Metal müzik, kendi içinde yeniliklere açık olduğu kadar muhafazakâr yaklaşımıyla da müzikseverlere ve müzisyenlere iki farklı deneyim sunan bir tür. Efsaneleşen grupları dinlemek ve onların benzeri gruplar yapmak çoğu zaman makbul gözükürken konu metalcore, deathcore gibi türlere geldiğinde çok ciddi mesafelenmelere de şahit oluyoruz.
Danimarka gibi metal müziğin tarihinde büyük yeri olan bir ülkeden çıkıp pop, tekno, r&b gibi türleri sert müziğin içine entegre eden Siamese de bu ön yargılara zaman zaman maruz kalan gruplardan. Yine de Danimarka’da istediği ilgiyi tam olarak göremese de sınırı geçtikten sonra azımsanmayacak bir sevgiyle karşılaştılar. Bu sevginin bizim ülkemizdeki yansıması için 25 Mayıs’ta If Beşiktaş’a gelecek grubun frontman’i Mirza Radonjica ile Siamese’in yolculuğunu ve hayattaki önceliklerini konuştuk. Afiyet olsun.
2024’te yayınladığınız “Elements”, bugüne kadarki en avangart işiniz demek isterim. Müziğinizin temelindeki post-hardcore, metalcore damarı hissedilse de pop, r&b hatta yer yer teknoya yakınsayan yerler bile oldu. “Elements”i sizden dinleyebilir miyim?
Albümün yazım ve prodüksiyon aşamasındaki her şeyi kendi başımıza yaptık. Duyduğun her şey grupça kendi gücümüzle yaptıklarımız. Büyük stüdyolarla anlaşmadık, hiçbiriyle. DIY tarzıyla gerçekleştirdiğimizi ifade edebilirim. Ev stüdyomuzda hallettik. Bir de şu kısım önemli bence Siamese’in müziğinde, hepimiz farklı müzikal arka planlardan gelmiş insanlarız. Şarkıları birlikte yaptığım grup arkadaşım Andreas, David Guetta, Avicii gibi çok büyük isimlerle çalışmış bir pop prodüktörü. Benim de arka planımda pop müziğin büyük bir yeri var. Tam olarak bu sebeple Siamese’i dinlerken metalcore ve post-hardcore’un yanı sıra pop, r&b, tekno ve nicesini duyabilirsin. Çünkü bizim müziğimizdeki en önemli element melodiler. İyi bir melodimiz varsa gerisi halloluyor. Eurovision şarkılarını andıran tarzda melodilerimiz var desem abartmış olmam.
Şarkılarınızda kişisel deneyimleriniz ve hissettiğiniz duygular fazlasıyla ön planda. Siamese için hikâye anlatmanın en iyi yolu onu yaşamak ve deneyimlerinizi ifade etmek mi? Yoksa uzaktan yapılan kapsamlı bir gözlem üzerine kurgu eklenebilir mi?
Şarkılarımıza kurgusal elementler eklemeyi bıraktım. Bunun sebebini de şöyle anlatabilirim; eğer müziğimde anlattığım hikayelerde dürüst olursam, bunu dinleyiciye geçirmekte daha başarılı olabilirim. Türkiye’deki dinleyicilerimin de bunu anlayacağını düşünüyorum çünkü Osmanlı zamanında Türkiye’de yaşamış kökenlere sahip bir Balkanlıyım. O içtenlik ve dürüstlük bende de var. İstanbul’da verdiğimiz ilk konserde sizlerden aldığım olumlu reaksiyon bu düşüncemin temel sebebi. Çünkü şarkılarımdaki sözleri, hikayeleri benimsediğiniz gibi oradaki dürüstlüğü takdir de etmiştiniz tutkunuzla. O yüzden Siamese devam ettiği sürece kurgusal bir hikâye anlatmayacağız. Sadece gerçekler konuşacak.
Bir röportajınızda mutlu şarkılardan hazzetmediğinizi söylemiştiniz. Dürüst olmak gerekirse bu cevabınızı dinleyince müziğinize karşı yaklaşımım değişti. Yaptığınız şarkıların öylesine olmadığını anladım. Soruma gelecek olursak. Siamese’in müziğini etkilemiş mutsuz şarkılardan oluşan 5 albüm seçer misin?
Emarosa grubundan ziyadesiyle etkilenmiştim. Onların kendi adını taşıyan albümleri çok iyiydi. Bring Me The Horizon’ın “That’s The Spirit” albümünü kesinlikle seçerim. Müziğe nasıl yaklaşmamız gerektiğini anlamak konusunda hepimizin zihnini açmış bir albümdü. Yine benzer bir perspektiften gitmek istiyorum ve Dayseeker diyeceğim. Dayseeker frontman’i Rory Rodriguez, metal müzik dünyasındaki en güzel sese sahip insan olabilir. Net bir albüm seçemem onların diskografisinden ama ne dinlerseniz kefilim. Rain City Drive grubundan ayrılıklarla oluşan Slaves grubunu dinlemediysen mutlaka bakmalısın. Emarosa’dan Johnny Craig’in diğer grubu oluyor. Johnny harika bir şarkı yazarı ancak içki ve uyuşturucu kaynaklı zor zamanlar geçirdi. Şimdi tüm odağını müziğe verdi ve neler başarabileceğini düşününce heyecanlanıyorum. Beşinci ve son seçimim ise System of a Down’dan “Toxicity”. Çünkü bu albüm olmasaydı ben muhtemelen metal müziğe girmezdim. Pop müzikte ilerliyor ve dürüst olmak gerekirse bayağı da gelecek vadediyordum. American Idol tarzı bir yarışma vardı Danimarka’da. Ben 2005’te o yarışmaya katıldım ve ikinci oldum. Yarışma bittiği gibi plak şirketleri benimle temas kurmaya başladı. Yani neredeyse Danimarka’nın yeni pop yıldızı olacaktım ama bunlara rağmen “Toxicity”den öylesine etkilendim ki ‘ben bir rock yıldızı olacağım’ kararımı o zaman verdim. Özetlemek gerekirse albümleri tekrar sıralayayım:
Emarosa – Emarosa (2010)
Bring Me The Horizon – That’s The Spirit (2015)
Dayseeker’dan istediğinizi dinleyin
Slaves – Beautiful Death (2018)
System of a Down – Toxicity (2005)
Danimarka’nın King Diamond, Mercyful Fate, Volbeat, Myrkur, Artillery gibi isimleri çıkarmasından süregelen metal müzik için önemli bir ülke olduğu gerçeği var. Siz sadece dönem olarak değil, sound olarak da oldukça modernsiniz ve Danimarka’daki sert müzikten bahsederken sizden bahsetmemek zor. Böyle bir geleneğe sahip ülkeden gelmenin etkisi müziğinize ne kadar yansıyor?
Bu konuda sana dürüst olacağım. Danimarka’dan ve buradaki metal müzik geleneğinden pek de etkilenmiş bir grup değiliz. Amerika’daki müzikler bizim için önemliydi, onları örnek aldık. Belki bu yüzden belki başka sebeplerden bilmiyorum ama Danimarka’daki metal müzik dinleyicileri bizi pek de sıcak karşılamadı. Hala da pek öyle yaklaştıklarını dile getiremem. Çünkü burada senin de bahsettiğin gibi güçlü bir tarih var. Metallica’dan Lars Ulrich buralı. Adını hatırlayamadığım onlarca death metal grubu var. O yüzden şunu üzülerek söyleyebilirim ki biz buradan pek ilham almadık, daha çok zorluk çektik. Çünkü insanlar bizi kabullenmeyi tercih etmedi.
Peki, neden böylesine keskin bir tavır takındılar?
Çünkü buradaki metal müzik dinleyicilerinin azımsanmayacak bir kısmı tutucu. Metal müziğin farklı bir alanında müzik yapsak bu kadar çok çalışmamıza ve kendimizi kanıtlamak için uğraşmamıza gerek kalmazdı. Buradaki dinleyicilerin tamamı için söyleyemem ama büyük kısmı hala 1980’ler ve 1990’lardaki eski albümleri dinliyorlar ve yeni çıkan grupların da öyle müzikler yapmasını istiyorlar. Ama biz aynı tipte albümleri dönüp dönüp yapmayı istemiyoruz. Şunu özellikle belirteceğim; müzik, benim hayatımdaki en önemli şey değil, bu benim işim. Benim için en önemli şey oğlum ve ailem. Siamese’i ve müzik yapmayı seviyor muyum? Evet, çok seviyorum. Ama burada bir baskı hissedersem ya da kendimizi tekrar etmeye başlarsak… İşte hikâye orada sona erer. Çünkü bu bir iş. İşimin, hayatımı ele geçirmesini istemem.
İstanbul’daki hayranlarınız sizi geçen sene Corey Taylor’ın açılışı olarak izlemiş ve doyamamıştı. Bunun neticesinde İstanbul’daki ilk headliner konseriniz için 25 Mayıs’ta IF Beşiktaş’ta izleyeceğiz. Hem o akşama hem de İstanbul’daki Siamese hayranlarına neler söylemek istersiniz?
Sizlerden gördüğümüz ilgi karşısında çok şaşkın ve minnettarım. Turneye çıktığımızda birçok ülke ve şehir görüyoruz. Her gittiğimiz yerdeki hayranlarımızı çok seviyoruz elbette. Ancak bazı şehirler aklımızda kalıyor, oralara tekrar gitmek için uğraşıyoruz. İstanbul, o listenin tepesindeki birkaç şehirden biri. Müziği biliyor ve anlıyorsunuz. Yapıcı eleştirilerinizi bizlerle paylaşmak için dünyanın çoğu yerindeki müzikseverlerden ayrışacak kadar iştahlısınız ki bu da bizlere gösterdiğiniz saygının bir yansıması diye düşünüyorum. Çünkü bunu daha iyi tanımlayabilecek bir kelime yok: çok tutkulusunuz. Müziği ve müzisyeni kucaklıyorsunuz. Corey Taylor konserinden sonra sahneden inmiş ve merch masasına gidip ürünlerimizi satmaya çalışmıştık. Bize karşı çok arkadaş canlısı ve eğlenceli yaklaşmıştınız. Bu da az önce bahsettiğim durumu tetiklemişti. Umuyorum ki hem Corey Taylor öncesinde bizi izleyen hem de o gün aramızda olma şansı bulamayan hayranlarımızla 25 Mayıs’ta If Beşiktaş’ta bir araya gelip sohbet eder, fotoğraf çektiririz. Çünkü biz buyuz. Her konserimizden sonra yaparız. Siz, bizi seviyor ve eğleniyorsanız, biz de sizi seviyor ve eğleniyoruz. İstanbul’a gelmek için sabırsızlanıyorum bu yüzden. Konserden sonra hemen çıkmayın, bizi bulun ve sohbet edip fotoğraf çektirelim. O akşamı güzel hatırlayalım.