Temmuz 2023’te İngiltere’ye taşındığımda, Manchester bana biraz soğuk, karmaşık ve karanlık bir şehir izlenimi vermişti. Ancak o günlerde şehrin kültürel hayatında da yeni bir sayfa açılıyordu. Uzun süren bir inşaat sürecinin ardından aynı yılın Eylül ayında kapılarını açan Factory International Aviva Studios, Manchester’a dair algımı değiştiren ilk yerlerden biri oldu. Açıldığı günden bu yana yalnızca sergilere ve gösterilere değil, yaratıcı sektörlerde çalışanlara yönelik buluşmalara da ev sahipliği yapan bu mekân, şehirle kurduğum bağın güçlenmesinde önemli rol oynadı.
Bu nedenle, 7 Mayıs 2025’te dünya prömiyeri Factory International’ın ev sahipliğinde gerçekleştirilen Hamlet: Hail to the Thief’e giderken beklentim oldukça yüksekti, hele ki Thom Yorke’un projeye doğrudan dahil olduğunu öğrendiğimde, fazlasıyla heyecanlanmıştım. Shakespeare’in klasik tragedyası ile Radiohead’in politik atmosfer yüklü Hail to the Thief albümünü bir araya getiren yapım, bizlere çok katmanlı, çağdaş bir sahne deneyimi sunuyordu. Sahneleme, yalnızca iki farklı anlatı dünyasının bir araya gelmesiyle değil, aynı zamanda politik ve duygusal krizlerin nasıl çarpışabileceğini göstermesiyle de etkileyiciydi. Müzikleri bizzat kendisi düzenleyen Thom Yorke’un gösteri hakkındaki yorumu şu şekildeydi: “Oyun albümü, albüm oyunu hayalet gibi takip ediyor.”
Projenin hikayesi oyunun yönetmenlerinden Christine Jones’un 2003’te başka bir Hamlet prodüksiyonunda çalışırken, Radiohead’in Hail to the Thief dünya turunda verdiği konserlerden birine gitmesi ve albümün Hamlet hikayesi ile ne kadar örtüştüğünü hissederek böyle bir projenin hayalini daha o günlerde kurmasıyla başlıyor.
Hail to the Thief 11 Eylül sonrası dönemin korku, paranoya ve siyasi belirsizlikleriyle şekillenmiş bir üretim olarak dikkat çeker. Orwell esintili sözleri, teatral bir karanlık masal anlatımıyla harmanlanan albüm; ‘There There’, ‘2+2=5’ ve ‘Go to Sleep’ gibi parçalarıyla dönemin ruh hâlini işler. Bu albümün kapak tasarımı da grubun uzun yıllardır birlikte çalıştığı Stanley Donwood’a ait. Kişisel bir detay olarak; Donwood, 2015’te direkörü olduğum Mixer’de gerçekleştirdiğimiz ilk “Printed” sergisinin de sanatçılarından biriydi.
Tüm bu içerik, Hamlet’in Danimarka sarayındaki yozlaşma, denetim ve bireysel yabancılaşma temalarıyla çarpıcı bir şekilde örtüşüyordu. Gösteride Elsinore bir tür gözetleme toplumuna dönüşüyor; Hamlet ve Ophelia ise bu yozlaşmış yapının içindeki gerçekleri müzik ve hayaletler aracılığıyla keşfediyordu. Radiohead’in politik atmosferle yüklü ses evreni, Shakespeare’in psikolojik derinliğiyle çarpışıyor, metin ve müzik birbirinin yankısına dönüşüyordu.
Factory International’da “Warehouse” olarak adlandırılan, her yapımda yeniden şekil alan bu geniş mekan bu oyun için yeniden tasarlanmıştı. Yüksek tribün yapısı sayesinde seyirciler, oyunun başlamasından önce sahneye çıkan merdivenlerle fiziksel olarak hikayeye dahil oluyor, adım adım atmosferin içine çekiliyordu. Mekanın dört bir yanını saran sis ve sahneye asılmış ceketler, daha oyun başlamadan gerçek ile kurgu arasındaki çizgiyi bulanıklaştırıyordu.
Sahnede dikkat çekici olan bir diğer unsur, müzisyenlerin camekan bir bölmeyle ayrılmış biçimde sahnenin içine yerleştirilmesiydi. The Guardian yazarı Arifa Akbar bunu “soğuk bir mesafe” olarak tanımlasa da, benim için müzisyenlerin bu şekilde konumlandırılması anlatıya izleyici-izlenen ilişkisi açısından farklı bir katman ekliyordu.
Thom Yorke’un deyimiyle, amaç ‘müziği odada bir varlık gibi kullanmak, onun metinle ve aksiyonla nasıl çarpıştığını izlemek, birini diğerinin hayaleti haline getirmekti.’
Jess Williams’ın koreografisiyle şekillenen fiziksel anlatım, Hamlet’in bastırılmış duygularını beden üzerinden görünür kılıyordu. Birçok sahnede yere dizilmiş amfiler etrafında şekillenen koreografi, yalnızca dans değil; öfke, yalnızlık ve tedirginlik gibi duyguların sahnedeki karşılığıydı. Işık ve video mapping kullanımı da bu duyguları pekiştiren estetik araçlara dönüşmüştü.
Hamlet, Shakespeare’in en karmaşık karakterlerinden biridir ve eleştirmenler tarafından hem trajik kahraman hem de anti-kahraman olarak değerlendirilmiştir. Klasik trajedilerdeki kahramanlar genellikle cesaret, onur ve kararlılık gibi erdemlerle tanımlanırken, Hamlet bu özellikleri sergilemekten uzaktır. İçsel çatışmaları, kararsızlığı ve zaman zaman sergilediği acımasız davranışlar, onu geleneksel kahraman kalıplarının dışında konumlandırır ve bu karmaşıklık, Hamlet’in yüzyıllardır edebi tartışmaların merkezinde olmasının başlıca nedenlerinden biridir. Oyunda Hamlet’i canlandıran Samuel Blenkin bu zor rolün üstesinden gelerek karaktere nörotik, fazlasıyla kırılgan ama aynı zamanda zaman zaman alaycı bir enerji katarak sahneye taşımış. Ophelia rolündeki Ami Tredrea ise, karakterin kırılganlığını ve bastırılmış duygularını içselleştiren bir yorum katmış. Deliliğe sürüklenişi, patriyarkal baskılar altındaki bir genç kadının içsel çatışmalarını görünür kılıyor, feminist okumalarla da örtüşen bir derinlik sunuyordu. Claudia Harrison’ın Gertrude yorumu ise, özellikle Hamlet’le olan sahnelerinde hem kraliçeliğin ağırlığını hem de anne olarak yaşadığı iç çatışmaları aynı anda yansıtmayı başaran bir performanstı.
Hail to the Thief albümünü sahneye uyarlayan Thom Yorke açıkçası beklentimin de ötesine geçen mükemmel bir iş çıkarmış. Royal Shakespeare Company ve Factory International işbirliğiyle hayata geçirilen Hamlet: Hail to the Thief, klasik metnin çağdaş bir yeniden yorumu olmanın ötesinde, ses, hareket ve ışığın uyumuyla disiplinler arası bir anlatıya dönüşüyor. Bu projenin prömiyerinin, tiyatro ve sahne sanatlarının sınırlarını zorlayan, farklı deneyimlere alanını açan Factory International’da gerçekleşmesi de yönetmenlerin bilinçli bir tercihi.
Benim için gecenin en unutulmaz anıysa, prömiyer sonrası kalabalık arasında Thom Yorke’la karşılaşmaktı.
Yapım, 4–28 Haziran 2025 tarihleri arasında Stratford-upon-Avon’daki Royal Shakespeare Company’de sahnelenmeye devam edecek. Umarım bu etkileyici iş, benzer yaratıcı iş birliklerine ve yeni anlatım biçimlerine ilham verir. Çünkü bazen, sislerin ardından gelen hakikati, ancak bir hayaletin fısıltısı ya da bir şarkının yankısıyla fark edebiliriz.