Ana SayfaÖzel DosyaSinemanın yükselen sesi kadın yönetmenler

Sinemanın yükselen sesi kadın yönetmenler

Kadın yönetmenlerin sesini daha çok duyurmaya başladığı şu dönemde, film sektöründe hatırı sayılır işlere imza atanları öne çıkarıyoruz.

Birçok sektörde olduğu gibi film endüstrisinde de erkek egemen yapı varlığını sürdürmeye devam ediyor. Ancak erkek yönetmenlerin, senaristlerin ve yapımcıların gücü elinde tuttuğu film sektöründe son birkaç yıldır dengeler yavaş yavaş değişmeye başladı. Bunda tabii ki Hollywood’un önde gelen yıldızlarının haksızlıklara dur demek amacıyla sesini çıkarmaya başlamasının da büyük etkisi var. Bu arada sadece Hollywood için değil, tabii ki bütün dünyadaki film sektörü adına da bu durum geçerli. Ancak Hollywood’un sinema dünyasının merkezi olmasından dolayı yükselen sesler daha geniş kitlelere ulaşma imkanı yakalayabiliyor ve belki de değişimi başlatacak olan o küçük dalgaların yaratılmasına önayak oluyor.

Fırsat eşitsizliği hep gündemde

Yaklaşık beş yıl önce Hollywood’daki kadın ve erkek oyuncular arasındaki fiyat farkı ilk olarak Natalie Portman‘ın açıklamalarıyla gündeme gelmişti. Portman 2011 yılında Ashton Kutcher ile başrolü paylaştığı “No Strings Attached” filminde Kutcher‘ın kendisinin üç katı ödeme aldığını açıklamıştı. Bunun ardından Jennifer Lawrence ve Scarlett Johansson gibi isimler de yaptıkları açıklamalarıyla bu konuyu hep gündemde tutmaya devam ettiler.

2019 yapılan bir araştırma ise Hollywood’da kadın oyuncuların erkeklere göre film başına 1.1 milyon dolar daha az kazandığını ortaya çıkardı ki bu eşitsizlik halen devam ediyor. Geçen yıl Jennifer Lawrence, Leonardo DiCaprio ile başrolleri paylaştığı “Don’t Look Up” filminde, DiCaprio’nun kendisinden daha fazla ücret aldığını öğrendiğini belirtmiş ve Hollywood’daki ücret eşitsizliğine tekrardan dikkatleri çekmişti.

dont look up

Bu ücret eşitsizliğinin yanı sıra eşitsizlik kamera arkasındaki isimler için de geçerli. Ancak yavaş yavaş kadın yönetmenler ortaya koydukları işlerle seslerini güçlü bir şekilde duyuruyor ve deyim yerindeyse bileklerinin hakkıyla tek tek ödülleri toplayarak sinema sektöründeki yerlerini sağlamlaştırmaya başladılar. Bu da kadın yönetmenlerin uğradığı eşitsizliği bir nebze de olsa dengeledi diyebiliriz. Daha zorlu, daha yenilikçi ve daha radikal sinema deneyimlerinin ortaya çıkmasını sağlayan fırsatları iyi bir şekilde değerlendirip kendi sinema dillerini sınır koymadan cesurca yansıtmayı başaran kadın yönetmenler bu sayede yükselişe geçti.

En İyi Kadın Yönetmen Oscar’ına nail olan iki isim

Kadın yönetmenlerin yükselişinin en büyük kanıtlarından biri Akademi Ödülleri’nin 81 yıllık tarihi boyunca ilk kez En İyi Yönetmen Oscar’ını bir kadının kazanması oldu. Tarihe adını yazdıran isim ise “The Hurt Locker” filmiyle Kathryn Bigelow‘du ki 2012 yılında yine kamera arkasında yer aldığı “Zero Dark Thirty” de yılın en çok konuşulan filmlerinden biri olmuş ve Akademi Ödülleri’nde beş dalda aday gösterilmişti. Bigelow Oscar kazanan ilk kadın yönetmen unvanını elinde tutarken, küçük bir kız çocuğuyken Amerika’ya göç eden Çinli yönetmen Chloé Zhao geçen yıl “Nomadland” filmiyle öyle bir çıkış yaptı ki hem En İyi Film hem de En İyi Yönetmen Oscar’ını almaya hak kazandı. Hala bu tür şeylere takılıp, söyleyerek yine bir tür ayrımcılık yapıldığını düşünsek de bu ödülü alan ilk “beyaz” olmayan kadın olarak da tarihe geçmiş oldu kendisi.

kadın yönetmen
Chloé Zhao

Genç kadın yönetmenler arasında ismi parlayanlar

Yeni nesil genç kadın yönetmenler arasında Greta Gerwig oldukça iddialı bir noktada duruyor. 2017’deki ikinci uzun metrajı “Lady Bird” ile sinema dilini net bir şekilde ortaya koymayı başardı ve film beş dalda Oscar’a aday gösterildi ki bu filmin senaryosu da Gerwig‘e aitti. Birkaç yıl sonra çektiği “Little Women” ile yerini sağlamlaştıran yönetmen, şu sıralar “Barbie” filminin vizyona girmesi için gün sayıyor. Açıkçası ergenlik, büyüme sancısı, kadın soruları ve haklarını bu kadar sinema diline taşıyan bir kadın yönetmenin, kadının metalaştırılmasının sembolü gibi olan Barbie üstüne bir film çekiyor olması oldukça riskli ama kim bilir belki de konuya o kadar farklı bir yerden yaklaşacak ki hepimizin ağzı açık kalacak, en azından öyle olmasını umuyoruz.

Kadın yönetmenler arasında adını ülke sınırlarının dışına taşıyan bir isim ise Fransız yönetmen ve senarist Mia Hansen-Løve. “L’avenir” isimli filmiyle Berlin Film Festivali’nde Gümüş Ayı ödülüne layık görüldü, geçen yıl vizyona giren “Bergman Island” ile de yönetmenliğini bir üst seviyeye taşıdı. Léa Seydoux‘nun başrolünü oynadığı ve dokunaklı bir aile hikayesini konu edindiği son filmi “One Fine Morning” ise 2022 Cannes Film Festivali’nde En İyi Avrupa Filmi seçildi.

Mia Hansen-Løve
Mia Hansen-Løve

Julia Ducournau da bu anlamda adından son yıllarda söz ettiren kadın yönetmenlerden biri. Ancak sinema dilinde benimsediği sert tavır ve izleyiciyi sonuna kadar rahatsız etmeye yönelik çarpıcı anlatımı her izleyicinin kaldırabileceği türde olmayabiilir. 2016 yılında çektiği ve Cronenberg benzeri “body horror” türünde bir sinema diline sahip olan “Raw”, Cannes Film Festivali’nde FIPRESCI Prize ödülünü aldı. Geçen yıl çektiği “Titane” da gerek hikayesi gerekse iç kaldıran, şiddet dolu sahneleriyle Ducournau‘nun adeta sinema dilinin imzası haline gelen ögelerin tamamını içinde barındırıyor. Duygu yüklü hikayelerinin içine punk tarzını ve estetiğini katması ise onu daha da ayrıcalıklı kılıyor. Bu arada “Titane”ı hala izlemediyseniz, Mubi’de gösteriminin devam ettiğini not düşelim.

Fransız sinemasında kadın yönetmenlerin yaptığı bu açılıma dahil olan bir diğer isim ise Céline Sciamma. Günümüzün en eksantrik ve esrarengiz film yapımcılarından biri olan Sciamma‘nın yapıtları, daha şimdiden birçok kişi tarafından modern sinemanın en büyük filmlerinden sayılıyor. “Portre of a Lady on Fire” ve “Petite maman” gibi filmlerin yönetmeni Sciamma‘nın neredeyse her filmi modern hayatı ve toplumsal cinsiyete yönelik çağdaş tutumları şefkatli bir sevgi ve düşünceyle ele alıyor.

Yakın döneme damgasını vuranlar

Macar yönetmen Ildikó Enyedi, 2017 yılında öyle bir senaryo yazıp onu çekti ki tanınırlığı bir anda ülke sınırlarını aştı. “On Body and Soul”, 2018 yılında Yabancı Dilde En İyi film Oscar’ına aday gösterildi. Sinema dilinin kendine özgü ve deneysel bir üslupta olması ise onu benzerlerinden farklı kılıyor.

2022 Oscar’larında en çok konuşulan yönetmenlerden biri olan Jane Campion‘un revizyonist western filmi “The Power of the Dog” ile yakaladığı başarıyı da unutmamak gerekir. Campion 1993 yılındaki “The Piano” filminin senaristliğini üstlenerek Oscar’larda En İyi Senaryo ödülüne de layık görülmüştü. Hem senarist hem de yönetmen kimliğiyle 21. yüzyılın kadın yönetmenleri arasında önemli bir yere sahip olduğu aşikar.

BENZER İÇERİKLER

EN ÇOK OKUNANLAR

ÖZEL DOSYALAR