Ana SayfaKeşifKEŞİF: Pelin Çelik: "Tek gitarla çalıp söylemem Joan Baez’lerden benimsediğim hikaye anlatıcılığı...

KEŞİF: Pelin Çelik: “Tek gitarla çalıp söylemem Joan Baez’lerden benimsediğim hikaye anlatıcılığı geleneğinden geliyor!”

Geçtiğimiz yıl Roxy %100 Müzik Günleri’nde Roxy Özel Ödülü ve dergy Özel Ödülü kazanan Pelin Çelik ile 7 Haziran’da çıkacak ilk albümü “Yaşamak Gerek” hakkında biraz söyleştik. Sohbete başlamışken tek başına müzik yapmasından sokak müzisyenliğine; Doğan Duru ile birlikte Redd sahnesindeki ‘Sevmeden Geçer Zaman’ düetlerinden albümündeki şarkılara çektiği filme kadar birçok konuda konuştuk.

Batıkan BAKSI / [email protected]

Seninle geçenlerde Roxy sahnesinde konuştuğumuzda yeni albümünden bahsetmiştin. İstersen röportajımıza biraz gelmekte olan albümünden bahsederek başlayalım. 7 Haziranda geliyor değil mi? Yaşamak Gerek” nasıl bir albüm oldu anlatmak ister misin?

Evet, sonunda yayınlanacağına gerçekten inanamıyorum. Tutkulu olduğun işi yapmanın çok güzel bir duygu olmasının yanı sıra, kimse albüm yapmanın bu kadar zor olduğundan bahsetmemişti, “delilik” diyen grup arkadaşlarım dışında 🙂 “Yaşamak Gerek”, hem yolun başındaki hem de usta isimleri birleştiren, benim de sonunda tarzımı daha iyi yansıtabildiğimi düşündüğüm bir rock ballad albümü, debut albümüm, ilk göz ağrım.

“Her şarkıyı tek tek yayınladıktan sonra albüm demenin pek anlamı olmuyor…”

31 Mayısta albümden yayınladığın ilk single’ın Zordu Birbirimizi Bulmak’ın Akustikhane  Yeni Yerli” versiyonunu geçen sene dinlemiştik. Günümüzde artık biliyorsun albüm çıktığında neredeyse 4-5 şarkı yayınlanmış oluyor ama sen tek single yayınlayıp albüme saklıyorsun insanların merakını? Büyü bozulmasın mı istedin, komple bir albüm dinletmek daha mı iyi hissettiriyor sana?

Bunun sebebi aslında bütünlüklü bir hikaye sunmak istemem. Her şarkıyı tek tek yayınladıktan sonra single çıkarmaktan bir farkı kalmıyor, albüm demenin pek anlamı olmuyor, şarkılar arası bağlantı kurmak zorlaşıyor. ‘Zordu Birbirimizi Bulmak’ şarkısını albümden bir hafta önce yayınlamak, hem stratejik alandan tamamen kopmamak içindi, hem de albüme merakı artıran bir haberci niteliğindeydi. Albüm bütünlüğünü kurmak istememin bir sebebi de, 7 şarkı için ayrı ayrı değil, tüm şarkıları içeren tek bir klip-film çekiyor olmam. Bu yüzden insanlar albümü dinlerken devam eden bir akış içinde zihinlerinde bir “giriş-gelişme-sonuç” geliştirsin istedim.

Sen rock balladları yapmayı seviyorsun ama bir yandan da senden hep akustik şarkılar duyuyoruz. Albümünün de geneli hayli soft tonlarda. Hiç yırtıcı şarkılar yapma isteği var mı içinde yoksa Yaşamak Gerek” albümünü yazıp söylerken içinden geçtiğin ruh hali mi böyle sakinlik içindeydi?

Tek gitarla akustik çalıp söyleme aslında daha 70’lerden; Joan Baez’lerden, Françoise Hardy’lerden öğrenip benimsediğim hikaye anlatıcılığı geleneğinden geliyor. Bu da benim bir parçam. Bunun dışında, grup kurmak ve devam ettirmek zor bir iş. Özellikle müzikten hayat idame ettirecek parayı kazanana kadar insanlar tam zamanlı işlerde çalışmaya devam ediyorlar. Bu sebeple de prova yapmak, konser günü ayarlamak zorlaşıyor. Kimisi evleniyor ve artık zaman ayıramıyor, kimisi şehir dışına yerleşiyor. Kısacası bazen tercihen, bazen mecburen solo akustik çalıyorum. Albümde tek bir akustik şarkı var, onu da sözlerin hissiyatı gereği öyle katmansız bırakmak istedim. Albümün genelinin soft tonlarda olduğunu düşünmüyorum, belki ‘Zordu Birbirimizi Bulmak’ dışındaki şarkılara hard rock diyemeyiz ama birçok şarkıda distortion’lı gitarlar ve tatlı ya da görece sert Fender tonları kullandık. Özellikle ‘Yaşamak Gerek’ bence hem mesajı hem de müzikalitesi itibarıyla “yırtıcı” bir şarkı. Ben kendimi daha metale yakın bir yerden çok, daha duygusal, senin de dediğin gibi, derdi olan “rock balladlar” yazan, kimi zaman sert kimi zaman görece yumuşak olan daha Scorpions tınısına yakın bir yerde görüyorum. Zaman ne gösterir bilemeyiz 🙂

“Sanatın hiçbir dalı sadece çok parası olanın yer alabileceği bir alan olmamalı…”

Yaşamak Gerek”in şarkılarını içeren bir film çektiğini söyledin az önce laf arasında. Çok merak ettim, hani klip değil sonuçta büyükçe bir filmden bahsediyorsun. Nasıl bir şey tasarladın kafanda? Ve bizi neler bekliyor bu filmle alakalı, biraz ipucu duymak isterim 🙂

Ben aslında “klip-film” ismini verdim çünkü ikisi arası bir iş, müzik ve sinemayı birleştiren disiplinlerarası bir proje. Bu filmde, tüm şarkılar aynı karakterlerle tek bir hikayeyi anlatıyor. Yani şarkıyı dinlerken klibi izliyoruz, sıradaki şarkıya geçmeden önce bir diyalog ya da monolog dinliyoruz. Bu interlude’ler şarkıları birbirine bağlıyor. Sonrasında aynı hikayeyi devam ettiren sıradaki şarkıya geçiyoruz. Senaryosunu ben yazdım; senaristlik konusunda şansıma, Aziz Kedi gibi oldukça iyi isimlerden eğitim aldım. Bazı usta oyuncularla klip-film senaryomu paylaşıp beğenilerini duymam da beni daha çok cesaretlendirdi. Pek çoğunun ilk cümlesi “sen bunu yazacak ne yaşadın” şeklindeydi. Yine de bütçesizlikten dolayı çekemeyeceğime inandığım bir dönem oldu. Bu konuda, albümde birlikte çalıştığımız plak şirketim Avrupa Müzik’in desteği durumu değiştirdi. Sinema sektörü, içine girdikçe daha da iyi gördüğüm üzere, fahiş ücretlerin havada uçuştuğu bir alan. Bunu bilmeme rağmen, bir sanat dalında üretmek, bir film yapabilmek için milyoner olmamız gerekmesini ya da milyoner olan bir yapımcı bulmamız gerekliliğini içime sindiremiyordum. Sanatın hiçbir dalı, sadece “çok parası olan”ın yer alabileceği ya da söz söyleyebileceği bir alan olmamalı, o zaman onun adı “ticaret” olur. Destek olarak aldığım ücret bu anlamda, “prodüksiyonlu” bir film çekilebilecek bir meblağdan çok uzaktı ama yine de rahatça ekipman kiralamama, ulaşım ve yiyecek sorunlarını çözmeme yetti. Ben de bir kamera ve birkaç ışık, yanımda olan dostlarım ve en büyük destekçim olan ailemle bu hayalimi “amatör” bir ruhla gerçekleştirebilmekten dolayı çok mutluyum. Ki bu emeğimizi, milyon dolarlar harcanan ancak gerçek hiçbir şey anlatmayan, mesajı ve para kazanmaktan başka gayesi olmayan, “senaryolu defile” de diyebileceğimiz, tamamen ticari amaçla yazılmış ve çekilmiş, hiçbir sanatsal kaygı taşımayan birçok dijital platform yapımlarıyla kıyaslanamayacak ölçüde değerli buluyorum. Fazla bile anlattım, gerisini 21 Haziran’da Kadıköy Sineması’ndaki ön gösterime saklayayım. 22 Haziran da doğum günüm, ikisini birlikte kutlamak istedim. Elbette davetiyeni göndereceğim, Roxy ailesinin diğer üyeleriyle birlikte seni de görmekten mutluluk duyarım.

Pelin4

Senin bir de sokak müzisyenliği yönün çok gelişmiş. Sadece Türkiyede de değil, Avrupanın da birçok ülkesinde sokaklarda şarkılar söyleyip birçok insanı etrafına toplamıştın. Sokakta müzik yapmak senin için ne anlam ifade ediyor?

Sokak müziğini ilk lisedeyken, sahneye yeni yeni çıktığım zamanlarda deneyimlemiştim. Şarkı söyleyip insanların tepkisini gözlemleyebileceğim, yorumlarını duyabileceğim ve o zaman için kendi paramı kazanabileceğim bir alan olmasını sevmiştim. Türkiye dışında Fransa, Yunanistan ve Almanya’da iyi müzisyenlerle çaldık. Yurt dışında sokak müziği yapmak farklı kültürden insanlarla etkileşime geçmeme vesile oldu, değerli müzisyen dostlar kazanmamı sağladı. Bence gerçek bir müzisyen olmak için “sokak sahnesini” de deneyimlemek değerli ve öğretici. Ben vapur müzisyenliği de yaptım, yapıyorum. Bunlar bu meslekte daha ileri noktalara gelindiğinde, şöhret işin içine girdikçe yapılamayacak şeyler, o yüzden şu anda bu güzelliği yaşayabiliyorken, İstanbul koşturmacasında hep bir yerden diğerine yetişilmesi gereken rutin yaşantılarda bir vapur seferinin otuz dakikasında buluşmak, o anki duyguları paylaşmak çok kıymetli.

Bu kadar çok sokakta olmak, sokağa dokunmak senin gözlem yapmanı da sağlıyordur sanki. Bir sürü insan hikayesi görüyorsun sonuçta. Şarkılarının konularını nerelerden topluyorsun, seni tetikleyen şeyler neler oluyor genelde?

Şarkılarımın konuları bazen kendi yaşantımda deneyimlediklerim, öğrendiklerim, bazen şahit olduğum, “buradan şöyle bir hikaye çıkabilir” dediğim ilginç bir an ya da insan olabiliyor. İster acı ister mutluluk olsun, çoğunlukla insanın bedeninden taşan ve onunla ne yapacağını bilemediği yoğun duygulardan besleniyorum. Duygu duygudur, ben hepsini seviyorum. Sanatçıyı üretken kılan duygudur ancak yazmak o duygudan özgürleştirir. Yine de yazdığım her şey, anlattığım her hikaye birebir benim yaşadığım bir şey olmayabilir. Çoğu zaman öyledir, ama bazen öyle olmuyor. Bunu duymak bazı dinleyicilerde hayal kırıklığı yaratıyor çünkü kişi, yazanın aynı zamanda yaşayan olduğunu bilmek ister, o zaman daha çok inanır ya da şarkıdaki evrenin içine girer. Çünkü kendisiyle aynı deneyimi paylaşan biri vardır yanıbaşında, bu güven verir. Bu arzu, bir dinleyici olarak benim için de geçerli olsa da, bence durum tüm müzisyenler, yazarlar için böyledir. Zaten hayatta her şeyi deneyimleyemeyiz, deneyimlememiz de gerekmez. Bazen bir şey sadece ilham verir ve görevi bu kadardır, sonra oradan ilgi çekici ve samimi bir anlatı kurmak anlatıcının maharetine kalır.

“Çok disiplinlilik insanın yaratıcı yönünü genişletiyor…”

Sen Galatasaray Üniversitesinde Uluslararası İlişkiler yüksek lisansı yapıyorsun haliyle akademik bir yönün de var. İki disiplini bir arada nasıl götürüyorsun? Epey bölünüyorsundur diye düşünüyorum.

Evet, ikisini bir arada götürmek bazı anlarda gerçekten çok zor oluyor. Okulumuzun yüksek lisans programı düşündüğümden de zorlayıcıymış. Final sınavından çıkıp kendi konserime zor zor yetiştiğim günleri de gördüm, arkadaşlarım bana yerli “Hannah Montana” diyordu. Neyse ki birçok hocamız son derece anlayışlı, müziğimi ilgiyle destekliyorlar. Üniversitemi de seviyorum, yine Galatasaray’dan Siyaset Bilimi mezunuyum. Birbiriyle alakasız gibi görünse de bu bölümü seçmemin sebebi müzikle aynıydı: Daha güzel ve adaletli bir dünya için çabalamak. Zamanla siyaset gibi kirli bir alanda bunun pek mümkün olamayacağını gördüm ve sanata daha çok sığındım. Yine de okulumun eşsiz deniz manzarası, çalışmak için çok güzel bir yer tanıyor, üretimlerim için de ilham veriyor. Bence çok disiplinlilik insanın yaratıcı yönünü genişletiyor. Sadece müzikle uğraşan biri olsaydım böyle şarkı yazamazdım diye düşünüyorum.

Pelin Çelik deyince aklıma geçen seneki Roxy Müzik Günlerinden beri elinde akustik gitarıyla kendi müziğine kendi karar veren, kendi çalıp söyleyen biri geliyor. Müziğini bu kadar kontrol altında tutmak senin için nasıl bir deneyim? Etrafında müzik yaparken danıştığın kimler var mesela?

Bu tam karar alıcılık ya da kontrol arzusu, aslında maddi imkansızlıklardan kaynaklanan, bir hayali gerçekleştirme uğrunda neredeyse her şeyi kendin halletmek zorunda olma halinden geliyor. Beste yapmak ve söz yazmak, üretmek zaten içimden geldiği, böyle var olabildiğim ve hayatı anlamlandırabildiğim için yaptığım eylemler. Ama örneğin şarkı düzenlemelerine de kendim kafa yormaya başlamam, başta iyi bir düzenlemeciye verebilecek bütçem olmadığı içindi. Sonrasında bunu da çok sevdim ve insanın şarkısını nasıl duymak istediğini en iyi kendi bilebileceğine inandım. Albümdeki düzenlemelerden memnunum çünkü çok uğraştım. Bazen bu bir avantaj da olabilir, yani çok iyi bir düzenlemeci yaptı diye tam anlamıyla içinize sinecek ya da duyguyu verecek diye bir kural yok. Gitardan iyi anladığım için kayıtta çalabiliyorum, piyano ilk enstrümanım olduğu için klavyeyi de ben çalıyorum. Bir süre davul eğitimi almamdan dolayı, kayıtta çalabilecek düzeyde olmasam da davulcuya nasıl bir ritim istediğimi anlatabiliyorum. Bence bu çok önemli, çıkacak sonuca dair bir hayali olan müzisyenin kavrayıcı bir bilgiye ve çok yönlülüğe sahip olması gerekiyor. Yoksa bu kadar çok insanlı bir işte, kafamızdakini hayata geçirmekte çok zorlanırız. Ben sonucun beni tatmin etmesini çok önemsediğim için öğrenmeye çabalıyorum. İstediğine en azından yakın bir sonuç elde edebilmek için kendin karar almayı öğrendikten sonra da bu, alışkanlığa dönüşüyor. Yine de elbette akıl aldığım kişiler var; tanıdığım değerli müzisyenler, arkadaşlarım, şan hocam Doğan Duru gibi.

“Roxy’de bu kadar özverili bir çalışma ve adaletli bir oylama sistemi olduğundan haberim yoktu…”

Roxy Müzik Günleri demişken, geçen sene 22. RMGde hem Roxy Özel Ödülü hem de dergy Özel Ödülü kazanmıştın. Bu, senin müzik yolculuğunda nasıl bir farklılık yarattı? O akşam ödüllerinle eve dönerken ne hissettin, müziğinin karşılığını bu şekilde almak nasıl bir duyguydu?

Bunu sormana sevindim çünkü o geceyi hatırladıkça gülümsüyorum 🙂 Roxy, laf olsun diye söylemiyorum, benim hayatımın dönüm noktalarından biri oldu. Ben yarışmanın son başvuru gününde, sözü müziği bana ait iki şarkımın solo akustik kayıtlarını göndermiştim. Şimdi diyorum “ya göndermeseydim, ya da bir gün geç kalsaydım her şey ne kadar farklı olurdu!” Yine de gönderirken bir ödül beklentim yoktu çünkü liselerarası müzik yarışmasından itibaren pek çok yarışmada adaletli kararlar alınmadığına şahit olmuştum, ayrıca müzik eserleri arasında seçim yapmanın bir ölçüde sübjektif değerlendirmeye açık olması da bu algımda bir etkendi. Kısacası, yarışmalara genel anlamda başvurulması gereken, ama kazanılmaması halinde de üzerinde çok durulmaması gereken bir alan olarak bakıyordum. O zaman Roxy’de bu kadar özverili bir çalışma ve adaletli bir oylama sistemi olduğundan da haberim yoktu. Yarışmacıların isimlerini bile görmediğinizi, sizleri tanıdıktan sonra öğrendim. Finale kaldığımı öğrendiğimde havalara uçtum, yüzlerce kişi arasından seçilmek kazanmaya oldukça yakın bir deneyimdi bana göre. Ödül gecesinde ilk ödülümü alırken kalbim çıkacak gibiydi, ancak ikinci ödül için tekrar ismimi duyduğumda hakikaten tarifsiz bir heyecan yaşadım. İnsan kendi müziğine ne kadar derinden inansa da, böyle müziğin her alanından tecrübeli ve değerli isimlerin müziğini sevmesi, seçmesi; daha önceki yıllarda Teoman gibi önemli şarkı yazarlarının ödül aldığı bir yarışmadan ödül almak, böylesi mücadeleli bir sektörde insanı çok cesaretlendiriyor ve kendine olan inancını katlıyor. Üstelik yıllardır Roxy’de ödül alan, hiçbir solo akustik çalan katılımcı olmamış. Roxy ailesine buradan tekrar çok teşekkür ederim. Her biri kendi alanında çok değerli insanları tanıma şansına eriştim. Ödül almayan arkadaşlara da söylemek isterim ki, Roxy’ye bir önceki sene de şarkı göndermiş ve finale kalamamıştım 🙂 Yani kendimizi geliştirmekten vazgeçmemek gerek.

Dergy Özel Ödülü de istediğim bir alanda eğitim almaktı, ben de elbette vokali seçtim. Daha sonra İpek hanım (Atcan) bu eğitimi Doğan Duru ile gerçekleştireceğimizi söyledi, inanamadım, benim için dönüm noktalarımdan biri oldu.

Pelin RMG
İpek Atcan & Pelin Çelik Roxy Müzik Günleri ödül töreninde

Geçtiğimiz yıl Doğan Duru ile REDDin Dorock XL sahnesinde verdiği konserde Sevmeden Geçer Zaman’ şarkısını söylediğinde hayli olay olmuştu. Hatta senin ününe ün kattığını bile düşünüyorum bunun çünkü sonrasında sosyal medyada çok denk geldim. Bu düetin hikayesini bilmeyenler vardır elbet, kısaca bir dinlesek mi senden?

Bu sorunun bir gün bir şekilde karşıma geleceğini biliyordum. Bunu okuyacak bazı dinleyicileri hayal kırıklığına uğratmam umarım ancak dürüst olmam gerektiğini düşünüyorum. Ben Doğan hoca ve REDD grubuyla sahneye çıkmayı çok istiyordum, bunu da kendisine sıkça dile getiriyordum. Şebnem Ferah da zaten Türkiye’de rock müzik alanında çok değerli, örnek aldığım isimlerden biri. ‘Sevmeden Geçer Zaman’ düetlerini kendi kendime çalıştım, Doğan hocaya bir video gönderip konserde birlikte söyleyip söyleyemeyeceğimizi sordum. O da kendi prodüksiyon ekibiyle de görüştükten sonra, beni sahneye çıkarabilecekleri koşulun o an için seyircilerden almak olabileceğini söyledi. Aksi halde henüz tanınan bir isim olmadığım için, Şebnem Ferah da yıllardır maalesef sahnelere ara verdiği için, “bir konuğumuz var” dedikleri anda zaten bence akla ilk gelen isim o olacak ve sonra bir genç kızın sahneye çıkması, belki oluşan beklentiden dolayı hayal kırıklığı yaratacaktı. Bizim gerçekleştirebileceğimiz versiyon, bizim durumumuz için hem daha tatlı hem de daha mantıklıydı. O gece sahneye çıkmayı uman diğer arkadaşlar vardıysa onlardan özür diliyorum ama o anki heyecanla ve çalışmadan söylemek için son derece zor bir şarkı, belki de onları kurtarmışımdır. Çıkacağımı bilmeme rağmen şarkının sırası yaklaşırken kalp krizi geçireceğim diye korkmadım değil. Sahneye her çıkışımızda küçük de olsa bir heyecan olur elbette ama uzun zamandır böylesini hissetmemiştim. Bu kadar değerli müzisyenlerle aynı sahneyi paylaşmak çok güzeldi.

Yeni albümden sonra neler bekliyor bizi, konserlere mi ağırlık vereceksin yoksa yeni şarkılar için bir şeyler biriktirmeye başladın mı?

Henüz yayınlanmamış şarkılarım var, hatta cover çalışmalarım da olacak. Ama albümün 7 Haziran’daki çıkışından yaz sonuna kadar yeni bir şarkı çıkışı yapmayı düşünmüyorum. Aynı tarihte, Olta Dayanışma’ya verdiğim, Roxy’de de ödül alan şarkılarımdan biri olan ‘Gezgin’in akustik versiyonu da yayınlacak. Eylül ayına kadar mümkün olduğu kadar çok sahneye çıkmak ve albümdeki şarkıları duyurmak istiyorum. Aylardır gece gündüz ilk albümüm için emek harcıyorum, maddi kaynaklarım da şimdilik tükendi. Çok keyifli olsa da yoruldum, üretmeye fazla ara vermeye dayanamayacağımı bilsem de biraz dinlenmeyi hak ettim 🙂

Son olarak Pelin Çelik’in müziğini ilk kez dinleyeceklere ve dergy.com okuyucularına ne söylemek istersin?

Tüm sorulara içtenlikle cevap verdim, umarım sizin de hayatınızda bir yere dokunur ve yolculuğunuza katkısı olur. Yollarımız bir noktada kesiştiği için mutluyum, umarım müziğimi seversiniz, umarım şarkılarım bir gün değil, her zaman için varlığını bildiğiniz ve sığınabileceğiniz bir yer olur. Çünkü bence sanatın amacı budur ve benim onu bırakmaya hiç niyetim yok 🙂

BENZER İÇERİKLER

EN ÇOK OKUNANLAR

ÖZEL DOSYALAR