Yeni albümü Gardırop’u yayınlayan yetenekli müzisyen Su Soley’i Dergy sayfalarına konuk ettik. 

Sebla KOÇAN / [email protected]

Ankara doğumlu olan Su Soley, on parmağında on marifet olan bir isim. Ödüllü bir sporcu. Yıllarca Ajda Pekkan, Yalın, Teoman gibi isimlerle birlikte çalıştı. Sonra kendi kanatlarıyla uçmaya başladı. Pek çok mekanda sahne aldı. Dinleyicilerin uzun bir süredir takip ettiği bir isim olan Su Soley, yeni akustik albümü Gardırop’u geçtiğimiz günlerde Meypom etiketiyle yayınladı. Soley’le gardırobunda kaydettiği şarkılardan çocukken Michael Jackson posteriyle dans ettiği yıllara uzanan eğlenceli bir sohbette buluştuk.

Gerçekten de gardırobunuzu bir stüdyoya çevirdiniz ve şarkılarınızı bu şekilde kaydettiniz. Yastıklarla, yorganlarla bir tını yakaladınız. Nereden aklınıza geldi böyle bir şey yapmak? Nasıl bir hazırlık süreci oldu?

Bunu daha evvel çok daha basit, demo diyebileceğimiz, kayıtlar için, denemiştim. O zaman yastık yorgana gerek kalmamıştı. Bu sefer, platformlarda yayınlanacak bir albüm için kayıt almam gerektiğinden, tüm kayıtlar çok daha profesyonel olmalıydı. Evlerimiz en güvenli alanlarımız. Bu dönemde, aksi gerekmedikçe evlerde kalmamız önemli. Ben de gerekmemesini sağlamaya çalıştım aslında. Uzun yıllardır evinde kendi stüdyosu olan ve müzik prodüksiyon programlarına aşina birisiyim. Neredeyse tüm işlerimin kaynağı bu stüdyo. Elimi taşın altına koymaya çekinmedim çünkü zaten yapacak başka işim de yoktu. Müzisyenim sonuçta, aylardır işsiz güçsüz evdeydim. Doğru duyumu yakalamak için biraz uğraşmam ve yastık ve yorganlardan destek almam gerekti. Sonunda tatmin olunca kayıtlara başladım. Uzun süre giysi dolabımda bilgisayar, ses kartı, mikrofon, elbiseler, yastıklar ve yorganlarla baş başa vokal kayıtlarıyla uğraştım. Tek başına olmak da kolay değil. Oldu diyen yok, olmadı diyen yok. Enteresan bir içe dönüş. Neyse ki çok keyifli oldu ve iyi kayıtlar aldım. Gitar düzenlemelerini sevgili Barış Bölükbaşı tamamlamıştı. Zaten sonrasında da Özgür Yurtoğlu mix’ler ve mastering’leri tamamlayınca sound’u tamamen oturdu. Özellikle yoğun vokal düzenlemeleri eklediğim şarkılar, dinamik akustik gitar çalımları ile birlikte, biraz da projenin karakterini belirledi. Tam da istediğim gibi tatlı, uzun uzun dinlenilebilir bir albüm oldu.

Salgın dönemi müzisyenleri çok zor durumda bıraktı. Eminiz ki çalmayı, sahnede olmayı çok özlediniz… 1,5 yıla yaklaştık, neler değişti, neler dönüştü kendi içinizde? Müzik yapma dirayetini nasıl sağladınız?

Evet çok özledim. Hepimiz çok özledik ve hiçbirimiz pek de iyi değiliz. Tam kapanma diyoruz mesela biz 15 aydır tam kapamadayız, desteğimiz de olmadan. İnsanlar canlarına kıyıyor ama kimseye bir şey ifade etmiyor. “15 aydır çalışamamak ve maaş almamak” gibi düşününce belki biraz olsun hissedilebilir durumumuzun vahameti. Yalnız bırakılmak zaten çok üzdü. Müziğimize ve birbirimize sarıldık biz de ne yapalım. Vakit geçiriyor ve bu süreç bitene kadar hayatta kalmaya çalışıyoruz pek çoğumuz. Oldukça yorucu bir süreçten geçiyoruz ve belli ki bir süre daha devam edecek. Moralleri yüksek tutmak kolay değil, meşgale çok önemli. Kendi kendine vakit geçirebiliyor olmak nimet. Şahsen, uzun yıllardır kendi müziğini üreten, pek çok enstrümanla ve müzik prodüksiyon programları ile haşır neşir biriyim. Aslında müzik yapma dirayeti bulmadım, müzik beni olabileceği kadar moralli ve ayakta tuttu desek yeridir. O beni tuttukça ben ona sarıldım. O benim kurtarıcım.

su soley gardirop album2

Profesyonel spor hayatınızı bir kayak kazası sonucu bıraktınız. Ancak kaymaya devam ediyorsunuz. Korkularınızla nasıl yüzleşiyorsunuz? Kaygılarınıza, tedirginliklerinize nasıl hükmediyorsunuz? Neden vazgeçmediniz?

Korkularım beni de zaman zaman düşürüyor fakat genellikle çok uzun sürmüyor. Sıkılıyorum o duygunun içinde kalmaktan. İnsanı yavaşlatıyor. Bence insan istediği pek çok şeyi başarabilecek bir tür. Problem çözme yetimiz diğer türlere göre oldukça gelişkin. Bunu kullanmamız gerekir diye düşünüyorum. Genellikle, duygularımı önce nadasa bırakıyorum. Eğer beni rahatsız etmeye devam ediyorsa bu sefer üstüne gitmeye başlıyorum. Çözüm odaklı ne gerekirse yapıyorum. Bunun yanında da zaman zaman, çözülmeler yaşamak için, meditasyon yapıyorum. Eskiden, üstüne gitmediğim dönemlerde uzun zaman bu duyguların içinde debelenirdim. Bunun büyük bir vakit kaybı olduğunu fark ettiğimden beri korkumu, kaygımı, üzüntümü içime hapsedip kendime saklamıyorum. Dışa vurdukça, doğadan aldığınız dönüşle, duygunun, biraz daha dışına çıkıp, daha objektif bakma ihtimaliniz olabiliyor.

Dizimin durumu ve snowboard’la ilgili de açıkça şunu söyleyebilirim ki zaten artık eskide kalmış o deli özgüvenle kaymıyorum. Hem yaşım büyüdü hem de dizimle ilgili risklerin farkındayım. Dizimi güçlendirip, gereksiz riskler almadan kaydığım sürece bir sorun yaşayacağımı sanmıyorum. Tabii ki kaza her zaman olabilir fakat kendimi bu zevklerden alıkoymamı gerektirecek kadar kaygılandıran bir durum değil benim için.

Çocukluğunuzda evinizde birçok enstrümanla tanıştığınızı, müzikle iç içe büyüdüğünüzü biliyoruz. Neler dinlenirdi evde, ergenlik yıllarınızda duvarda kimlerin posteri olurdu? Büyüdüğünüz mahalle, doğduğunuz ev müzikal kariyerinize nasıl etki etti?

Bizim evde hep çok çeşitli ve birbirinden güzel müzikler çalınırdı. O döneme göre oldukça geniş bir plak arşivi vardı bizimkilerin. Küçükken de o plaklara hep hayrandım. Kimseler yokken tek başıma bir plak alır, dakikalarca üstünü inceler, sesin nasıl oluştuğunu anlamaya çalışırdım. Normal hızda çalan bir plağı, elimle güç vererek daha hızlı çaldırmaya çalışırken çok plak çizdim. Hem Türk müzik dünyasından hem de dünyadan çok çeşitli plaklarla doluydu evimiz. Ajda Pekkan, Bob Marley, Cem Karaca, Michael Jackson, Özdemir Erdoğan, Earth Wind and Fire… Nasıl anlatsam bilemiyorum herkes bizim evdeydi. Bir pazar sabahı klasik müzikle kahvaltı ederken, başka bir gün bir bayram sabahı Barış Manço’nun sesiyle başlardık güne. Ailemin de müzik sevgisi yoğun olduğu için biz de iki kardeş müziği çok severek büyüdük o evde. Bu arada sadece bizim evden değil komşularımızdan da harika müzikler gelirdi. Bir camdan Queen, diğer camdan Frank Sinatra… Tüm bunların, kesinlikle, müzikal kariyerimle doğrudan ve olumlu ilişkisi olduğunu düşünüyorum. Odamda çok poster olmadı. Duvarlarım genelde fotoğraflar ve madalyalarımla dolu olurdu ama tabii, karşılıklı dans ettiğim, bir tam boy Michael Jackson posterim vardı. Dolap kapağımda asılıydı. Yıpranıp akana kadar orada kaldı.

su soley gardirop album3

Hayatınızı değiştiren, belki de bakış açınızı değiştiren bir kırılma anı yaşadınız mı? Nasıl bir andı, neler yaşadınız? Sizi bugünkü Su haline nasıl getirdi bu dönüm noktası?

Hayatlarımızda, ömrümüz boyunca, yolumuzu belirleyen birden fazla kırılma anı olur. Benim de defalarca irili ufaklı kırılma anladım oldu. En belirginlerinden birisi İstanbul’a taşınmamdı. Gelmek zorundaydım, sanki tüm bilgi burada gibiydi. Öyleymiş de… İyi ki gelmişim. ODTÜ’den mezun olduktan sonra konservatuvar okuma fikrini kafama koymuştum. Bunu İstanbul’da yapmak ise çok parlak bir fikirdi. Vermesi kolay gibi görünen ama uygulaması zor bir karardı. Sonunda İstanbul’a gelmekte ısrar edince ciddi bir süreç başladı. Seçtiğim yolda, bugüne gelene kadar karşıma çıkanların, iyisiyle kötüsüyle yoğurup, bugün olduğum kişi olmamdaki etkisi çok büyük.

Günümüz müzik dünyasında starlık kavramının halen geçerli olduğunu düşünüyor musunuz? Günümüzün müzik sektöründe, bir müzisyen olarak avantajlı olduğunu düşündüğünüz neler var?

Starlık kavramı halen geçerli ama anlamının altı çoktan boşaldı. Her popüler olanı star yaptık, sanatçı dedik adına. Sonra bu insanların yaptığı her uygun olmayan davranışta sanatçı kaprisi, star kaprisi dedik. Sonra bunu sanatçıların geneline yaydık. Bence anlamı çok kirlendi. Artık herkese star deniyor. Ülkede benim bildiğim starlar 70’ler, 80’ler, 90’larda kaldı. Özellikle popüler piyasamızda kelimenin hakkını verebilecek çok az kişi var.

Avantajlı olduğumu düşündüğüm noktalardan en önemlisi kendi şarkılarımı yazıyor olmam. İnsanın kendi cümlelerini kurması ve kendi melodileriyle söylemesi gibisi yok. Zaten işte ancak o zaman tam anlamda o kişinin müziğinden bahsedebilir oluyoruz. Bunun dışında, çok uzun yıllardır sahnedeyim, bu sene 21. senem ve tabii ki artık pek çok şeye oldukça hakimim. Sahne performansı açısından çok uzun zamandır standart bir kaliteyi koruduğumuz için bu tarafta da artık parmakla gösteriliyoruz.

Gardırop akustik bir albüm. Ve siz bugüne kadar pek çok türün içiçe geçtiği şarkılar yaptınız. Hatta İngilizce şarkı repertuarınızın da oldukça sağlam olduğunu biliyoruz… 2021 içinde bundan sonra nasıl bir yol haritası çizeceksiniz? Planlarınız neler?

2021’de sanırım halen evlerde olacağız. Onun için sahne planlarından bahsetmek zor fakat üretim açısından bakarsak; “Gardrop”taki tüm bestelerime klip çektik ve her ay albümden başka bir şarkının yeni video klibini yayınlayacağız. Bu zaten bizi sonbahara kadar taşıyacak. Sonrası için planımız tamamen yeni bestelerime yoğunlaşmak. Bu yeni besteleri, geçmişte de olduğu gibi, biraz daha modern ve elektronik tınılarda düzenlemelerle duyabilecek ve iyi video klipleriyle izleyebileceksiniz. Bunun yanında, İngilizce şarkılar seslendirmek de planlarım arasında. Bu sene sonuna kadar yetişmezse de 2022’de birkaç yabancı sözlü eser seslendirmeyi planlıyorum. Ek olarak, Musixen uygulamasındaki “Bir Şat Su” isimli canlı yayınlarım devam ediyor olacak.

“Drama Köprüsü” eserini daha önce de yorumlamıştınız. Bu albümde de bu türkünün akustik versiyonunu dinliyoruz. Sizin için anlamı nedir bu türkünün?

Büyükbabam Debrelidir, ismi de Hasan. Türküde bahsi geçen kişinin de ismi, kendisi büyükbabam değil ama, Debreli Hasan. Bu türkü çok sevilir bizim ailede, ben de babamdan duymuştum. Ne zaman bir yerde denk gelse büyükbabam sevgiyle ve heyecanla eşlik edermiş. Bunu duyduğumda da bu türküye iyice bağlandım ve babanım önerisiyle repertuvarıma aldım. Halk müziğimizi hep çok zengin ve etkileyici bulmuşumdur.. Bir de Atatürk’ün en sevdiği türkülerden biri olması dolayısıyla da yerini bende özel kıldı.

su soley gardirop album4

Bir kadın olarak müzik sektöründe var olmak için bazen çok çaba gerekebiliyor. Siz, kadın müzisyenlerin sektörde yeterince ses çıkardıklarını düşünüyor musunuz? Bugüne kadar bu anlamda muhtemel ki başınıza gelmiş olan tatsız durumlarla nasıl baş ettiniz?

Yeterince ses çıkarılamadı ama artık çıkarılıyor. Ses çıkarılamadı çünkü toplumun alışkanlığı bu yönde değildi. Bunu fark etmek ve bunun kültürünü oturtmak, refleks haline getirmek zaman aldı fakat artık her sektörden ses geliyor ve tabii her gün aldığımız kadın cinayetleri haberleriyle de toplum kadınlar adına iyice hassaslaştı. Bunların hepsi zorunlu bir dönüşüme itekliyor hepimizi. Ben zamanla hepsinin aşılacağına, son bulacağına ve bunu sadece kadınlarla değil erkek bireylerimizin desteğiyle başaracağımızı düşünüyorum. Başa çıkmak kolay değil. Biraz kararlılık ve bağlılık gerekiyor, bir de yarayı bereyi umursamamak.

KISA KISA

Son günlerde takılı kaldığım playlist Spotify’da “This is Happy Morning Music”. Halim yoksa bile güne neşeli başlamamı sağlıyor.
İzleyicisi olarak son katıldığım ve beni benden alan konser 2018 yılında Küçük Çiftlik Park’taki Imagine Dragons konseriydi.
Gardırobuma yeniden giysilerimi doldurup baktığımda en çok giydiğim şey tayt. Bir türlü vazgeçemiyorum, çok rahat.
Yemek yapmakla aram iyidir. En iyi yaptığım yemek geneline sulu yemek dediğimiz Türk yemekleri ve pilav.
Müzik ve spor dışındaki en büyük tutkum doğa.
En son izlediğim ve beni derinden etkileyen film bir belgesel “Night on Earth”. Şu hayatta halen haberimiz olmayan daha neler neler döndüğünü yeniden fark etmemi sağladı. Kendimi yine karınca gibi küçücük hissettim.