Evlere musallat olan kötü ruhlardan akıl almaz ritüellere son 20 yılda çekilmiş en iyi 10 korku filmiyle uykusuz geceler sizleri bekliyor benden söylemesi.
Zeynep SİPAHİ / [email protected]
Açıkçası korku filmleri bana hep yasak meyvenin cazibesini anımsatıyor. Tam tatlı bir uyku üstüme çökmüşken, aklıma gelen o sahnelerle kaç kez uykusuz geceler geçirdiğimi bir ben bilirim. Ama insanoğlu işte, mazoşist tarafımız hepimizin içinde derinlerde bir yerde duruyor ve zaman zaman açığa çıkıyor. Hazır Halloween yani Cadılar Bayramı ayındayken sizler için kimi zaman yastığın arkasına gizlenip, kimi zaman da (ani seslerden ve hareketlerden oldum olası nefret etmişimdir) kulaklarımı çocuk gibi ellerimle kapatıp ama bir yandan da inanılmaz keyif alarak izlediğim korku filmlerini sıraladım. Şimdi perdelerinizi kapatın, ışıkları söndürün, patlamış mısırınızı hazırlayın ve battaniyenizi üstünüze alıp son 20 yılın en iyi 10 korku filminden birini seçip izlemeye başlayın.
Insidious (2010)
Eveeet, hazırladığım listeye izlerken kusura bakmayın ama bolca küfür ettiğim bir filmle başlıyorum. “Kendime bu işkenceyi neden yaptım” diye sorduğum o film sonradan devamı da gelecek olan (ne şans ya da ne talihsizlik mi demeliyim bilemedim) “Insidious”. Filmin arkasındaki isim ise “Saw” ve “The Conjuring”den tanıdığımız yönetmen James Wan. Korku filmleri genelde IMDB ya da Rotten Tomatoes’da 5-6’nın üstüne çıkmaz ama işin içinde Wan varsa, hiç şüphe etmeden kaliteli bir korku filmi izleyeceğinize emin olabilirsiniz. Serinin bu ilk filmi astral yolculuk temasını arka planına alırken, bir ailenin evlerinde yaşadıkları doğaüstü olaylara ve bir tür komaya girip uyanamayan oğullarına kötü ruhların musallat olmasına odaklanıyor.
It (2017)
Listemize bir klasikle devam ediyoruz. Günümüz dünyasındaki birçok yetişkinin palyaçolardan bu kadar korkmasının müsebbibi işte bu film! Korku türünün duayenlerinden yazar Stephen King‘in aynı isimli eserinden uyarlanan 2017 yapımı “It”, 1990 yılında televizyon dizisi olarak yayınlanmıştı. “It”in film versiyonunu izlemeye giderken, “Canım küçücük bir çocuktum izlediğimde, şimdi öyle korkmam, alt tarafı bir palyaço” demiş olmamın büyük bir yanılgı olduğunu daha ilk sahneden anlamıştım.
Hereditary (2018)
Korku sinemasının yeni dönemdeki en başarılı bulduğum yönetmenlerinden biri olan Ari Aster‘ın hem senaristliğini hem de yönetmenliğini üstlendiği bu ilk uzun metrajını izleme kararı aldığımda, “underrated” bulacağıma ve “Amaaan iki saatimi harcadım” diyeceğime çok emindim. İşte yine görüyoruz ki önyargı kötü bir şey. Gerilimi bir an bile boşlamayan ve izleyiciyi diken üstünde tutan, son zamanlarda çekilmiş en iyi korkulardan biri olan “Hereditary”, bir aile mirasının karanlığına doğru sizleri çekiyor.
The Conjuring (2013)
James Wan‘ın “Insidious”un ardından çektiği “The Conjuring” ruhlar alemine dair, bir daha tekrardan asla izlemeyeceğim dediğim filmlerden birisi (böyle dememe bakmayın, çünkü canım çok iyi bir korku filmi izlemek istediğinde hala elim gidiyor kendisine). Bu filmin de gişede yakaladığı başarının ardından devam filmleri çekildi, yani iyi bir korku serisi izlemek istiyorsanız, bütün “The Conjuring” serisini art arda izleyerek kendinize güzel bir işkence yapabilirsiniz.
The Ring (2002)
Söz konusu korku olduğunda Japonların üstüne yok. Nitekim Japon yazar Kôji Suzuki’nin 1991 yılında yayınlanan kitabı “The Ring”den aynı isimle sinemaya uyarlanan film, yüreğinizi ağzınıza getirmekle birlikte bence kitaptan sinemaya uyarlanan en iyi yapımlardan biri olma özelliği de taşıyor. Korku sinemasının kült eserleri arasına giren “The Ring”in üstünden 20 yıl geçmiş olması ise, “Aman allahım yaşlandık” dedirtmesiyle kişisel bir korku da yaratmıyor değil. 🙂
Sinister (2012)
“Insidious”ın ilk filmini izledikten sonra, “Yok mu şöyle iyi bir korku” derken internetin altını üstüne getirdiğimde karşıma çıkan “Sinister” için hayatımın filmi diyemem ama kurgusu ve yarattığı gerilimle bu listeye girmeye hak kazandı. Tabii başrolde aile babası olarak Ethan Hawke‘un olması da (kendisini pek severim) bunda etkili olmuştu. Film, bir suç yazarı olan Ellison Oswalt‘ın ailesiyle birlikte taşındığı evin tavan arasında bir dizi video kaset bulmasıyla başlıyor. Bol bol kan, vahşet, dehşet deyip izninizle diğer filme geçiyorum.
The VVitch: A New-England Folktale (2015)
Gelelim yeni dönem korku sinemasının bir diğer hayranlıkla takip ettiğim yönetmeni Robert Eggers‘a. Tıpkı Ari Aster gibi kendi sinema dllini başarılı bir şekilde uygulamaya döken, ana akıma ayak uydurma gayesi taşımayan ve ruhunu Hollywood’a satmamak için direnmesiyle bir sinefil olarak bende kendisinin ayrı bir yeri var. Eggers‘ın ilk uzun metrajı olan “The VVitch: A New-England Folktale”, 1630’lu yıllarda New England’da yaşayan bir ailenin büyücülük, kara büyü gibi güçler tarafından nasıl parçalandığını gözler önüne seriyor. Ayrıca Eggers‘ın şu sıralar korku sinemasının “the” filmi olan “Nosferatu”yu da çekmek için kolları sıvadığını not düşelim.
The Babadook (2014)
Karabasan temasının temelini oluşturduğu “The Babadook”, yine “O kadar da korkmam canım” diyerek gittiğim, ama zaman zaman bolca irkildiğim bir film. Korku sinemasının dikkat çeken kadın yönetmenlerinden Jennifer Kent‘in hem yazıp hem de yönetmesi açıkçası bu filme bir şans tanımam konusunda etkili olmuştu. Bir anneyle oğlunun evlerinde “Mr. Babadook” adlı bir masal kitabı keşfetmesiyle başlayan film, bir süre gölgelerden korkmanıza neden olabilir (ki kendi gölgemden korktuğum bir anı bu filmden hemen sonra yaşamışlığım var). Ayrıca 25 Ekim’de Netflix’te yayınlanmaya başlayacak olan “Guillermo del Toro’s Cabinet of Curiosities“ adlı antolojide de Jennifer Kent‘in yönettiği “The Murmuring”i izliyor olacağız.
Midsommar (2019)
Hak verirsiniz ki, listenin sonuna doğru yaklaşmışken, Ari Aster‘ın “Hereditary”nin ardından çektiği “Midsommar”dan bahsetmem gerekirdi. “Hereditary” ile keşfettiğim yönetmenin yine kendisinin yazıp yönettiği bir film olan “Midsommar”, yukarıda da bahsettiğim gibi türe kendi yorumunu katmasıyla farkını ortaya koyuyor. Ayrıca ilk uzun metrajın ardından hayal kırıklığı yaşatmamış olması da önemli bir artı. Film, bir çiftin İsveç’te Pagan kültürünü sürdüren bir topluluğa dahil olmasıyla gelişen olayları konu ediniyor.
The Lighthouse (2019)
Başrollerini Robert Pattinson ve Willem Dafoe‘nin üstlendiği bu film ilk olarak kadrosu, ardından da konusuyla dikkatimi çekmişti. Tabii yönetmeninin Robert Eggers olmasını da es geçmemem lazım. “The VVitch: A New-England Folktale” filminden dört yıl sonra çektiği “The Lighthouse”, 1890’lı yıllarda uzak ve gizemli bir New England adasında yaşayan iki deniz feneri bekçisinin akıl sağlığını korumaya çalışmalarını konu ediniyor. Filmin siyah-beyaz olması ise izleyiciye o karanlık atmosferi direkt geçiriyor.