova sürecimiz olmuştu. Ardından Tiyatro DOT ve Theatre Uncut işbirliğinde A Lesson in Lynching oyununu yönettim. Edinburgh’un oldukça özel bir seyirci kitlesi var diyebilirim. Tiyatronun çok önemli olduğu bir şehir. İstanbul’daki deneyimim de çok özeldi. Çok iyi bir ekiple çalışmanın verdiği profesyonellikle Edinburgh’da tiyatroya verilen titizliği, özeni aratmayan bir süreç oldu.
Yolda seni zorlayan şeyler oldu mu? Yoksa “su gibi aktı gitti” diyeceğin bir süreç miydi?
Ekip olarak hep çok hazırlıklı olmaya çalıştık ve her konuda çok özenli davrandık. Prova mekânı bulmak bu süreçte zor oldu diyebilirim. Bir de gösterimimiz olan sahnelerde önceden teknik akış almak için kısıtlı vaktimiz olması zordu. Onun dışında tabii 6 kişilik bir oyun yapmak kolay değil. Casting sürecimiz uzun ve sancılı bir süreçti. Onun dışında provalar su gibi aktı gitti diyebilirim.
Oyunun ilk sahnelendiği gün neler hissettin?
Heyecan, endişe hepsi bir aradaydı diyebilirim. Dünyada en çok sergilenmiş oyunlardan birini tekrar yorumlamanın verdiği bir baskı vardı elbette. Bir yandan da aylardır kendi içimizde yaşadığımız bu süreci ilk defa seyirciyle paylaşmanın heyecanı da vardı.
145 yıla dayanan bu hikaye günümüzde hiç sırıtmıyor. Ve bazı şeylerin değişmemesi çok da iyi diyemeyiz. Sen yönetirken neler hissettin? Yani bu uyarlamayı hayata geçirirken neler düşündün?
Bu nokta aslında benim için metnin en can alıcı noktasıydı. 145 yıl önce kadının özgürleşmesiyle ilgili yazılmış bu metnin hala, günümüzde bu kadar geçerli olması akıl almaz bir durum. Aslında bu noktayı ön plana çıkarmak en büyük arzumdu diyebilirim. 145 yıl önce yazılmış bir eserden beri hala ne kadar az yol aldığımız, aslında kadınlara birçok hak verilmesine rağmen hala ne kadar yerimizde saydığımız apaçık ortada. Bunun üzerine kurduğumuz dünya da bu nedenle zamansız ve mekansızdı. Çünkü maalesef bu hikaye herhangi bir yerde, herhangi bir zamanda geçiyor olabilirdi. Kullandığımız adaptasyon da bu nedenle orijinal metnin yalınlaştırılmış, günümüzde de anlaşılabilir hali.