Ana SayfaMüzikSquid: "Bir şey üretmen gerekiyorsa baskıya, strese alışman lazım. Baskı bir ayrıcalıktır."

Squid: “Bir şey üretmen gerekiyorsa baskıya, strese alışman lazım. Baskı bir ayrıcalıktır.”

İngiltere’den akın akın gelen post-punk’ın en canlı ve muzip temsilcilerinden Squid, 5 Ekim’de verecekleri ilk İstanbul konserinden önce sorularımızı yanıtladı.

Ant Arın ŞERMET

Squid’le o ilk tanıştığım anı ve şarkıyı net olarak hatırlamıyorum. 2021’in Mayıs’ında çıkan “Bright Green Field” henüz hayatımıza girmemiş ama eli kulağındaydı. Muhtemelen ‘Paddling’di ama bunu net olarak hatırlamıyorum, neyse. Duyduğum ilk anda grubun şarkılarının yarattığı atmosfere eşlik eden vokaller hayran olmamı sağlamıştı. Biraz grubu araştırınca şarkıları söyleyen Ollie Judge’ın aynı zamanda Squid’in davulcusunu öğrenmiş ve şokla karışık saygım artmıştı. Squid’in müziğiyle tanışmam ve şaşkınlığımın üzerine iki albüm ve çok sayıda tekli geldi. Üzerine de 5 Ekim akşamında Blind’da ilk konserini verecek Squid. Konser bahanesiyle uzun zamandır aklımda yer alan konuları toparlayıp grubun sesi ve davulcusu olan Ollie Judge ile buluşup kayıt tuşuna bastım. Gerisi için sizi röportaja alıyor, keyifli okumalar diliyorum.

İlk albümünüzde birçok grubun hayallerini süsleyecek liste başarılarına imza attınız ve hızlı bir sıçrama yaşadınız. Bu başarı, ikinci albümünüz öncesi sizde bir baskı yarattı mı? Ya da dışardan bir baskıyla karşılaştınız mı?

Yani, biraz da olsa karşılaştığımızı söyleyebilirim sanırım. Ama liste başarısının farkına varamayacak bir düzendeydik çünkü hiç ara vermedik. “Bright Green Field”ın yayınlandığı gün “O Monolith” için çalışmaya başladık. Çünkü çevremizdeki insanlar gözümüzün içine bakıp ikinci albüm nerede dercesine bir durum oluşturdular. Ama sonuçta her zaman baskı vardır. Bir şey üretmen gerekiyorsa baskıya, strese alışman lazım. Baskı bir ayrıcalıktır.

“Bright Green Field” ile “O Monolith” arasında hem görsel hem de işitsel bazı farkların olduğunu düşünüyorum. “Bright” iyi anlamda biraz daha çiğ ve agresif bir albümdü. Ki kapağı da bunun güzel bir yansımasıydı. “O Monolith” ise agresifliğini koruyan, ancak olgunluğunu, şarkı sözleriyle dinleyicisine daha direkt ifade eden bir albümdü bence. Siz bu iki albümü, temalarını ya da üretim süreçlerini nasıl tanımlamayı tercih edersiniz?

Öncelikle neredeyse tamamen katıldığım bir tanımlama yaptığını söyleyebilirim. İlk albümümüz tamamen bilim kurguyla ilgiliydi. Distopyalardan bahsediyorduk. Garip olan şu ki albümün kapağını yapay zekaya yaptırmıştık. Biz de biraz distopyaların parçası olmuştuk. Ki bu bahsettiğim olay 2020, 2021’e denk geliyor. Hatırlarsan o dönem yapay zeka hayatlarımızın bu kadar büyük bir parçası değildi. Herkes yapay zekayı bilmiyordu. Bizim kullandığımız dönemden günümüze doğru gelirken bu teknoloji, geceyle gündüz farkı kadar net bir şekilde gelişti. Albüme dönecek olursam, “Bright”ın temel anlattığı hikayeler distopik bilim kurgu senaryolarıydı. İkinci albüme, yani “O Monolith”e geldiğimizde bunun tamamen tersi olduğunu söylemem mümkün. Daha gerçek şeylerden, yaşadıklarımızdan yola çıkarak şarkıları yazdık. İngiliz gelenekleri gibi konu başlıklarımız vardı. Çünkü bu albümü şehirden uzak, kırsalda kaydettik.

Yanlış bilmiyorsam efsanevi müzisyen Peter Gabriel’ın stüdyosunda kaydettiniz değil mi?

Evet evet, orada kaydettik. Orada olmak harikaydı. Çünkü Gabriel’ın stüdyosuna 20 dakika yürüme mesafesinde bir yerde büyümüştüm. Orada bir stüdyo olduğunu da küçük yaşlarımda fark etmiş, hep oraya gidip bir şeyler kaydetmek istemiştim. Benim için büyük bir olaydı. Ancak profesyonel olarak müzik yapmaya başlayınca bu isteğimi tamamen unuttum. Sonrasında şanslıyım ki grup arkadaşlarımdan biri bana gelip “Hey Ollie, neden oraya gidip albümü kaydetmiyoruz ki?” diye sorunca flashback yaşadım. Sonrasında da “O Monolith”in kayıtları başladı. Kendi başınıza kalabildiğiniz, müzisyen dostu, rahatlamanızı olanak sunan bir stüdyo. Misal, ilk albümümüzü Dan’in (Carey) Londra’daki stüdyosunda kaydetmiştik. Kayıt arası verip sigara içmeye, yemek almaya çıktığımızda polis sirenleri, şehrin gürültüsü bizi pek de hoşumuza gitmeyen bir şekilde karşılıyordu. Klostrofobik bir deneyimdi bile diyebilirim. O yüzden ikinci albümümüzü kırsalda, Peter Gabriel’ın stüdyosunda kaydetmek her anlamda rahatlatıcıydı.

 

Post-punk’ı, post-punk yapan insanlardan biri, belki de birincisi Dan Carey ile çalışmanın nasıl bir deneyim olduğunu sizden daha iyi anlatabilecek çok az grup var dünya üzerinde. O sebeple mikrofon sizin.

(Gülerek) Birlikte çalışmak için harika biri Dan. Hayatınızda görüp görebileceğiniz en cesaretlendirici, en kendinize inanmanızı sağlayan insan olabilir. Neyi daha az, neyi daha fazla yapmanız gerektiğini söylemekten çekinmeyen çünkü sizi kırmayacağını bildiğiniz insanlardan. O, sadece sizin maksimumunuza ulaşmanızla ilgileniyor. Aynı zamanda bizim müziğimizde onun büyük bir yeri var. Çünkü Dan, aynı zamanda büyük pop albümleri de kaydeden, prodüktörlüğünü yapan biri. Dub da yapıyor punk da. Ya da senin dediğin gibi post-punk da… Hem profesyonelliği hem de insani tarafıyla, köşenizde olduğunu bilmenin size güven vereceği bir insan Dan Carey.

suid 1

Birbirinden başarılı iki albümün ardından ‘Fugue (Bin Song)’ gibi tekliler çıkarmaktan da vazgeçmiyorsunuz. İçinde bulunduğumuz dönemin en sık üretim yapan gruplarından biri diyebiliriz size. Yoğunsunuz, bir yandan turneyi sürdürüyorsunuz. Gelgelelim, son albümünüzün üzerinden sadece 1 sene geçmiş olsa da yeni bir şeyler var mı aklınızda? Ya da üzerinde çalıştığınız materyaller belki?

Şu anda üçüncü albümümüz için çok yoğun çalışıyoruz. Ne zaman çıkacağına dair net bir şey söylemem mümkün değil çünkü ben de bilmiyorum. İlk iki albümümüzün temasal anlamda da müzikal tarafta da içimize sinen bir birleşimi olacak gibi duyuluyor. Şu anda çalışmamızın bulunduğu noktadan memnunuz.

Harika duyuluyor hakikaten. Bir şey demek istemezsin ama 2025 sanki bu albüm için muhtemel zaman gibi duyuluyor. Albüm çıktıktan sonra tekrar buluşmak için şimdiden sözünü istiyorum.

(Gülerek) Anlaştık dostum. Ama sen de röportajdan önce albümümüzle ilgili bir şeyler yaz da öyle geleyim. Başka türlü kabul etmem.

Son olarak, turneniniz nasıl geçiyor diye sormak isterim. Bir yandan ilk kez İstanbul’a geleceksiniz. Buradaki konsere henüz zaman olsa da düşüncelerinizi almak isterim. 5 Ekim akşamı bizi neler bekliyor?

Henüz setlist’i hazırlamadık. Ancak bugün seninle konuştuğumuz durumun bir benzerini konserde de yaşayacaksınız. İlk iki albümümüzden yarı yarıya bir setlist hazırlayacağız gibi düşünüyorum. Üzerinde çalıştığımız albümden verdiğimiz her konserde 1-2 şarkı çalıyoruz. Onları da mutlaka çalar belki ekstra bir tanesini daha ekleriz. Kim bilir? Oraya gelmeyi ve sizlerin enerjisini sahnede hissederek ortaya güzel bir performans çıkarmayı çok istiyorum. Sen kayıt tuşuna basmadan önce de söylemiştim. Türkiye’ye ergen denebilecek bir yaşta gelmiş, dondurmanızı ve elma suyunuza bayılmıştım. Sanırım taze sıkılmış elma suyuydu, görevli gözümüzün önünde sıkmıştı. Konserle ilgili de şunu söyleyerek bitirmek istiyorum. Vereceğimiz her konserden önce heyecanlanan ve o performans için özenen bir grubuz. İlk kez gideceğimiz bir ülkede bu durum daha da artıyor. İstanbul’a gelmek için sabırsızlanıyoruz demek istemiyorum o yüzden tekrar. Ancak 5 Ekim akşamı hem sizin hem de bizim için akılda kalacak bir akşam olacak.

BENZER İÇERİKLER

EN ÇOK OKUNANLAR

ÖZEL DOSYALAR