Uzun yıllardır kültür endüstrisine yön veren sinema filmleri gerçekleşmesi mümkün olmayacak olaylara, sonsuz hayal gücünün ürünü olan evrenlere açılan bir kapı gibi. Yine de sinema filmlerinin her zaman gerçeklikten uzak olduğunu söylemek hatalı olacaktır. Öyle ki halihazırda her gün karşılaştığımız ve şahit olduğumuz olasılıklar da bir sinema filmiyle hayat bulabiliyor. Peki gerçek-üstü bir kurguyu, insana özgü sorunlarla ele almak mümkün müdür?
Sıla Çığşar / [email protected]
Korku filmleri, çoğu zaman farkında bile olmadığımız politik eleştirilerin sıklıkla yer alabildiği bir tür aynı zamanda. Zombi filmlerinin atası olarak kabul gören, George Romero‘nun “Of The Dead” üçlemesinde öne çıkan alışveriş merkezi sahneleri, tüketim toplumuna bir eleştiri niteliğinde. Böylece kapitalizmin etkisiyle toplumu oluşturan bireylerin birer yaşayan ölüye dönüştüğüne dikkat çekilir. Serinin üçüncü ve son filmi “Day of the Dead”de ise anti-faşist ve anti-militarist söylemler etkisini hissettirir. Sokakların zombilere teslim olduğu bir şehirde, asker birliklerinin sebep olduğu baskı ortamı ile insanların da bir canavardan farksız olabileceği aktarılır izleyiciye. Türün daha yakın geçmişten bir örneği olan “Resident Evil” serisinde Umbrella Co. isimli bir ilaç devinin siyasiler ve seçkinlerle birlikte gerçekleştirdiği karanlık bir projenin yarattığı tahribata şahit oluruz.
Zamansız Korkular
Türün akla gelen ilk isimlerinden, ünlü yönetmen Wes Craven‘ın 1977 tarihli “The Hills Have Eyes”ı çok sayıda politik alt metnin yer aldığı bir yapım. Kaliforniya’ya seyahat eden bir grup tatilcinin ıssız bir çölde, mutasyona uğramış insanlarla arasında geçen ölüm kalım mücadelesine odaklanıyor film. Vahşi ve acımasız bu insanlar nasıl olmuştu da bu duruma gelmişti? ABD hükümetinin bu çöl kasabasında gerçekleştirdiği nükleer denemeler yalnızca kasaba halkına zarar vermemiş, aynı zamanda artık oraya yolu düşen herkes için bir savaş meydanına dönüşmüştü. Filmin 2009’da yeniden çekilmiş versiyonunda da benzer olaylar, klasik bir Amerikan ailesi portresindeki karakterler ile aktarılıyor. Film, savaş ve militarizm karşıtı söyleme getirilen en özgün yorumlardan biri hiç şüphesiz.
Hemen hepimizin yakından bildiği film serilerinden “Purge”de hiçbir suçun işlenmediği bir ülkeye konuk oluyoruz. Fakat bu ülkede senede bir geceye mahsus, her türlü suç faaliyetinde bulunmak serbest bırakılmıştır hükümet tarafından. İnsanın doğasındaki kötülüğün ne kadar ileri gidebileceğine şahit olduğumuz sahneler, bireysel silahlanma sorununun ülkeler ve toplumlar için ne denli bir tehdit olduğunu da gözler önüne seriyor. Kaos ve anarşinin hakim olduğu bu 12 saatlik zaman diliminde izleyici gerilim yüklü bulutları üzerinde hissediyor.
İçimizdeki Canavarı Tanıyor Muyuz?
60’lı yıllarda başta Amerikan toplumu olmak üzere dünya gündemini meşgul etmiş en önemli olaylardan biri ABD – Vietnam Savaşı bilindiği üzere. Tobe Hooper‘ın kült yapımı “Texas Chainsaw Massacre”ın 2006 yılı uyarlaması “Texas Chainsaw Massacre: The Beginning” bu olayı konu edinen en etkileyici örneklerden. Vietnam Savaşı’nda orduya dahil olmak üzere ülkenin diğer ucuna yolculuk yapan iki erkek kardeş ve kız arkadaşlarının yolu Teksas eyaletinin küçük bir kasabasından geçer. Bu sakin ve ıssız kasabada yaşayan geleneklerini sürdüren, milliyetçi ve dindar bir ailenin insanlık dışı yönleriyle resmedildiği hikaye, savaş karşıtlığını rahatsız edicilikle harmanlanarak aktarılıyor izleyiciye.
Dönemin siyasal sistemlerini, toplumsal yapısını ve hakim düşüncelerini belgeleyerek ortaya koyma noktasında önemli bir rol üstleniyor korku-gerilim sineması. Kadın düşmanlığı, militarizm, ırkçılık veya kapitalizm gibi tartışmaları da konu edinebilen korku filmleri, canavarların her zaman yatağımızın altında, giysi dolabımızda ya da perdenin arkasında olmayabileceğini söylüyor bize.