Bazı müzisyenler vardır ki her sene mutlaka adını bir albümde görürüz. Üretmeden duramazlar ancak her üretimleri önceki işleriyle temas halinde olsa da yeniliklere de açık olur. Noah Lennox da onlardan biri. Animal Collective olarak sevdiğimiz ve albümlerini dinleye dinleye hafızamıza kazıdığımız müzisyenin bir diğer projesi olan Panda Bear ile bu sene çıkardığı “Sinister Grift” tam bir hazine. Dinledikçe açılan, açıldıkça da farklı dünyalarla buluşmamızı sağlayan albümü Noah Lennox ile konuştuk ve merak ettiğimizi noktaları aydınlatmaya çalıştık. Albümü de şu ana kadar gözden kaçırdıysanız mutlaka bir göz atın bu röportajla birlikte. Afiyetler!
“Sinister Grift”i Lizbon’da sahip olduğun Estudio Campo’da kaydettin. Kendi özel stüdyonda kaydettiğin ilk albümdü yanlış bilmiyorsam. Tematik bakımdan biraz daha içe dönük ve acısıyla, tatlısıyla geçmişinle ve eski birlikteliğinle yüzleştiğin bir albüm gibi hissettik dinleyicilerin olarak. Senden “Sinister Grift”in yazım ve kayıt sürecini öğrenmeyi isteyebilir miyim?
2018, 2019 gibi Madrid’deki bir festivalde çalmam için teklif aldım. COVID patlamadan hemen önceydi. O zaman 2019’du muhtemelen. Neyse, o festival için harekete geçtiğimde yavaş yavaş Panda Bear için bir şeyler yapsam düşüncesi aklımda beliriyordu. Sonra pandemi oldu ve evlere kapandık. Ben de o süreci şarkılarla geçirdim. 4-5 tane şarkı yaptım. Sadece vokal, gitar ve drum machine vardı. Aşırı derecede minimal bir setup’ım vardı. O dönemde bir de Animal Collective için bir EP hazırlayıp yayınladım. “Bridge to Quiet“tı adı. Animal Collective’ten arkadaşım Josh ‘Deakin’ Dibb mixlemişti. O EP’de ortaya çıkan sonucu çok sevmiş ve spesifik olarak oluşturduğumuz ses karakterine vurulmuştum. Josh, kaydettiğimiz şeyi çok özel ve kendine has bir noktaya taşımıştı. Onun prodüksiyon masasındaki maharetleri kadar önemli olan bir diğer nüans da şarkıların sözlerindeki becerisi. Şarkı sözü yazma konusunda kesinlikle benden daha başarılı. Onunla bir şeyler yaratmaktan dolayı mutlu olmamın yanı sıra Panda Bear albümüm için de aklıma bazı şeyleri getirdi. 2020’de Lizbon’da arkadaşlarımın da desteğiyle kendi stüdyomu kurdum. Stüdyoyu açtığım güne kadar hep farklı gruplar ve projeler için stüdyo kiralardım. Dünyanın birçok noktasında stüdyo kiraladım diyebilirim. 2020’de kullanıma hazır hale geldiğinde, hayatımda ilk kez her şeyi dilediğim kadar kullanabileceğim ve her şarkının, her detayıyla uğraşabileceğim bir yerim oldu. Josh da bu süreçte yanımda oldu. Ki Josh’la en az 30 senedir birlikteyiz. Animal Collective’in ötesine uzanan bir dostluğumuz var. 2023’ün Kasım ayında “Sinister Grift” için stüdyoma davet ettim onu. Yaklaşık 5 haftayı stüdyoda şarkıları bir noktaya getirerek geçirdik. Temelde herkesin yaptığı şeyi yaptık. Ben tüm enstrümanları kaydedip üzerine vokalleri hallettim. Temeldeki fikir; her şeyi tek tek parçalarına, dokularına ayırıp sonrasında bir yapbozu bir araya getirir gibi parçalara ayırdığımız dokuları birleştirmekti. Bunu tam olarak istediğimiz gibi finalize edemediğimizi kabul ediyorum. Çünkü şarkıların çoğu zaten kayıtlar bittiğinde her şeyiyle hazırdı. Bir nevi üzerlerinde çok da oynanmaya izin vermeyecek şekilde tamamlanmıştılar. O yüzden bozuk olmayan bir şeyi tamir etmeye ihtiyaç duymadık. Belirsiz bir durum kalmayınca biz de elimizdeki şarkıları parlatmaya çalıştık. Çünkü bugüne kadar yaptığım şarkılara, albümlere baktığımda bir taslak ilerlemiyorsa onu öylece bıraktığım çok oldu. Ancak bir noktada o bıraktığım taslak başka bir zamanda kendine var olabilecek bir yol bulduğunda o yolu takip ettim. Animal Collective için yaptığım şarkılarda da “Sinister Grift”te de bu durum geçerli.
Albümün işitsel tarafı kadar kapağı da dikkat çekici. Rönesans tablolarını andıran bir tercih yapmışsınız. Kapaktaki portrenin yüzünden birçok farklı duygu durumu okunabiliyor tıpkı senin “Sinister Grift” albümünde olduğu gibi. Sen albümün kapağına ve kurduğun işitsel dünyayla arasındaki uyuma dair neler söylemek istersin?
Kız arkadaşım Rivka’nın (Ravede) resmiydi. Rivka da aynı zamanda Spirit of the Beehive isimli bir grupta bas gitar çalıyor. Evimizde bu resimle uğraşıyordu. Yaklaşık 1 hafta 10 gün sonra henüz resim tamamlanmamış olsa da ortaya çıkmak üzere olan sonucu görür görmez etkilendim. Resmin tamamını kapsayan karanlığın ortasındaki kadın figürünün içinde bulunduğu çaresiz hale rağmen bir aydınlık arama hali beni yakaladı. Çünkü kapağa baktığınızda tüm o karanlığa ve melankoliye rağmen ciddi bir aydınlık var. Sanki Tanrı’yı görmüş gibi bir heyecan ve umut da var yüzünde. Belki de cenneti, kim bilir… Demem o ki, aydınlık ve karanlık arasındaki o sürüncemeyi, resmin merkezindeki kadının yüzünde okudum. Albümün ben de ve dinleyicilerimde oluşturacağını düşündüğüm hissi tam olarak kapsıyordu. Kararımı verdikten sonra Rivka’ya bu resmi albüm kapağım olarak kullanıp kullanamayacağımı sordum. O da çok nazik biri olduğu için teklifimi kabul etti ve böylelikle “Sinister Grift”in kapağını sizlerle buluşturdum.
25 yılı aşkın süredir farklı projelerle de olsa sık sık üretim yapan ve her seferinde dinleyicini heyecanlandıran bir müzik insanı oldun. Seni dinlediğin şeyin heyecanlandırması için neye ihtiyaç duyuyorsun. Bunu hem müzisyen hem de dinleyici olarak cevaplarsan çok mutlu olurum. Örnek vermek istersen de seve seve dinlerim.
Dürüst olmak gerekirse yapmayı ve dinlemeyi sevdiğim müziğe dair bir formülüm yok. Dinleyici olarak değil de müzisyen olarak şöyle bir cevap verebilirim buna. O anda yaptığım şarkı, önceden yaptığım bir şeye benziyorsa ve ben bu benzerliği yazım aşamasında keşfettiysem ortaya iyi bir şarkı çıkma ihtimali olmuyor ve o şarkıyla yollarımızı ayırıyoruz. Odamda şarkılarımla ve düşüncelerimle baş başa kalmayı ve onun sonucunda dürüstçe kendimi ifade etmeyi seviyorum. Beni heyecanlandıran şey bu. Çünkü yeni yerler keşfetmiyorum, iz sürmüyorum. Bu ben değilim. Kâşif değilim ancak kendimi, anılarımı, zihnimi ve hissettiklerimi deşmeyi seviyorum. İşitsel tarafa yansımasında da hep kullandığım enstrümanları, sesleri ve düzenleri dönemsel olarak değiştirmek bana iyi geliyor. Çünkü yeni şeyler denedikçe yaşadığımı hissediyorum. Bence ne iş yaptığımızdan bağımsız olarak aşina olduğunuz ve her bir detayını bildiğiniz yerlerden yeni ve özgün şeyler çıkarmak pek mümkün değil. Bir de o kadar uzun zamandır aynı işi yapıyorum ve döngüye girmeye o kadar müsait bir alan ki burası, kendimi kısıtlamamak için uğraşıyorum.
Panda Bear da Animal Collective de uzun zamandır dinleyip hayranı olduğum projelerin. Birbirinden farkları olsa da senin grupların olmaları sebebiyle temellerindeki benzerlik her zaman hissediliyor. Bir şarkıya başladığında onun Animal Collective’e mi yoksa Panda Bear’a mı ait olduğuna nasıl karar veriyorsun? Süreç senin tarafında nasıl işliyor?
Bir şeyler yazmaya başlamadan önce hangisi için yazacağıma karar vererek sürece başlıyorum. Daha grup müziğine uygun bir şeyler yapacağım bir dönemdeysem Animal Collective için stüdyoya giriyorum. Ancak daha bireysel hikayeler anlatacağım, daha içe dönük bir şeyler yazmaksa amacım, rotayı Panda Bear’a kırıyorum. Bunu yapmadığımda projeler arasında kayboluyor ve odak kaybı yaşıyorum. Grup müziği yaptığımda ben şarkıyı bir yerlere getiriyorum ve arkadaşlarım onu son haline getiriyor. Sonrasında onu kaydetme ve prodüksiyon aşaması kalıyor. Lakin yine de son zamanlarda bunun pek de bir önemi kalmadı. Çünkü hepimiz birlikte ve ayrı müzik yapma konusunda fazlasıyla tecrübeli kimseleriz. Şarkılarımıza ve müziğimize karşı olan duyarlılığımız değişmiyor. Müzisyenliğimiz ve tekniğimiz konusunda dinleyicilerimizin de müsaadesiyle kendimizi ispat ettiğimizi düşünüyoruz. Bir de işin şu aşaması var. Yıllardır turne yapıyoruz. Eski şarkılarımızı yüzlerce kez çaldık, çalıyoruz. Lakin şöyle bir şansımız var o şarkıları artık her seferinde daha farklı şekilde çalıyoruz. Bu da yaratıcılığımızın bir başka noktasını öne çıkarıyor. O yüzden artık masaya bir şarkı geldiğinde onun neye dönüşeceğini anlamamız kolay oluyor. O yüzden evet, sürecin en önemli noktası belki de hangisi için yazacağıma karar vermek ama yine de ilk zamanlardaki kadar bunu düşünmüyorum.
Yanlış bilmiyorsam Panda Bear olarak İstanbul’a yolun hiç düşmedi. Hazır “Sinister Grift” çıkmışken ve bu sayede turneye çıkacakken İstanbul’a gelmeyi düşünmez misin? Böyle bir teklif aldın mı ya da ilerleyen bir süreç var mı?
Buna vereceğim cevabım umarımdan fazlası değil şimdilik maalesef. Umarım İstanbul’daki ilk Panda Bear konserim gerçekleşir bir gün. İstanbul’a Animal Collective olarak bir kere gelmiştim ama o da neredeyse 15 seneden fazla oldu.
2008’de gelmişsiniz.
2008 mi? Vay canına! İstanbul’da sadece 1 gün geçirmiş olmama rağmen harika zaman geçirmiş ve kaldığım o kısa sürede şehrinizi çok sevmiştim. Avrupa’daki konserlerimizle ilgilenen turne menajerimiz İstanbul’a onlarca kere geldi. Orada birçok konser düzenledi. İstanbul’da bizim de çok sayıda arkadaşımız var. Umuyoruz ki kendisi bize bu süreçte yardım eder. Şu anda net bir şey olmamakla birlikte 2026’da Asya ve Avustralya’yı kapsayacak bir turne planlamaya uğraşıyoruz. Eğer teklif alırsak ve bizim de planladığımız bu turneye denk getirebileceğimiz bir tarih aralığı olursa seve seve İstanbul’a gelip ilk Panda Bear konserimi vermek isterim.