Sergi turumuzun ikinci bölümünde nisan ayının enerjisiyle, şehrin farklı köşelerinden sergileri geziyoruz.
Selin ÖZAVCI TOKÇABALABAN
Tüketim toplumunun benzer karakterleri
“Baby on Board” – Melih Çebi
22 Nisan’a kadar, Pilot Galeri
Çalışmalarında tüketim toplumunun tatmin edici olmayan doğası ve varoluşçu temaların etkisi olan bir sanatçı, Melih Çebi. Eserlerinde ön planda olan hepsi birbirinin aynısıymış gibi görünen karakterler de dünyanın hızlı temposuyla sürekli değişen trendler ve onlara ayak uydurma baskısından nasibini alıyor. Philip Cushman’ın 90’larda ortaya attığı ‘boş-benlik’ teorisine de atıfta bulunan işlerinde; içindeki boşluğu doldurmak için tüketen ve bunların bir yansıması olan, yeni toplum düzeninde bireyselliği silinen karakterler toplumsal normların ve beklentilerin bu yüzüyle alay ederken, mizah ve ironinin günümüz toplumunda yaşayan bir birey için mutluluğun anahtarı olduğu fikrini somutlaştırıyor. Sanatçının 22 Nisan’a kadar Pilot Galeri’de görülebilen “Baby on Board” isimli galeri mekanındaki ilk kişisel sergisine ev sahipliği yapıyor. Sergide, sanatçının dünyayla bağlantı kurma konusundaki kişisel yolculuğunu; tüketim toplumunun içine doğmuş ve dijital çağa ayak uydurmaya çalışan bireyin kimlik arayışını izleyebileceksiniz.
İnsanlık tarihi ve jeoloji tarihi iç içe
“Derin Zaman: Maddenin Sûretleri” – Sinem Dişli
4 Nisan’a kadar, Martchart
Sinem Dişli’nin paleontoloji, jeoloji, mineraloji ve biyoloji gibi alanlarda kullanılan bir takım bilimsel metodolojilerden yola çıkarak insanın geçmişi ve doğayla olan ilişkisine dair spekülatif bir anlatı kurduğu sergisi “Derin Zaman: Maddenin Sûretleri”ni görmek için son günler… Ekolojik felaketlerin ölçeğini idrak edebilmenin bir yolu olarak insanlık tarihi ile jeolojik tarihi iç içe düşünmeye yöneldiğimiz bu dönemde ortaya çıkan sergi, doğayı tanımlama ve biriktirme yöntemlerimiz ile tarihsel bağlam oluşturma biçimlerimize dair sorular içeren çeşitli bölümlerden oluşuyor. Heykel, fotoğraf, yerleştirme ve video gibi çeşitli
sanat pratiklerini bir araya getirdiği son dönem üretimlerinden oluşan bu sergi doğayı kendimizden ayırarak nasıl tanımladığımıza ve tarihi nasıl kurguladığımıza bakıyor. Dişli’nin yaklaşık 10 yıldır üzerine çalıştığı Mezopotamya ve son dönemde odaklandığı Karacadağ’da tuttuğu kayıtlardan yola çıkarak bir araya getirdiği sergi, tarih yazımının çeşitli tezahürlerini eleştirel bir mesafeden ele alırken sanatçının yakın gelecekte farklı biçimlerde sunmayı planladığı hayali bir müzenin de ilk eskizini oluşturuyor.
Geometrik oyunlar
“Kimse Bilmez” – Ebru Döşekçi
20 Nisan’a kadar, Alexandre Vallaury Binası
Ebru Döşekçi’nin ağırlıklı olarak eril bir dille özdeşleştirilen, 1950-60’ların minimalist heykelleriyle yakınlık kuran işleri, bu akımın nesnel, göndermeden uzak tavrının aksine izleyiciyi davetkar bir yaklaşımla aralarında bir gezintiye davet ediyor. Mekanı kuşatmış irili ufaklı bedenler sert kabuklarıyla ödün vermez, vurdumduymaz, biraz da kibirli görünüyor. Yaklaştıkça önce fısıltıları duyuluyor, sonra kabuklarına sığmayan ışıltıları: yeşil, sarı, pembe, turuncu ve mavi… Sanatçı, geometrik yapıları hislerin birer ifadesi, soyut dışavurumları şeklinde kullanıyor. Ebru Döşekçi’nin dünyaya ve kişilere olan merakı, ilk kez bu sergi için üretmeye başladığı “Simit” (2023), “Güvercin” (2023), “Çocuk” (2023), “Dualite” (2023), “Hakkı, Ayşe – Cemile – Ben” (2023) işlerinden oluşan Sophie serisiyle pekişiyor. “Kimse Bilmez” ile kültürel referansları ve kişisel olanı önceliklendiren Döşekçi, izleyiciyi kendisinin ve başkalarının yaşanmışlıklarının hayat verdiği işleriyle bir araya getirerek hikayesine dahil ediyor. “Kimse Bilmez” sergisi Ceren Erdem küratöryel danışmanlığında, Esra A. Aysun’un proje yönetimi ile Ebru Döşekçi tarafından bağımsız olarak düzenlenmiş. Sergi kapsamında Esra A. Aysun moderatörlüğünde Ebru Döşekçi ve Ceren Erdem’in yanı sıra sergi kataloğu için Türkiye’de kadın olarak heykel üretmek üzerine bir yazı hazırlayan Elif Dastarlı’nın katılımı ile 8 Nisan Cumartesi günü saat 16.00’da sergi mekânında bir de konuşma gerçekleşecek.
Yıkıcı etkinin derin kaygısı
“Varoluşa Saygı” – Karma
1 Nisan’a kadar, Merkür
Burcu Perçin’in küratörlüğünü üstlendiği “Varoluşa Saygı” sergisini görmek için son günü değerlendirin! Alper Aydın, Ahmet Duru, Burcu Perçin, Evren Sungur, İrem Tok, Serkan Demir, Sibel Horada, Sinem Dişli, Yusuf Sevinçli ve Yüksel Arslan’ın yer aldığı sergi; insanın doğa ile olan ilişkisini temel alarak, çevresel bilincin oluşmasına katkıda bulunan 10 sanatçının farklı medyumlardan yarattığı eserlerinden oluşuyor. Perçin sergiyi özetliyor: “Son dönemde özellikle Türkiye’de yaşanan çevre tahribatları, doğal kaynakların, güzelliklerin yok edilmesi, bize, tüm canlılara büyük ölçüde zarar verdi. Çevremiz için sanatçının ya da herhangi bir bireyin sorumluluklarını birlikte daha fazla düşünmeye ve tartışmaya ihtiyacımız var. Öyleyse şimdi ne yapacağız? Farkındalık ve eylem araçları sunmak, yeni yollar bulmak için birlikte neler yapabiliriz? Yaratıcılık ve sanatsal duyarlılığın değişimi tetikleyebilme gücüne inanarak, antroposen sanat dünyası ile, duyarlı çevreciler
ve aktivistlerin iş birliğini nasıl güçlendirebiliriz? Sürdürülebilir bir dünya hayal ederken, sürdürülebilir bir tepki ve kararlılıkla biz neleri farklı yapabiliriz? Sorunların üzerine konuşmanın ötesinde nasıl çözümler üretebiliriz? Bu soruların temel alındığı sergide, insanoğlunun çevre üzerinde giderek artan yıkıcı etkisine yönelik derin kaygı ve duyarlılığın yansıdığı yapıtlar yer alıyor. Davet ettiğim sanatçılarla, sosyal ve çevresel farkındalıkların daha geniş kitlelere iletebilmenin arayışı içinde, beraber yeni yollar bularak değişime daha güçlü katkı sağlayabileceğimize inanıyorum. Bir arada hareket etmenin gücünü kullanmanın
merakı ve heyecanı içinde, bu serginin önümüzdeki süreçte büyüyerek devam etmesini arzu ediyorum.”
Şehrin dört bir yanından sergiler
“Kuş Koysunlar Yoluna” – Gökçe Okay
2 Haziran’a kadar, Habitat Sanat
“Özgürlük Operasyonu” – Vahap Avşar, “Devinen Dirim” – Fatih Alkan, “Solgun Yolların Gölgesinde” – Ferhat Satıcı ve Hülya Özdemir
30 Nisan’a kadar, Fener Evleri
“Pasajda Bir Yıl” – Karma
2 Nisan’a kadar, Mecidiyeköy Sanat
Şehrin farklı merkezlerinde, ay boyunca takip edilebilecek sergileri de unutmamalı.
Kalbi sanatla atan İstanbul’un tüm sokaklarını, caddelerini, meydanlarını sanatla buluşturmaya devam eden İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür Dairesi Başkanlığı kente yayılan sergileri, İstanbullularla buluşturuyor. Şişli’nin kalbindeki Habitat Yaşam Merkezi’nin kültür-sanat alanı Habitat Sanat ilk sergisi “Kuş Koysunlar Yoluna” ile sanatçı Gökçe Okay’ı ağırlıyor. Şair Nilgün Marmara’nın aynı adlı şiirinden esinlenerek, M. Wenda Koyuncu’nun küratörlüğünde hazırlanan sergi gözümüz, algımız ve zihnimizin; varlığa veya şeylerin düzenine dair kabullenişlere başka bir pencere açma girişimi sunuyor. İstanbul’un yeni kamusal sanat alanı olan Mecidiyeköy Sanat, İyilik İçin Sanat Derneği’nin, genç sanatçıları desteklemek amacıyla başlattığı “Pasajda Bir Yıl” adlı projelere ev sahipliği yapıyor.
Küratörlüğünü ise Prof. Dr. Nedret Sekban yaptığı sergide Elif Akçay, Elif Aktaş, Emel Ezal, Emine Büyükbaş, Emir Furkan Tekkalmaz, Fatih Şimşek, Loya Kader Öztürkmen, Serap Can ve Yonca Karaaslan’ın eserleri görülebiliyor. Kentin en eski iki yakasını sanatla birbirine bağlayan Haliç’in kıyısında, tarihin sanatla buluştuğu birer sanat galerisi olarak kapılarını açan Fener Evleri ise, her biri farklı sanatçıların mekâna özgü işlerinden oluşan sergileri ile keşfedilmeyi bekliyor. Güncel sanatın farklı disiplinlerinde eserler üreten sanatçıların ve eserlerine yer verilen Fener Evleri ilk olarak Vahap Avşar’ın “Özgürlük Operasyonu”, Fatih Alkan’ın “Devinen Dirim” ile Ferhat Satıcı ve Hülya Özdemir’in “Solgun Yolların Gölgesinde” başlıklı sergilerine ev sahipliği yapacak.
Issız kalmış metropoller
“Görünmez Kentler” – Bilal Hakan Karakaya
21 Mayıs’a kadar, Anna Laudel
Sanatçı Bilal Hakan Karakaya’nın İtalyan yazar Italo Calvino‘nun aynı adlı romanından esinle; geleneksel döküm tekniğini kullanarak ortaya çıkardığı işler seyirciyle “Görünmez Kentler” sergisinde buluşuyor. Tarihi anıtlar gibi yükselen mega yapılara ve metropol hayatına odaklanana sergide yer alan döküm tekniği ile hazırlanan işler, yenilikçi ve cesur tasarımlarıyla heykel sanatının sınırlarını zorlayan; metropollerin sıkışıklık ve yığılmışlık duygularını, kendine has hikayeleri ile birlikte anlatarak izleyicileri farklı bir evrene davet ediyor. Karakaya, son dönemde ürettiği eserlerin yer aldığı seçkide Glenn Albrecht‘in Latince rahatlık ile keder sözcüklerinin birleşiminden oluşan “Solastalji” kavramına gönderme yaparak, sakinleri için ev olarak kabul edilen, parlaklıkları ile kendine hayran bırakan ama yabancılaştıkları, içine hapsoldukları, sıkışıp kaldıkları, masalsı şehirleri bir distopya olarak betimliyor. ‘Ortaçağ karanlığının günümüzdeki karşılığı’ olarak nitelendirdiği pandemi döneminde ıssızlaşarak tanınmaz hale gelmiş metropoller, sanatçının bu seçkisine ilham kaynağı oluyor. Karakaya’nın döküm teknikleri, taş, metal ve ahşap gibi malzemelerle yaptığı tüm üç boyutlu görsel yaratımlarının, zihnimiz tarafından reddedilen duyuların ya da bilinçaltına atılan korkulan olguların nasıl korunduğunu irdeleme biçiminde tasarlandığını söylemek mümkün.