2008’deki ikonik doğuşundan beri Lady Gaga, sadece şarkıları ve sahne performanslarıyla değil, kıyafetleri ve aktivist kimliğiyle de pek çok kişinin hayranlığını kazandı. Müzik endüstrisinde sınırları zorlayan sesi ve büyüleyici halleriyle silinmez izler bırakan Gaga yeni albümü “Mayhem” ile hayranlarının özlediği müziği tekrar hayata geçirdi.
Yarı-country albümü “Joanne” ve jazz sevdası bir kenara bırakıldığında Gaga’nın aslında kökleri sayılacak elektro pop’tan ayrıldığı söylenemez. Ancak hem yeni ses arayışları hem de Oscar törenine uzanan oyunculuğu onu yeni denemelere yönlendirmişti. Bu çalışmalardan sonra gelen film müzikleri ve “Chromatica” bile onu pek tatmin etmemiş olacak ki geçtiğimiz günlerde Los Angeles Times’a bu konular hakkında bazı itiraflarda bulundu. Anlaşılan elektro pop’a, daha doğrusu “bildiğimiz Gaga”ya dönmek sadece hayranlarının değil onun da arzusuydu. Kelimenin tam anlamıyla “Mayhem” o arzudan peydah olmuş gibi duruyor.
Gaga’nın ilk şarkılarından beri merkeze aldığı “şöhret” kavramı ve bu kavramla birlikte yaşanan “kimlik bölünmesi” “Mayhem”in de ana konusunu oluşturuyor. Öyle ki albüm kapağında ve bu kapağın alternatif versiyonlarında bile kırılmış/yansıyan Gagalar görünüyor. Albüm öncesinde sunulan ‘Disease’ ve ‘Abracadabra’ isimli şarkıların görsel referansları da bu bölünmelerin temsili niteliğinde. Birçok Gaga’nın karşılaşmasını izliyoruz ve dinliyoruz anlayacağınız. Zaten kendisi de bunu vurguluyor son röportajında.
Bu yazıyı oluşturma sürecinde denk geldiğim diğer yorumlarda sözünü ettiğim kimlik bölünmesinin bazı eleştirmenlerce yanlış değerlendirildiğini fark ettim. Gaga’nın “en Gaga” albümü “Born This Way” (2011) döneminde yarattığı erkek alter ego Jo Calderone onun hangi uçlara gidebileceğini göstermesi açısından son derece önemliydi. Fakat Jo, Gaga’nın yaşadığı son derece kişisel bir bölünmeydi – ki birçok kez Gaga, Jo’nun aslında duygusal ilişkileri anlamasında kendisine yardımcı olduğunu vurgulamıştı. “Mayhem”i başından sonuna dinleyenler Jo’nun artık hayatta olmadığını ve Gaga’nın ilişkilerden ziyade endüstriyle hesaplaşmak istediğini kolaylıkla çözebilir. Bir yandan kariyerinde zorlanan bir yandan da özel hayatıyla ve kendisiyle mücadele eden Gaga tüm bu serüveni olabildiğince dürüst bir şekilde dile getirmiş. Bu sebeple “Mayhem” bir yıldızın nasıl doğduğunu ortaya koyan postmodern bir müzik deneyi.
Gaga bu hikâyeye “kargaşa” dese de “Mayhem”de pürüzsüz bir bütünün yaratıldığı kesin. Kesin olan bir diğer konu ise kimlik, toplumsal normlar ve duygusal çalkantılar arasında yükselen “Mayhem” şarkılarının aslında Gaga’nın pop köklerini hatırlatıyor olması.
Gaga’nın ilk albümü “The Fame” (2008) ve ikinci albümü “The Fame Monster” (2009) elektro pop melodilerinin, yüksek ritimli kulüp şarkılarının ve ezberlenen nakaratların olduğu şaheserlerdi. Gaga’ya anaakım medyadaki tahtını veren bu albümlerin yeni nesil pop kültürünü şekillendirdiği ortada. “Born This Way” ise aynı müziğin kişisel özgürlük, özgüven, bireysellik gibi alanlara daha sert soruların yöneltildiği ve kirli tonların da melodilere eklendiği bir dönemdi. Özellikle cinsellikleri ve cinsel özgürlükleri işleyen bu Gaga dönemi onu “ötekiler”in büyük starına dönüştürmüştü. İşte “Mayhem” de Gaga’nın bu üç albümüne ses ve söz referanslarıyla ilerliyor ve bu anlamda Gaga evrenini daha da genişletiyor.
Albümden önceki süreçte Gaga bu tavrının sinyallerini verdi. Örneğin EW ile röportajında “Beni ben yapan şeyin ne olduğunu düşünmeye başladım. Referanslarım neler? İlham kaynaklarım neler?” demesi hayranlarını epey heyecanlandırdı. Tam da buradan hareketle bir metafor tekrar gündeme geldi: Nachos’ları ısıtmak. Bu deyim Amerika’da ikonik hallerini yeniden canlandıran sanatçılar için kullanılıyor. Mevcut trendlerden ilham almakla birlikte “öze dönüş”ü hedefleyen bu sanatçılar bir bakıma yeniden doğuyorlar.
Bu sebeple “Mayhem”deki şarkılar daha da anlamlı oluyor dinleyicisi için. “Abracadabra”nın yayınlandığı hafta Judas’la remix’lenmesi de Gaga’nın hedefi on ikiden vurduğunu gösteriyor zaten. ‘Perfect Celebrity’ ve muhtemelen sonraki viral şarkı ‘Garden of Eden’ bence bu deneyin en iyi ürünleri. Gaga tıpkı ilk vahşi çıkışlarında olduğu gibi akılda kalıcı melodilerle yeni marşlar üretiyor.
Albümdeki her şarkının kusursuz kompozisyonu da takdire değer. Sözlerin temalardan sapmaması, bölümlerin ön nakaratlar da dahil olmak üzere sendelemeden ilerlemesi ve nakaratlarda az önce de vurguladığım akılda kalıcı tekrarların tercih edilmesi ince işçiliğin ürünleri. Gaga 2010’lara geçerken ve 2010’ların ilk yıllarında hem kendisi hem de hayranları için ne ürettiyse şimdi de aynı öze dönmüş yani.
Bu albümün sürprizi ise son zamanların en iyi düeti olan ‘Die With a Smile’. Muhtemelen Gaga şarkının ticari başarısını göz ardı etmek istemedi. Zaten albüm boyunca hatırlatılan 80’ler ve 90’lar pop-rock aşk sound’ları için son derece iyi bir sembol olan bu şarkıyla birlikte “Mayhem” ödül törenlerinde önemli kategorilerde adını geçirecek gibi duruyor.
Şimdiyse gözler Gaga’nın gelecek turnesinde. “Mayhem”in unutulmaz performanslarla taçlandırılması kuvvetle muhtemel.