Romantik komedi filmlerine belki de bu gözle hiç bakmamıştınız. Günümüzün ilişki dünyasını filmler üstünden irdeliyoruz.
Mısra COŞKUN
Havaların soğumaya başlaması ve Merkür retrosunun bitmesiyle romans vakti gelip çattı. Sevgilisi olmayanlar, sevgilisinden yeni ayrılmış olanlar, yazlık ‘date’leri tarafından ‘ghost’lanmış olanlar veya onları ‘ghost’layanlar ve belki de bazı sevgili istemeyenlerin bile bu havalar yaklaştıkça flört hayatlarını canlandırma arzusu inceden inceye esmeye başlıyor!
Kimimiz uygulama indirecek, kimimiz belki gerçekten de bir akşam bir barda tanışma fantezisini yaşayacak… Veya aşkın gerçek tarafını görmek için cesur adımlar atanlar olarak romantik komedinin yalnızca filmlerde olduğunu kabul edeceğiz. Amacım romantik komedi filmlerindeki gibi bir aşk hayali kuranları kötülemek değil, aksine ben de hayal kurmaya bayılıyorum. Ancak kimi büyülerden sıyrılarak bir izleme pratiği edinmenin daha güçlendirici olduğunu düşündüğüm için derlediğim Amerikan romantik komedilerini biraz tiye alarak işlemek istedim. Tıpkı çıktığımız bir ‘date’i en yakın arkadaşlarımızla konuşurken her şeyiyle dalga geçebildiğimiz gibi. Fakat bu seçtiğim filmlerin beğendiğim taraflarından bahsetmeyeceğim anlamına gelmiyor. 🙂 Çünkü gururla söyleyebilirim ki ‘cheesy’ Amerikan romantik komedilerini izlemeye bayılıyorum! Ancak her ‘date’ bir şekilde keyifli geçse de tek başımayken netleştirmekte zorlanabileceğim toksikliği, mizojiniyi ve heteroseksistliği bir başka pratikle görmeyi öğrenmem gerekti.
Easy A
Emma Stone’un canlandırdığı Olive, arkadaşına bekaretini kaybettiğiyle ilgili yalan söylerken, başka biri onu duyar ve karakterimiz yer yer ‘slut-shaming’e (sürtük utandırma) uğramaya başlar. Bu filmin cinselliği kazanılıp kaybedilen bir şey olmadığının altını mizahla çizmesi en tatlı özelliklerinden. Tabii romantik detayların da eksik kalır yanı yok.
Friends With Benefits
İşte toksikliği ve heteroseksistliğini aklımızda tutarken, büyüye kendimizi kaptıracağımız ilk film! Mila Kunis ve Justin Timberlake’in arkadaş olalım ama sevişelim de diyerek o belli belirsiz alanı tattıkları, yaşamasının eğlenceli olup olmadığı her biri için değişse de izlemesi oldukça eğlenceli bir film. Tabii ki film, işler bir noktada değişir ve bu dostluk aşka dönüşür mü diye bir soru da ortaya atmıyor değil.
What’s Your Number?
Anna Farris ve Chris Evans’ın oynadığı bu film, mizojinisiyle beni benden alsa da, dalga geçilen toksik erkekliklerin yansıtılması açısından beni güldüren bir film. “What’s Your Number?”da karakterimiz Ally bir dergide 20’den fazla erkekle birlikte olan kadınların koca bulmakta zorlandığını anlatan bir makale görüyor ve evde kalmamak için eski sevgililerinden kendine koca olur mu diye araştırmaya başlıyor. Film, kadını birlikte olduğu erkeklerle sınırlandırırken, romantik komedilerin doğasına uygun bir ters köşe de yapıyor tabii. 🙂
The Break-Up
Bu filmin ayrılığı hiç de fena işlemediğini düşünüyorum. Romantik komedilerin getirisi olarak, biraz da abartarak söylemem gerekirse, Amerikan ‘romcom’lardaki en iç ısıtan ayrılık sahnesine sahip filmlerden biri olduğunu söyleyebilirim. Filmde, Jennifer Aniston’ın oynadığı karakter Brooke ve Vince Vaughn’ın karakteri Gary ayrılıyor ama ikisi de lüks evlerini bırakmak istemediği için birlikte yaşamaya devam ediyorlar. Böylelikle ev arkadaşı olan bu ‘ex’ çiftin kavgaları ve hayat değişimlerine şahit oluyoruz. Özellikle yeni bir ayrılık atlatıyorsanız ve ‘romcom’ havasındaysanız tam size göre.
How to Lose a Guy in 10 Days
Bu filmin romcom’lar arasında bir klasik olduğunu kabul etmemek mümkün mü? Kate Hudson’ın canlandırdığı karakter Andie bir dergide çalışıyor ve bir erkeğin nasıl kaybedebileceğine dair bir yazı yazıyor. Kendinden uzaklaştıracağı erkeği ise Matthew McConaughey canlandırıyor. Romantik ilişkileri bir oyun olarak almanın mihenk taşlarından olan bu filmin, iki cinsiyeti de stereotipikleştirdiğini es geçmeden şu soruyu soralım: Acaba adamı kendinden uzaklaştırabiliyor mu?
The Proposal
Ah… “The Proposal”ı izlediğim o yıl… Tam da 11 yaşındaydım ve filme bayılmıştım. 🙂 Sanıyorum ki romantik ilişkilerin oyundan ibaret olduğunun romcom’lar aracılığıyla beynime kazınmasının ilk yıllarıydı. Filmde, başarılı bir kitap editörü olan Margaret, asistanı Andrew ile evleneceğini söylemek durumunda kalıyor ve ikilinin giriştiği oyun başlıyor. Sandra Bullock ve Ryan Reynolds’ın başrollerinde olduğu bu filmde, kadın-erkek ikililiğindeki güç dengesinin sarsıldığını heteroseksüel bir düzeyde de görsek tatlı bir oyun izlemek her zaman keyifli.
Morning Glory
Film, batmakta olan bir sabah haberleri programına yapımcı olarak gelen Rachel McAdams’ın canlandırdığı Becky’nin kariyerine nasıl tutunduğunu ve aşk hayatını bu sırada nasıl yaşadığını konu ediniyor. Becky’nin eğlenceli fikirleri ve çalışkanlığını izlemek filmin en güzel tarafı.
The Ugly Truth
Katherine Heigl ve Gerard Butler dinamiğini izlemediyseniz, bunu kaçırmayın derim. Bir süredir bekar olan yapımcı Abby kusursuz eşini ararken, işvereni ona yine televizyon sektöründe çalışan Mike ile çalışması gerektiğini söylüyor. Mike’ın kadınlar ve erkekler arasındaki flörtlerin nasıl hareketlendiğine dair yürüttüğü teorilerle ikilinin arası kızışıyor ve izleyici olarak kendimizi yine ‘romcom’ oyunlarının içerisinde buluyoruz. Mike’ın erkekler ve kadınlarla ilgili belirlemeleri inanılmaz cinsiyetçi, fakat bunu aklımızda tutarak bazı belirlemelerine gülmemenin de elde olmadığını düşünüyorum. 🙂
John Tucker Must Die
Belki de en ‘cringe’ bulunan romantik komedilerden olan bu Amerikan lise komedisini ben ‘cringe’ bulmadığımı itiraf etmek istiyorum! Jesse Metcalfe’ın canlandırdığı John Tucker okuldaki birkaç kadınla aynı anda sevgili oluyor. Brittany Snow’un, Sophia Bush’un, Arielle Kebbel’in ve Ashanti’nin canlandırdığı kadınlar bir gün bunu keşfediyor ve John’u kendi oyununda yenmek için bir araya gelip bir intikam planı yapıyorlar. John Tucker’lar gerçekten ölmeli mi emin değilim ama bazı intikam sahnelerinin hala ikonik olduğunu düşünüyorum. (Spoiler: Cinsel yolla aktarılan hastalıklarla dalga geçilmesi dışında!)
Sex and the City
Sarah Jessica Parker, Kim Cattrall, Kristin Davis veCynthia Nixon’ın başrolde olduğu “Sex and the City” dizisinin ilk filmine bu dosyada yer vermesem olmazdı tabii ki. O döneme göre en çılgın dizilerinden olan “Sex and the City”i izlemeden bu filmleri izlemeyin diye naçizane bir öneride bulunmak isterim. New York’ta yaşayan dört en yakın kadın arkadaşın ‘dating’, kariyer ve seks hayatlarını ele alan bu dizinin devam filmleri dizinin sıkı takipçilerinin içini ısıtıyor diye düşünüyorum. Ayrıca diziden 17 yıl sonra çekilen, devam dizisi olan “And Just Like That…”e de göz atabilirsiniz.