İlk kez kaç yaşında gittiğimi hatırlamayacak kadar uzun zamandır konser insanıyım. Kendini uzunca yıllar boyunca “hard rock”çı olarak tanımlamış biri olsam da bir zamanlar keyifle yaptığım radyoculuk vesilesiyle pek çok tarza en azından belli bir süre (dakika bazında olanlar da var tabii) kulak vermeye çalıştım. Eskinin “orta yaş” yenin hala “genç” olarak sınıflandırdığı, şaire göre ise yolun yarısını geride bırakmış biri olarak, yaşadığım en ilginç konser deneyimini Björk ile yaşadım.
Elanur YILMAZ
Konsere geleceğim elbette ama önce size kısaca bulunduğum coğrafyadan bahsetmeliyim ki taşlar yerine otursun. 15 yıldan fazla bir süredir bilim insanı olmaya çalışıyorum. Yeni teknikleri öğrenmek için de ara ara yurt dışı ziyaretlerim oluyor. 2 ay kadar önce de benzer bir hedef ile 200 yıl Norveç’e başkentlik yapmış, “Viking krallığı” olarak da adlandırılan Trondheim’a geldim. 2 aydır yaşadığım mevsimi ben sonbahar ve zaman zaman kış olarak tanımlarken, sevgili Viking halkı bu mevsime yaz diyor. Temmuz ayı tatil ayı olduğu için, şehir görece olarak sakin ve hatta zaman zaman ıssız. “Tüm bu insanlar nerede?” diye kendi kendinize sorduğunuz çok an oluyor. Bir de son bir haftaya kadar geceleri hiç hava kararmadı. Kışı da tam tersi tabii, zor coğrafya anlayacağınız. Haliyle insanları da… Duygularını asla ama asla belli etmeyen (ta ki aşırı sarhoş olana kadar), siz başlatmadıkça sohbeti başlatamayan fakat konuştuğunuzda son derece sıcak kanlı insanlar. Sordum, “Çok utangaç olmakla birlikte insanları rahatsız etmekten çekiniriz.” dediler. Ama bu coğrafyadan kaynaklanıyor, artık eminim. Sert bir coğrafya, sabah kış akşam yaz olabiliyor. İnsanları da öyle. Çekindiklerinde kış, size alıştıklarında yaz gibiler.
İzlanda’nın dünyaya mal olmuş ismi Björk, temmuz ayında, “İnsanlar nerede?” diye sorduğunuz bir sezonda, Trondheim’a konsere geldi. İki aylık Norveç deneyimim, “Bu konsere gitmezsem deneyim eksik kalacak.” hissiyle son dakikada da olsa bilet alıp konsere gittim. Haklıymışım, çok farklı bir deneyim yaşadım. Konser olarak tanımlamakta hala zorlanıyorum, tam anlamıyla “anlatılmaz yaşanır” bir deneyimdi ve fakat anlatmayı deneyeceğim.
Björk’ün Trondheim’a ilk kez hem de öğrencilerin ve bölge halkının çoğunlukla tatilde olduğu bir sezonda gelmesinin nedeni, kutsal kabul ettikleri kralları adına her yıl Temmuz sonu Ağustos başı düzenlenen “Uluslararası Olav Festivali”. Yerel üreticilerden çeşitli bira ve yemeği tadabilme şansının yanı sıra, kutsal ve ruhani aktiviteler, çocuklar için etkinlikler ve tabi ki farklı tarzlarda konserler düzenleniyor. Kendi deyimleriyle, “Bize dokunan, bizi harekete geçiren, bize bir şeyler katan deneyimler.” festivali. Net olan ise abartısız bütün Norveç’in Trondheim’a gelmesi ve her yerin insan kaynaması ve o kalabalığa rağmen asla kargaşanın olmaması. Sanırım her zaman en çok özendiğim medeniyet seviyesi olacak.
Gelelim konsere. Konser, Trondheim’ın kalesi Kristiansen’denin yemyeşil bahçesindeydi. Yaş ortalamasının 15 ile 65 arasında dalgalandığı, havanın son 15 gündeki en yağmursuz ve hatta güneşli olduğu gününde gerçekleşti konser. Dakikası dakikasına saat 19’da kapılar açıldı. Saat tam 20.00’de sahneye bir koro topluluğu çıktı. Vokallerin çok sesliliği ve her notanın tertemiz duyulabilmesi, hepsinin sesinin ayrı ayrı mükemmel olması karşısında kulaklarımın adeta pası silindi. Tüylerin diken diken olduğu anlara bir yenisi daha ekleniyordu… Bilmediğim bir dildeydi, uluslararası bir ekiple çalışıyordum ve sadece 3 Norveç’li vardı o yüzden Norveç diline de aşina değildim. Ancak müziğe gerçekten kulak verildiğinde, müzik zaten duyguyu da kelimeleri de anlatıyor, dili ne olursa olsun… Koro, son şarkısını bitirirken dev bir Ukrayna bayrağı açtığı ve alandaki herkes, gözleri dolu dolu olan sanatçıları dakikalarca alkışladı. Konserin sonunda Björk’ten öğrendim ki “Kiev Oda Korosu”ymuş… İnanılmazlardı.
“Unutulmaz bir deneyim.”
20.30’da koro sahneden alkışlarla uğurlanırken, Björk konserine hazırlanan kalabalıkta tatlı bir heyecan vardı. Konser başlamadan hemen önce, son derece ciddi bir uyarı yapıldı. Björk, konser esnasında fotoğraf ve video çekilmesini istemiyordu. Çok net bir şekilde, “Fotoğrafları web sayfamızda bulabilirsiniz, lütfen performansın keyfini çıkarın.” dediler ve saat tam 21:00’de, “Trondheim Soloist” sahnedeki yerini aldı ve ikonik Björk, kendisi kadar ikonik kıyafetiyle karşımızda duruyordu.
Hepimiz büyülenmiş daha doğrusu transa geçmiş gibiydik. Hiç abartmıyorum, adeta yerimizden kıpırdaman, can kulağıyla Björk’ü dinliyorduk. Gözümüzü ondan alamıyorduk. O kadar öyle ki insanlar içlerinden, sadece dudaklarını oynatarak şarkıya eşlik ediyorlardı… Sevdikleri şarkı çıktıklarında, tepkilerini kontrol edemeyip derin ve sessiz bir iç geçirişle minik minik, sanki çaktırmadan, dans ediyorlardı. Ve fakat ben kökenlerine bağlı bir insan olarak arada çaktırmadan fotoğraf çekerim dedim ve hızla bir iki tane hiçbir şeye benzemeyen fotoğraf çektikten sonra, yanımdakine verdiğim cesaretin altında ezildim ve “Ne olur bırak o telefonu!” diye yalvarmama az kalmıştı. ‘Stonemilker’la açılışı yapan Björk, ‘Aurora’ ile devam etti. Toplamda 14 şarkı söyledikten sonra konseri bitirdi. Uzun süren alkışlar sonrasında, orkestra şefi sahneye döndü ve 1 uvertürün ardından Björk tekrar sahnedeydi.
“Teşekkür” haricinde konuştuğu tek kısım sanırım o anlardı. Konserden 10 gün kadar önce covid olmuş ancak sesi etkilenmemiş. Hafif atlatmış, aşı sağ olsun 🙂 Kiev Oda Korosu’na ve Trondheim Soloist orkestrasına teşekkürlerini ilettikten sonra, orkestrayla yapabilecekleri en elektronik müziği yapacaklarını söyleyerek “Hadi havayı biraz değiştirelim, dans edelim.” dedi. Sesler ve hatta sevinç çığlıkları yükseldi, ‘Pluto’ başladı. İnsanlar da dans etmeye başladı ve fakat kısa bir süre sonra hepimiz adeta tekrar hazır ol moduna geçtik. Konser başındaki anonsun gücü mü Björk’e duydukları saygı mı çözemiyorum. Neredeyse hiç dans etmeden tamamladığım ilk konser olarak kayıtlarıma geçirsem de hala konser olarak tanımlayamıyorum. Tam bir deneyimdi, anlatılmaz yaşanır cinsten. İnsanların nasıl “hazır ol”da dinlediklerini, nasıl ellerinin telefonlarına gitmediğini, en sarhoşların bile nasıl talimata uyduğunu şaşkınlıkla gözlemlerken; kendi içimde meditatif bir müzikal şölen yaşıyordum. Tam bir buçuk saat süren deneyimin sonunda, “Ben ne yaşadım?” diye kendi kendime soruyordum. Çok acayipti. “Hayatım boyunca gittiğim en inanılmaz konserdi.” diyemeyeceğim ama kesinlikle en unutulmaz deneyim olarak hatırlayacağım. Tam bir sanat performansıydı.
Son olarak, konserde ne yoktu biliyor musunuz? Gürültü. Kakafoni. Rabarba. İnsanlar konserde hiç kendi aralarında konuşmadılar. Belki bir iki ufak fısıltı, ama o kadar. İnsanlar dinlediler. Gerçekten dinlediler. O kadar uzun zamandır bizdeki konserlerde bu yok ki, önce garipseyip sonra ne kadar özlediğimi fark ettim. Konserin üzerinden iki gün geçti ve ben hala bu sessizliği, tam konsantre dinleyişi düşünüyorum.