Sinema tarihinin en sevilen alt türlerinden gençlik dramalarının ya da büyüme hikayelerinin en özel örneklerini gördüğümüz lise binalarına gidiyoruz bugün. İşte karşınızda beyazperdede izlediğimiz en iyi lise filmleri!
Belki de bir insan ömrünün tansiyonu en yüksek yıllarına ve en kanlı canlı anılarına ev sahipliği yapan yıllar lise yılları… Dolayısıyla sinemada bu dönemi kapsayan ve kahramanları lise çağında olan ergen kahramanlar olan filmler de aynı ergen ruhu kokulu havaya sahipler. Gelin hep birlikte bu filmlerin çoktan klasik haline gelmiş en iyi örneklerine göz atalım.
“Dazed and Confused”
Lise yılları belki de diğer tüm dönemlere nazaran diyaloğun ve karşılıklı iletişimin en işlevsel olduğu dönem olabilir. Konu bu olunca kahramanlar arası iletişimin ve diyalogun öneminin, sinemasında kendine en büyük yer bulduğu yönetmenlerden birinin Richard Linklater olduğunu söylesek yanlış olmaz. Çoktan klasik haline gelmiş ve büyüme hikayelerine kahraman odaklı bir anlatıdan daha çok sınıfsal ve kuşaksal bir boyut katabilmiş “Dazed and Confused” da böyle bir başlığın altında anılacak ilk filmlerden biri. 1976 eğitim öğretim yılının son gününde Austin, Texas’ta yer alan Lee Lisesi’nin öğrencilerini izleyen film muhtemelen bugüne kadar gördüğümüz en gerçekçi lise ortamını yaratıyordu. Küçük bir rolde de olsa Matthew McConaughey’nin sinema izleyicisi tarafından ilgi görmesini sağlayan ilk yapım olma özelliğini de anmadan geçmeyelim.
“Clueless”
Söz konusu lise filmleriyse tabii ki tiplemelerin en keskin hatlara sahip olduğu karakter anlatıları bizi bekliyor demektir. Amy Heckerling’in bugün bir kült klasik haline gelen 1995 tarihli filmi “Clueless” bu tiplemeleri anlatısının içinde en işlevsel şekilde kullanan gençlik filmlerinden biri. Bu filmlerin birçoğunun aksine okulun gerçek popülerini ana kahramanı olarak belirleyen film, Alicia Silverstone’u yıldız statüsüne taşıyan Cher karakteri aracılığıyla lise kültürünün tiplerini ve gruplaşmalarını en eğlenceli şekilde perdeye yansıtıyordu. Lise döneminde okulun en tanınan ismi olmanın verdiği gücü en iyi şekilde yansıtan film, Cher aracılığıyla aslında popülaritenin tüm çarkları çevirdiği o garip dünyayı tüm ayrıntılarıyla yansıtabiliyordu.
“Carrie”
Tabii ki lise yılları demek, hangi tipleme olursanız olun gerginlik demek. Popülerler, sporcular, inekler, gotikler… En basit etiketler altında gruplaştırılmış bu genç insanlar birbirlerini gördükleri kalıpların içinde hayatta kalmaya çalışırken ortak bir endişeyi paylaşırlar: Mezuniyet balosu! Brian De Palma’nın müthiş gençlik korkusu klasiği “Carrie” herhangi bir büyüme dramasını bile geride bırakabilecek derinliğe sahip çok güçlü bir lise hikayesi ortaya koyuyordu. Başrolünde yer alan Sissy Spacek’in taklit edilemez bir performansla hayat verdiği Carrie, mezuniyet balosunun ve yetişkinliğe geçiş sürecinin sahip olduğu gerilimi dünyanın en korkunç şeyi olarak gösterme açısından oldukça başarılı bir kahramandı. Lise filmlerinin ne kadar kanlı ve tehlikeli olabileceğini unutmamamız açısından belirli aralıklarla izlemenizi tavsiye edelim.
“Rebel Without A Cause”
“Hızlı yaşa, genç öl” alıntısını markalaştıran gerçek bir sinema efsanesi James Dean’in bir elin parmaklarını geçmeyen performanslarından birisini de bu konuyu konuşurken anmamız gerek. Nicholas Ray imzalı bu gerçek sinema klasiği “Rebel Without A Cause” ismiyle bile lise yıllarının sahip olduğu ruhu en iyi şekilde özetleyen örneklerden biri. Söz konusu yaşların herhangi bir sebebe ya da gerekçeye ihtiyaç duymayan isyanını en iyi şekilde seyirciye geçirebilen hikayelerden birini anlatan film gerçek bir “kuşak” klasiği. Kendisinden yıllar sonra gelecek ve Nirvana’nın “Smells Like Teen Spirit”ine ilham olacak “Over the Edge”e yol yapan bir ergenlik manifestosu. Her ne kadar 1950’li yıllarda geçiyor olsa da zamansız ve evrensel bir gençlik öfkesini filmleştirebilmesi açısından büyük bir öneme sahip olan film hala eskimemeye devam ediyor.
“The Breakfast Club”
Finali lise filmlerinin şahıyla yapalım! Yine bir Amerikan lisesinde geçse de tüm dünyada karşılık bulabilmiş bir lise klasiği olan “The Breakfast Club” tam olarak o yılların esas meselelerine odaklanıyordu. Bırakın öğretmenleri, müdürleri, velileri; öğrencilerin dahi birbirine düşman kesildiği ve belli başlı kalıplarla gruplaştığı bir ortamın portresini çiziyordu. Sporcular, inekler, popüler kızlar, ucubeler ve daha birçok etiketle ortak dertlere sahip olduklarından habersiz lise öğrencilerinin birbirlerini tanımaya ilk kez fırsat verdiği ve örgütlendiği büyüleyici bir senaryoya sahipti bu John Hughes klasiği… Genç oyuncularına yıldız olma kapısını aralayan film birçok kuşak boyunca etkisini hissettirmiş ve bugün bile en sevilen lise klasiklerinin başında anılmayı haketmişti.