Film - Dizi

Mümkün olmayan tüm yolculuklara: Sırat

Oliver Laxe’in Cannes’da Jüri Ödülü’nü kazandığından beri gündemden düşmeyen ama öyküsü hakkında çok da konuşul(a)mayan filmi “Sırat” ve gerçekleştirilmesi imkânsız bazı yolculuklar üzerine yazdım.
Aysu Uzer - 20 Kasım 2025
post image

Yönetmen koltuğunda farklı yaşam stil(ler)i ve deneysel ve aykırı filmleriyle tanıdığımız Oliver Laxe’in oturduğu “Sırat”, Cannes’daki gösteriminin ardından sinema dünyasına nur topu gibi bir “Ya sev ya nefret et” filmi olarak doğdu. İzleyicileri tam anlamıyla karpuz gibi ikiye böldü, gri alan da bırakmadı. Oyuncu kadrosunda Sergi López dışında profesyonel oyuncu bulunmayan film, şimdiden yılın en iyileri arasında anılıyor. Yönetmenden aldığı “Evrenin ilk sesini bul.” talimatıyla ses ve müzik tasarımlarını üstlenen Kangding Ray’in tekinsiz tınıları eşliğinde, kum fırtınalarına rağmen çekildiği çölde akıl almaz manzaralar eşliğinde, seyircinin kemiğine dayadığı dehşet verici hiçlik hissiyle seyredenleri trans edici bir yolculuğa davet ediyor. Bu yolculuğun davet sahibi Laxe ise sanatçıyı terörist ile aziz arasında bir yerde konumlandırdığını söylemekten hiç geri durmuyor. Bu isimler (ve perspektifleri) ile nasıl bir film sizi bekliyor, gerisini varın siz hesap edin.

Çöldeki rave partiden sufi dergahlara

Dünyanın sonu geldiğinde ne yapardınız? Hele ki kızınız, oğlunuz ve köpeğiniz kayıpsa…Herhalde aklımıza son gelecek şey Fas’ın çöllerindeki rave partilerine -bu kadroyla bizzat- gidip sınırlı gıda ve su kaynaklarıyla yol iz bilmediğimiz diyarlarda bir arayışa çıkmak olurdu. Ancak önce Cannes’ı ardından sosyal medyayı sallayan “Sırat”, bize bambaşka bir öykü anlatıyor. Elbette bu öyle bir öykü ki kesinlikle seyretmem gerektiğini söyleyen arkadaşlarımın tavsiyesiyle ertesi gece gösterime koşa koşa gittiğimde, filmin ardından herkesi bırakıp sakin sokaklarda saatlerce yürüyüş yapmıştım. İçine sıkıştırıldığım duygudan çıkmak ise -belki birkaç gün- pek mümkün olmadı.

Bir süre Fas’ta yaşamış, çöllerdeki bu rave partilere defalarca katılmış hemen ardından da sufiliği seçip kendi ifadesiyle İslamiyet’e teslim olmuş; hatta Türkiye ve Kıbrıs’ta dergahlar gezmiş bir yönetmen düşündüğünüzde -sanırım büyük resmi çizebildik- böyle bir öykü pek de beklenmedik olmaz. Hele ki bu yönetmenin, seyirciyi dehşete sürükleyecek filminin yapımcısı Pedro Almodóvar’dan başkası değilse.

Gözlerinizi ve kulaklarınızı kapatın!

Film, belirgin bir “Çölde rave partiler” alt başlığıyla anlatılıyor. Herkes için seyredilesi bir film olmayan (gerçek anlamıyla) ve seyirciye köprüden geçme deneyimini sunan Sırat’ı seyretmeyi sahiden planlıyorsanız temelde yapmanız gereken şu: Gözlerinizi ve kulaklarınızı kapatın ve film hakkında daha fazla bilgi almaya çalışmayın. Benim, “Spoiler da neymiş, ben seyredeceğim filmi seyrederim, kimse benim deneyimimi değiştiremez.” iddiamı yerle bir eden film, muhteşem ses ile müzik tasarımları ve akıl almaz kadrajlarıyla aslında tam teşekküllü bir sinema salonunda seyredilmeyi de sonuna kadar hak ediyor.

Filmin eleştirilerinden en sevdiğim sıfat tamlaması şöyle aklımda kaldı: “Çölde bitmek bilmeyen kâbus” -gibi çevrilebilir herhalde- ki çok haklı. Bazı sonu gelmeyen kabuslar vardır, hani uyandığını sanırsın ama çok geçmeden aslında uyanmadığını anlayacağın başka bir felaket vuku bulur. Filmi seyretmeye dair benim yapabileceğim en yakın benzetme bu olabilir. Filmekimi’nde gösterim sırasında “Kalp krizi geçireceğim!” diyerek gösterimden çıkan ve acile gönderilen biricik sinefil arkadaşımızı da unutmayalım. Peki, bu kadar sansasyon yaratmış film, aslında neden bu kadar sansasyon yarattı?

Konuşulması gereken konular

Variety’den Jessica Kiang filmi, “Açık konuşmak gerekirse: Burada hem ciddi bir uyarı hem de büyük bir övgü var. Kaçıp gitme iç güdünüzü harekete geçirirken sizi koltuğunuza mıhlamayı başarabilen film sayısı çok azdır.” diyerek açıklıyor. Ben görüp artırıyorum: Laxe, hepimizin konuşmaktan koşa koşa kaçındığı ancak en büyük ihtiyacımızın da haklarında konuşmak olduğunu içten içe bildiğimiz konuları bize -olabilecek en afaki şartlarda- izletiyor. Zaten kendisi de röportajında, “Ölüm, hayat hakkında daha açık konuşmamıza izin verir.” diyor.

Filmden çıktığımızda ölüm hakkında mı konuştuk yaşam hakkında pek bilemiyorum. Hatta ben, benim filmi seyretme fırsatı bulduğum Ayvalık Film Festivali’nin büyük amfisinde, seyrederken ağzımın uzun süredir açık kaldığını, yüzümün içinden ve dışından üşüdüğünü -hatta donduğunu- hissedince fark ettim. Çünkü bu bir his, neredeyse katılaşan bir yoğunlukta hissedebildiğimiz…

Yola güvenebilmek

Filmin siyasi alt metinleri, politik duruşu ve ismiyle müsemma İslami anlatıları ile filmde geçen ayetlerden üretilen çıkarımlar sosyal medya ortamlarında katlanadursun, ben bu filmi seyretmenin bireysel ve biricik deneyim oluşuna biraz daha değinmek isterim. (Zaten filme dair herhangi bir olayı müstakbel izleyicilere aktarmak, bu filme en hafif tabiriyle hakaret olurdu.)

Filmin bir ya seversin ya nefret edersin filmi olduğundan bahsetmiştim. Ben bu ortası hiç olmayan iki kutbu da bu hisse bağlıyorum. Üzerine konuşmamız gereken şeyler var ancak bu meseleleri konuşmaktan o kadar uzun zamandır kaçıyoruz ki, bunları kelimelere ve cümlelere döküp bütüncül bir anlatım oluşturmamız mümkün ol(a)mıyor. Bunu görmek ise izleyicide ya hayranlık ya da nefret uyandırıyor.

Ben elbette filmi seven taraftayım. Çünkü film, bu konudaki sınırlı bakış açımızı, hatta beceriksizliğimizi yüzümüze tokat gibi çarpıyor. İşte çarptığı anda fark etmek -sonunda fark edebilmek- çok önemli zira bu, sahiden de her şeyi değiştirebilir.

Sonsuz yolculuklara

Laxe, ciddi anlamda inancını temellendirmiş, sonuna kadar deneyimlemiş, konu üzerine okumuş yazmış ve yetmemiş üretmiş. Kahramanın sonsuz yolculuğu çemberine atıfta bulunurken aslında her yolculuk öyküsünün hem kahramanın ilerlediği somut bir yolculuk hem de onun içsel uyanışını sağlayan süreç olarak gerçekleştiğini söylüyor. Evet, hiç kuşkusuz bu, hemen her anlatı için bizim de üzerinde saatlerce konuşup sayfalarca yazdığımız bir fact-gerçek. Ancak Laxe, kendi alışılagelmemiş yaşam yolculuğunda keşfettikleriyle bu kuramı birleştiriyor, ki karşımıza içinde yaşadığımız toplum gereği defalarca duyduğumuz bir kavram çıkıyor. Laxe, “İslam’ın en güzel yanlarından biri de çok fazla kendine güvenmekten ziyade yola güvenmek.” diyor ve tevekkülün varlığıyla tüm yolculuğun şekil değiştirebildiğini bize gösteriyor. Elbette, yolculuğun tüm anlamının da…

Yaşam yolculuğunuzu bütün anlamsızlığıyla en başından deneyimleyebilmek için filmi seyretmenizi ancak seyir planının hemen ardına sakinleştirici etkisini sevdiğiniz bir plan eklemenizi (sahil yürüyüşü, gece pikniği, orman ziyareti vb.) naçizane tavsiye ediyorum.

İyi seyirler! (Tabii eğer böyle bir şey mümkünse!)

İlgili Yazılar
Development by Bom Ajans