Keşif

Ozan Tekin: “Görsel sanatlarda müzik, daha fonksiyonel ve işi destekleyici bir taraftan üretiliyor.”

Solo projesini Köln’de kendi adı ve mahlası Seyrek Rıfat ile sürdüren Ozan Tekin ile Türkiye’den Almanya’ya uzanan hikayesini ve müzik çalışmalarını konuştuk.
Batıkan Baksı - 17 Mart 2025
post image

Şu sıralar Türker Süer’in 81. Venedik Film Festivali ve 2024 Toronto Uluslararası Film Festivali’nde gösterilen “Gecenin Kıyısı” filmine yaptığı müziklerin heyecanını yaşayan Ozan Tekin’in müzik öyküsü için sizi de söyleşimize alalım!

Müziğe olan ilgin çok küçük yaşta başlamış, henüz 5 yaşındayken piyano çalarak adım atmışsın müzik yapmaya. Erken yaşlarda müzikle başlayan yaşam öykünü biraz anlatmanı duyabilir miyiz?

Anneannem emekli ikramiyesiyle ablama bir duvar piyanosu almış 90’ların başında ama ablamın ilgisi çok sürmemiş. Benim küçük yaşta televizyondan duyduğum Türkçe pop şarkılarını kendi kendime piyanoda çalmaya çalıştığımı gören ailem bana ders aldırmaya karar vermiş. İlkokulda 5 seneye yakın klasik müzik ağırlıklı piyano dersleri alsam da ortaokuldan üniversite sonuna kadar ağırlıklı fen ve mühendislik alanındaki eğitimim müziğin önüne geçti. Üniversitedeki mühendislik eğitimini bitirdikten sonra hem eğitim hem de profesyonel hayatta müziğe yöneldim.

Adanada doğmuşsun ama müzikal yolculuğun şimdi Kölnde sürüyor. Adanadan Kölne nasıl uzandı yolun? Ve bu süreç senin müzik hikayeni nasıl şekillendirdi sence?

Kısaca cevaplaması oldukça zor bir soru 🙂 Adana’dan sonra İstanbul’a üniversite okumaya geldim ve 12 sene İstanbul’da yaşadım. 2005 yılından 2010’a kadar Boğaziçi Üniversitesi Müzik Kulübü’nde tanıştığım insanlar hem müzik hem de özel hayatımı olukça olumlu anlamda şekillendirdi diyebilirim. Sonrasında İTU MİAM’da okurken bir yandan bağımsız alternatif müzik yapan birçok sanatçı ve gruplarla çalıştım, tiyatro ve çağdaş performanslara müzik ve ses tasarımı yaptım. Dizi ve reklam müziği alanında üretimlerim oldu. 2013 sonrası ivmesi oldukça artan olumsuz, politik ve sosyal iklim içinde ödün vermeden müzik yapma arzumun da etkisiyle ülkeyi terk edip Almanya’ya yerleşmeye karar verdim ve Bochum’da Folkwang Üniversitesi’nde pop müzik alanında master yaptım. 1 yıl Bochum’da yaşadıktan sonra Köln’e taşındım ve 2018’den beri orada yaşamaktayım. Her ne kadar yıllar içerisinde çok farklı alanlarda ya da tarzlarda müzikle uğraşsam da Almanya’ya taşındığımdan beri solo çalışmalarıma daha çok ağırlık verebildim diyebilirim.

Söz söylemek ağır geldiği için hikayenin başında mahlas arkasına saklanmak istemiştim…

Solo çalışmalarını hem kendi adınla hem de Seyrek Rıfat mahlasıyla yayınlıyorsun. Bu iki persona arasında ne gibi ayrımlar var? Neden iki farklı isimle çıkıyorsun insanların karşısına?

Seyrek adı üstünde arada sırada, keyfine göre ortaya çıkan, Türkçe sözlerle derdini anlatan bir persona. 2017 yılında yayınlamış olduğu “Ayrık” isimli bir EP’si var. Söz söylemek ağır geldiği için hikayenin en başında bir mahlas arkasına saklanmak istemiştim. Kendi adımla ise enstrümantal işlerimi yayınlıyorum. Gerek solo piyano ile gerekse elektronik, ambient, IDM türlerinde enstrümantal üretimler yapmaktayım. Enstrümantal müziğin dinleyiciye de besteciye de açtığı soyut ve özgür bir alan var, o alanı keşfetmek ve o alanda üretim yapmak oldukça keyifli. Son yıllarda da daha bu alanda olmaya ve üretmeye gayret ediyorum.

Kendine ait çalışmaların dışında tiyatro, film ve TV yapımlarında besteci ve ses tasarımcısı olarak çalışıyorsun ve bugünlerde seni heyecanlandıran bir sürecin arefesindesin. Peki solo çalışmakla görsel sanatlara müzik yapmak arasında bir seçim yapacak olsan hangisini seçersin?

Görsel sanatlarda müzik, daha fonksiyonel ve işi destekleyici bir taraftan üretiliyor ve bu alanda besteci olarak çalışmaktan çok zevk alıyorum. Fakat bir seçim yapmam gerekirse, solo işlerim ağır basar çünkü orası benim en özgür ve en kişisel alanım.

Az önce söylediğim gibi seni heyecanlandıran bir projede yer almışsın; Türker Süerin 81. Venedik Film Festivali ve 2024 Toronto Uluslararası Film Festivali gibi önemli organizasyonlarda prömiyerini yaptığı “Gecenin Kıyısı” adlı filminin özgün müziklerini üstleniyorsun. Bu filmin müziğini yapma sürecin nasıl gelişti?

2023 sonu filmin Almanya’daki prodüksiyon ayağını üstlenen The Match Factory benimle iletişime geçti ve sonrasında yönetmen Türker Süer ile tanıştık. İşi henüz kabul etmeden önce kurgu odasına girdiğimde, filmden birçok kareyi görüp çok heyecanlandığımı hatırlıyorum. O odada kurgucu Rainer Nigrelli ile de tanışıp, iyi bir iletişimimiz olduğunu hissedince de filmde çalışmayı kabul ettim. Sonrasında 3 ay boyunca kendi stüdyomda film için yoğun bir üretim sürecim oldu. Türker de Köln’de yaşadığı için, onunla da stüdyoda beraber çok kez film üstüne kafa patlattık. Oldukça yoğun ve öğretici bir süreçti benim için.

Aynı zamanda Volker Bertelmann gibi Oscar ödüllü bir isimle çalışıyorsun. Ondan öğrendiğin en önemli şey ne oldu? Prodüksiyonlarda asistan olarak çalışırken, bestecinin karar alma aşamalarında ne kadar etkin bir rol oynuyorsun?

Volker ile 3.5 yıldır çalışmaktayım. Tema yazımındaki minimal ve fonksiyonel yaklaşımından çok şey öğrendim diyebilirim. Çalıştığı projelerde daha çok ses mühendisi olarak, teknik destek veriyorum kendisine. Ama bazı projelerde bir müzik editörü gibi düzenlemelere de katkıda bulunabiliyorum.

Dinlemeyi sevdiğim türlerin müziğime olan etkisi büyük!

Ambient, caz, elektronik ve neo-klasik müzik gibi birçok türü bir araya getiriyorsun. Bu türler arasında denge kurarken nasıl bir yaratıcı süreç izliyorsun?

Bu tamamen nasıl bir şey üretmek istediğimi anlamak ile ilgili. Hangi türde müzik yaptığım aslında duygusal ve düşünsel bir sürecin bir sonucu. Dinlemeyi sevdiğim türlerin müziğime olan etkisi büyük ve bu bana tabii ki ilham veriyor. Belki piyanoda bestelediğim bir parça tek başına yeterli gelmiyor ve üstüne ambient dokular ekleyince tamamlanıyor. Takip ettiğim sabit bir yolum yok bu üretim sürecinde. Elde ne varsa onları karıştırıp yemek yapmak gibi aslında.

Fotoğraf: Lukas Joachim

Tüm bu türleri bir araya getirirken de Krautrock ve 70’ler-80’ler elektronik müziğinden etkilendiğini söylüyorsun. Bu türler müziğine nasıl bir yön veriyor?

Bir önceki soruda da belirttiğim gibi, dinlemeyi sevdiğim müziklerin yaptığım müziklere olan etkisi oldukça büyük. Can, Cluster, Neu gibi krautrock öncüsü grupların müziklerini uzun yıllar dinledim ve halen dinlemekten çok zevk alıyorum. Krautrock; 70’ler ve 80 başlarında avangard, deneysel ve elektronik müziğin harika bir bileşimi olarak karşımıza çıkıyor ve bir zamanlar gözlerden uzak olan bu akımın bugün sevdiğim ve bağ kurduğum müziğin şekillenmesinde nasıl bu kadar etkili olduğunu görmek oldukça harika bir şey. Bu türün ve o zamanın teknolojiyi müziğe entegre etmek konusunda tarihsel olarak çok büyük bir önemi var. O dönemki özgür ve deneysel anlayıştan hep ilham almaya çalışıyorum.

Müzik kariyerinde 2 tane albüme sahipsin. “Anarya” albümün için kullandığın geriye doğru göç etme girişimi” tanımı benim çok ilgimi çekti. Bu kavramı biraz açmanı istesem, nasıl anlatırsın?

Göç zoraki de olsa, isteyerek de olsa, içinde “daha iyiye” ulaşma arzusu barındıran bir eylem. Yaşadığımız zamanın sürekli her konuda gelişme ve hep daha iyisine ulaşmayı dayatması, olduğumuz yerde uzun süre durmamıza izin vermiyor haliyle. Olaylar hep daha hızlı ve hırçın bir şekilde gelişiyor ve Türkiye gibi bir yerde toplumsal hafıza denilen şeyin oluşması gittikçe zorlaşıyor. Bu duraksız kargaşadan nasibini almış ve 8 sene önce Türkiye’yi terk etmiş bir sanatçı olarak bütün bu gelişme ve iyileşme zorundalığı dayatmasının son yıllarda artık benim üstümde pek çalışmadığını, kendimi zaman zaman geçmişe dönüp acaba şu zaman işler daha mı iyiydi, daha mı kolaydı diye sorarken bulduğumu fark ettim. “Anarya”daki yaptığım müzikle de geçmişime ve çocukluğuma sembolik de olsa göç etmeye çalıştım.

Bir grupta insanlarla birlikte müzik üretmek çok değer verdiğim bir şey…

Almanya ve Türkiyede müzik yapmanın farkları neler? Hangi yönlerden sana daha fazla ilham veriyorlar?

Türkiye’de çoğunlukla insanlarla, Almanya’da ise daha çok tek başıma müzik yapıyor oldum. Bu bir seçimden çok koşulların getirdiği bir durum oldu. Her ikisinin de kendisine göre iyi ve kötü tarafları var. Bir grupta insanlarla beraber müzik üretmek ve onun parçası olma hissi çok değer verdiğim bir şey. Öte yandan tek başına müzik yapmanın kendini anlamak, kendinle yüzleşmek adına çok öğretici olduğunu düşünüyorum.

Şu anda üzerinde çalıştığın yeni projeler var mı? Bizi ne gibi çalışmalar bekliyor gelecek günlerde ya da aylarda?

Şu anda yeni solo piyano albümünün üretim sürecindeyim. Türkiye’den ve Almanya’dan sevdiğim bazı sanatçılarla uzaktan çalışmaktayım. Çok yakında ise Seyrek Rifat’tan bir sürpriz gelebilir.

İlgili Yazılar
Development by Bom Ajans