Artık sansür haberlerine şaşırmaz olduk. Belki de uyuştuk kim bilir? Her gün yeni bir sansür haberi, iptal edilen oyun, yasaklanan film, uygun bulunmayan konser… Sizce nereye gidiyoruz?
İpek ATCAN
En son MUBİ’nin festivalinde yayınlanacak “Queer” filmi kaymakamlıkça yasaklandı. Bunun üzerine MUBİ hızla aksiyon aldı ve festivali komple iptal etti. “Keşke festival iptal edilmeseydi, bu yasaklara hizmet ediyor” diyenler de oldu elbet ama bir durup düşününce alınan karar o kadar yerinde ki… “Peki”lerle programıı değiştiren o kadar çok şey yoluna devam ediyor ve aslında yasakları kabul etmiş oluyor ki. Bir şeylere dur demek, tepki göstermek için “kabul etmemek” belki de en güzel yöntemlerden biri.
Türkiye’de kültür-sanat sansürü: Modernlikten koşar adım uzaklaşma
Türkiye’de müzikten sinemaya, edebiyattan tiyatroya kadar birçok kültür ve sanat alanında sansür uygulamaları giderek artıyor. Bu sansür, toplum üzerinde derin etkiler yarattığı gibi, Türkiye’yi modern ve açık bir toplum olma yolundan da hızla uzaklaştırıyor. Türkiye’de sansürün kökeni, Osmanlı döneminden Cumhuriyet’in ilk yıllarına ve bugüne kadar uzanıyor aslında. Her ne kadar Cumhuriyet’in ilk yıllarında sanat ve edebiyat alanında büyük bir özgürleşme çabası olsa da, özellikle toplumda hassas kabul edilen konulara dair sansür derinden hep varlığını sürdürdü. Bu tarihsel sürece bakınca, kültür sanat alanında bir ifade özgürlüğü geleneğinin oluşmasının nasıl engellendiğini ve sansürün nasıl meşru kılındığını okumak da mümkün…
Diyalog eksikliği
Sansür öyle bir şey ki, Türkiye’de sanatı toplumu birleştiren bir köprü olmaktan çıkarıp, kutuplaşmayı derinleştiren bir araç haline getiriyor. Sanat eserleri, toplumun farklı kesimlerinin bir araya gelmesine ve ortak bir kültürel zemin oluşturmasına katkıda bulunabilirken; sansür bu diyaloğu kesiyor. Sanatçıların özgürce kendilerini ifade edememesi, toplumun önemli konularda yüzleşememesine ve konuşamamasına neden oluyor. Bu durum, Türkiye’de giderek artan kutuplaşmayı daha da besliyor ve toplumun bir arada yaşama kültürünü büyük oranda zedeliyor. “Onlar” ve “Biz” gibi bir duruma sokuyor herkesi. Siz de sıkılmıyor musunuz bu ayrımdan? Ben bazen nefes almakta zorlanıyorum…
Sansür, sanatçıları sadece dışarıdan gelen bir baskı olarak değil, aynı zamanda içsel bir denetim mekanizması olarak da etkiliyor. Türkiye’de birçok sanatçı, sansür tehdidi altında yaratıcı süreçlerini sınırlamak zorunda kalıyor. Yazılamayan sözler, giyilemeyen kıyafetler… Tabii ki herkes değil… Sanatını istediği gibi, sivri ve gerçek şekilde ifade edenler bir kesim tarafından yuhalanıyor. Bu durum, sanatçıların eserlerinde bazı konuları ele almaktan kaçınmalarına, dolayısıyla da sanatsal çeşitliliğin daralmasına yol açıyor. Özgür bir ifade ortamının olmadığı bir ülkede, sanat eserleri zayıf ve sınırlı kalmaya mahkûm oluyor. Otosansür, sanatın en önemli işlevlerinden biri olan topluma ayna tutma ve eleştiri yapma gücünü zayıflatıyor. 90’ların başında, ben henüz ilkokula dahi gitmezken “Plastip Show”u hatırlıyorum. Siyasilerle dalga geçen, ülkeyi tiye alan bir yanı vardı. Sizce bugün böyle bir şey ne kadar mümkün? Ama dünyada “Southpark” gibi “The Simpsons” gibi birçok örnek gümbür gümbür devam ediyor.
Bu sansür uygulamaları ile kültür sanat alanında evrensel değerlere saygı gösteren ve ifade özgürlüğünü destekleyen ülkelerle Türkiye arasındaki uçurum da gittikçe genişliyor.
Peki ya somut etkileri?
Son yıllarda sinema, müzik ve edebiyat alanında sansüre uğrayan birçok örnek görüyoruz. Film festivallerinde gösterimi engellenen filmler, şarkı sözlerinde yapılan değişiklikler… Bu örnekler, sansürün Türkiye’de sanatı nasıl şekillendirdiğini ve sınırlandırdığını açıkça gösteriyor. Örneğin, toplumun hassas -kime göre, neye göre?- kabul edilen konuları hakkında film yapmak isteyen yönetmenler sansürle karşılaşıyor ve bu konulara dair sanatsal üretim kısıtlanıyor. Ya da yapıyor ama biz ulaşamıyoruz. Nasıl? Çok iyi di mi?
Türkiye’nin ifade özgürlüğü karnesi
Dünyanın bir kesimi -ki bence dünyanın geneli çok hoş bir yere doğru gitmiyor-, Türkiye’deki sansür uygulamalarını eleştiriyor ve ifade özgürlüğünün önemine vurgu yapıyor. Avrupa Birliği ve Uluslararası Af Örgütü gibi kuruluşlar, Türkiye’yi ifade özgürlüğü konusunda daha modern ve özgür bir yaklaşım benimsemeye çağırıyor. İmajımızın şahaneliği…
Türkiye’de sansür uygulamaları, sanatçılar üzerinde baskı yaratmakla kalmayıp toplumsal diyaloğu da zayıflatıyor, modern bir toplum olma yolunda ciddi bir engel teşkil ediyor. İşin kötüsü bunların hepsi de çok hızla ilerliyor farkında mısınız? Sanatın, toplumun farklı kesimlerini bir araya getiren, konuşulamayanı konuşma cesareti sağlayan bir alan olması gerekirken sansür bu potansiyeli baltalıyor.
Yakın çevrem ne hissediyor biliyorum ama tabii sizler ne hissediyorsunuz bilmiyorum. Ben ne hissettiğimi söylemek isterim; bir kara deliğin içine doğru hızla çekildiğimizi hissediyorum. Bu kara delikten kurtulmanın tek yolunun da yine bizler olduğunu düşünüyorum, yani bireyler. Sansürleyemediklerlmizden misiniz? O zaman sesleri daha yüksek çıkarmanın, boyun eğmektense tepki göstermenin tam sırası. Her gün bir önceki günden daha geç olacak çünkü.