“Bana Amy De” oyununda oynadığı “Blake” karakterinin yanı sıra birçok film ve dizi projesinde izleyicinin karşısına çıkan Savaş Alp Başar’ı çıkardığı single’larla müzik sahnesinde de görmeye başladıktan sonra bir röportaj gerçekleştirip onu daha yakından tanımak istedik.
Batıkan BAKSI / [email protected]
Biz seni tiyatro, sinema ve dizi oyunculuğundan tanıyoruz. Ancak son bir yıldır çıkardığın single’lar ve geçtiğimiz ay çıkan EP ile iyiden iyiye müzik sahnesinde de görmeye başladık. Müzikal geçmişini bir de senden duymak istiyorum. Müziğe ilgin ilk ne zaman başladı?
Aslında ben konservatuvar hayatıma müzikle başladım. Birçok insan buna oldukça şaşırıyor, çünkü oyunculuk kariyerim de çok erken başladı. Sanat, gerçek anlamda baba mesleği bizde kuşaklar boyu. Ben de 12 yaşımda Ankara’da Bilkent’e başladım. İlk enstrümanım klarnetti, hatta 3 konservatuvar dolaşmamdan dolayı bayağı da bir çevrem oldu. Bunlar çok hoş şeyler tabii. Avantajı da çok. Şu an zorlanmıyorum mesela, sahneye veya stüdyoya müzisyen bulmak için. Sınıf arkadaşlarım arasında klarnet çalmayı bırakmış tek kişi de benim. Oyunculuğa yönelmiştim. 13 yaşımda Pera Güzel Sanatlar’a geçiş yaptım. Çok eğlendim Pera’da, Ankara’dan İstanbul’a taşınma travmamı atlattım, o kadar. İstanbul’u sevdirdi bana Pera. Çok haylazdım, çok asiydim, neredeyse her haltı yiyordum, ama çok eğlendim. Müzik gerçekten delilik. Platonik aşk değil de, seni ön plana koymayan bir kadına kur yapmak gibi. Beğenmez, uğraştırır. Biraz reddedilmek, yalnız kalmak, başarısız olmak gibi kötü duygular yaşamadan öğrenilemez. Müzik, bana bunları öğretiyor.
“Müzik, tiyatroda hep işime yaradı…”
Dedesi, babası ve annesi oyuncu olan bir oyuncusun. Haliyle bu senin için bir aile mesleği de sayılır. Oyunculuğun, müzik kariyerini ne kadar etkiliyor? Sence birbirlerini besliyorlar mı?
Müzik, tiyatroda hep işime yaradı. Müzikallerde oynadım, Kosta Kortidis’in kaleme aldığı ve babamın (Kemal Başar)yönettiği Amy Winehouse müzikalinin özgün bestelerini yaptım ve bu oyunla Yeni Tiyatro Dergisi’nden Yılın Erkek Müzikal Oyuncusu ödülünü aldım; bu müzik dalında aldığım ilk ödül oldu. Şarkılarımın sözlerini kendim yazıyorum ve aldığım en büyük şikayet, “şarkıda çok fazla söz var oluyor” hep. 15 yaşımdan beri söz yazıyorum ve gerçekten nakarat yazma problemim var, bence bu tiyatronun anlatısallığı yüzünden, ama asla şikayetçi değilim. Özgün ve bağımsız müzik yapmak bir tercih. Mesela Develer, Pink Floyd, The Black Keys, Gevende, Coldplay gibi. Bu tarz grupların misyonları vardır. Zordur, ama kültlerdir. Pop söylemem demiyorum ve bu tarzları asla küçümsemiyorum, ne haddime. Ama kendi tarzımın dışına çıkıp komple piyasayı takip etmek eğreti durur bende.
Genelde oyunculuktan müziğe ya da tam tersi müzikten oyunculuğa geçiş yapanlara ön yargıyla yaklaşılır, senin yaşadığın bu tarz önyargılar oldu mu? Mesela “sadece oyunculuğa mı ağırlık versen?” gibi.
Çok zevkli sorular, teşekkür ederim. Oyunculuğun büyük avantajı tecrübeyle eş değer olması. İnsan yaşadığı kayıpları ve zaferleri içselleştirirse iyi bir oyuncu olabilir. Bir de ikinci bir faktör vardır ki o da yetenektir. Oyunculuğun bir diğer büyük avantajı, müzikte, balede ve resimde olanın aksine bu yeteneği çalışmadan da diğer sanat dallarına nazaran oldukça uzun bir süre tüketebilmektir. Ancak oyunculuk denildiğinde akla gelen o basit ve ulaşılabilir resmin aksine, tiyatro bir sanattır ve insanın sahnede eli ayağına dolaşır. Günümüzde kullanılan en yanlış terim -ki bunu politikacılar yapıyor genelde- “Tiyatro yapmayın’’ cümlesidir. Oyuncu gerçektir. Sahtelik ise gerçek hayatta olabilir. Benim en çok karşılaştığım cümle “oyunculukta büyük para var, sen oradan yürü, müziği halledersin’’. Bir kere taksideydim, abi “ne işle uğraşıyorsun?” dedi. Yani soru bir kere genel olarak zor. Adama tüm cesaretimi toplayıp dedim ki: “OYUNCUYUM”. Hemen ardından fark ettim, diğerini söylemedim zaten hevesim de yok, ama kompleks oldu yani heralde, bir de dedim “müzisyenim”. Yük kalktı üstümden. Ardından taksici abi bir kez daha sordu: “Peki mesleğim ne kardeşim?’’dedi. Gülüyorum ama, aslında oldukça acı.
Şarkılarını yaparken kontrolü kendi elinde mi tutuyorsun, yoksa çalışmalarında müzikal olarak fikirlerine güvendiğin kişilerle temas içinde misin?
Bestelerimi kendim yapıyorum ve buna çok dikkat ediyorum. Çok yakın olduğum, neredeyse her işimde çalan iki isim var, davulcum Güney Soysal ve bas gitarda Kaan Yavuz. Şu anda lead gitarı Hakan Doğan çalıyor ve son zamanlarda tanıştığım, elim kolum, bu sektörde vakit geçirmenin bana en çok kattığı insanlardan Atacan Canay ise klavyede. Geçtiğimiz bir dönemde tam EP’nin çıkmasına 1 hafta kala bir yarışmaya katılmaya karar verdik. Her şey o kadar ters gitti ki. Takatim yoktu, depresiftim biraz da ve Atacan’a “abi kurban olayım nolur yardım et, kafam acıyor’’ dedim. Söylenmez burada ama en ufak bir karşılık almadan belki 1 hafta her gün stüdyoya girdik, ben sigara içtim, Atacan aranjeyi bitirdi. İlk soruda anlatmıştım ya Bilkent’i, Atacan da Bilkent’li.
Amy Winehouse’un kısa yaşam öyküsünü anlatan “Bana Amy De” oyununda da oyunculuğun yanında müzik yapıyorsun bir orkestrayla. Oyunun müziklerini nasıl yaptınız? Oyunu oynarken en çok nelerden etkileniyorsun?
Amy artık farklı bir versiyon, 4 sene müzikal biçiminde icra oldu, ancak artık dramatik aksiyonda bir oyun. Oyunun müziklerinin sözleri Kosta Kortidis tarafından metine yazılmıştı. Mevcut sahnenin halet-i ruhiyesine göre ilk önce şarkıları yaptım. Kolay olmadı, çünkü piyano yoktu. İlk kez gitarla 11 tane şarkı yapmış oldum. Kosta hocadan izin alarak sözleri şarkılara göre geliştirdim. Oyunculuk kısmına gelince, Amy’de oynadığım karakter Blake, antisosyal bir insan, ilk önce bunu fark ettim. Sonrası aslında biraz hile gibi oldu benim için, çünkü antisosyaller kendileri hariç genelde duygusuzlardır. Kötülemek için söylemiyorum asla, bu çok yanlış bir şey bence. Aslında oyuncunun işi zordur, özellikle tek kişinin başrol olduğu oyunlarda ve bizim yıldızımız Cansu Tekoluk. O kadar iyi oynuyor ki. Gerçekten çoğu zaman kendimi kıskanırken yakalıyorum; hem yetenekli, hem inek (çalışkan). Dolayısıyla ilk düşündüğüm şey, ona kötü davranmaktan zevk almak ve sadece kendi dertlerimi söylemek ona. Oyunculuğun en temel işi, iyi oyunculukta iyiyi kötüden ayıran yegâne şey, dinlemek bence ve benim Cansu’yla sahnede çok iyi bir iletişimim var.
“Dinleyiciye herhangi bir duygu aktarmak istiyorsanız, o duygunun hangisi olduğunu bilmelisiniz…”
Şarkılarının temalarını nasıl oluşturuyorsun, dinleyiciye aktarmak istediğin duygular genelde nasıl çıkıyor?
Söze göre çok fazla şarkı yapmadım, yeni gelen EP’de var bir tane. Genelde önce besteyi yapıyorum. Armoni bilmek çok işe yarıyor tabii, çünkü hangi akorların, hangi ambiyansı yarattığını biliyorsunuz. Bu teknik kısımları hallettikten sonra işin içine büyü giriyor. Bu söyleyeceğim biraz absürt gelebilir ama, siz söz olmadan bir dinleyiciye herhangi bir duygu aktarmak istiyorsanız, önce o duygunun hangi duygu olduğunu kendiniz bilmelisiniz. Çünkü duygular evrenseldir. Sadece sevgi, nefret, merhamet, kıskançlık vs. gibi duyguları hissetmiş biri olmanız yeter. Nirvana’nın bütün kariyeri boyunca yaptığı buydu bence. Bize inanılmaz derecede aykırı duygular aşıladı. Mesela Bob Dylan. Muazzam bir şair zaten Nobel’i de aldı ama yaptığı müziğe kim komplike diyebilir?
‘Korkmaktan Korkma’ şarkında “ayıkla sen korkularını” diyorsun. Kendi hayatında bir şeyleri denemek konusunda ne kadar korkusuzsun? Müziğe başlarken hiç başarısız olma korkusu yaşadın mı?
‘Korkmaktan Korkma’ aslında Amy Winehouse’un yaşadığı problemler ile alakalı olmasına karşın, korkarak kendimle de özdeşleştirdiğim bir şarkı. Denemekten çekinmekten ziyade, kendi hayatımı İstanbul’a taşındığım günden itibaren bir fanusun içine hapsetmiştim. Aynı arkadaşlar, aynı konular, aynı otopark, aynı market… 18 yaşımda kendi evime çıktım, güya özgürlük sevdalısı bir çocuk olarak ama aynı semtte. Neticede bunun bende yarattığı en büyük problem, değişimden korkmak oldu. Bir noktadan sonra, konfor alanımın dışı bana bayağı bir yabancılık çektirmişti. İnsanlar beni genelde neşeli ve sosyal biri olarak tanımlar ama ben kelaynak kuşu gibi ne yapacağını bilmeyen, kendinden emin olmayan biri gibi hissediyordum kendimi, tam da Amy provalarına başladığımızda. Müziğe başlarken, oyunculuğun getirmiş olduğu tecrübeyle ilk önce beklentiyi öldürdüm. Bu kulağa olumsuz gelebilir ancak hayır. Sanat sektöründe bu çok elzemdir. Bir şey beklememek çalışmamak veya pes etmek değildir. 27 yaşındayım ve şu an sadece tiyatro veya sadece müzik yaparak geçinmek basitçe imkansız. O yüzden herkes her şeyi yapıyor; verebilen ders veriyor, mesela çok yetenekli bir arkadaşım yoga eğitmenliği yapıyor. Bu açıdan müzik benim için ani ama zamanı gelen bir karardı. Dolayısı ile çok sevdiğim CES Yapım ile hiç düşünmeden bu yola koyuldum.
Müzikle ilgili gelecek planların neler? Ağırlığı en çok nereye vermeyi düşünüyorsun ve yeni şarkılar gelecek mi yakın vadede?
Sanatın en keyifli yanı sevdiğin işi yaparak hayatını kazanmak. Emperyalist dünyanın bir açığı bence bu. Spor da öyle ama sanat insana gerek karşılaştığı tavırlarla, gerek duyulan saygıyla kendini hep üst düzey hissettiren bir meslek. Bu yüzden kendimi hep çok şanslı hissediyorum. Ve bunun da kendim için, başarı olarak en üst noktasının müzik olduğunu düşünüyorum, daha doğrusu kendimi oraya daha uygun görüyorum. Müziği ben yaratıyorum. Böyle toksik ailelerin daha yürüyemeyen çocuklarını överken hissettikleri duyguyu anladım müzikte. Gerçekten benim, ben yarattım ve o, benim. Bilmiyorum kendimi gerçekten iyi ve doğru hissediyorum müzikte. Yeni EP çok geç kalmayacak, tam tarih vermek şu an doğru olmaz mahcup olmamak adına, ama tabii ki EP’den önce çıkacak şarkıların birkaçı da hazır. Bakalım.