“Vaat” ve “Paraşüt” adındaki single’larıyla artık solo kariyerinde kanatlanarak uçuşa geçen Su Sonia Herring, Dergy’nin konuğu oldu.
Sebla KOÇAN / [email protected]
Su Sonia Herring, nam-ı diğer “Rihanna Abla”yı (seyircileri ona böyle hitap ediyordu) belki geniş kitleler YouTube’daki ünlü “Soramazsın” programıyla tanıdı. Orada biraz da konsept gereği çok ciddi, mesafeli, hatta soğuk bir görüntü çizen Herring aslında bunun tam tersi bir karakter. Yine de işini yaparken tam anlamıyla konsantre olup, her ne yapıyorsa ikinci bir deri gibi onu üzerine giydiğini söyleyebiliriz. İlk single’ı “Vaat”te bir Tanrıça rolündeydi, ikinci single’ı “Paraşüt”te ise değişen renklerle, sahnelerle gerçek anlamda ışık saçıyor. Su Sonia, “Henüz müziğimi tanımlamak için erken, zaten tek bir türe indirgenmek istemem. Çok farklı tarzlardan keyif alan ve beslenen biriyim” diyor. Yakın zamanda dinleyeceğimiz üçüncü bir single’ı daha geliyor. Hem güzelliği, hem kendine has tavrıyla takipçisi olduğumuz Sonia’yı Dergy sayfalarına konuk ettik.
Berlin’de ve Brüksel’de yaşadığınızı biliyoruz, neden Türkiye’ye geri döndünüz? Daha doğrusu, “imkanım var ABD’ye gideyim ve müziğimi orada yapayım” neden demediniz?
Burada rahatsız olduğum bir çok şeyin oralarda da farklı formatlarda var olduğunu görmek beni dönmeye yönlendirdi açıkçası. Bir de burada 9-6 ofis sistemine çok uzun dayanamamış bir insan olarak başka bir ülkede de olsam aynı düzenden daralacağımı ve yapmak istediklerimi yapmanın büyüdüğüm ve yıllarca çalıştığım yerde daha kolay olacağını anladım. ABD konusuna gelince diğer memleketime buradaki bazı hayallerimi gerçekleştirdikten sonra gitmeyi tercih ederim müziklerimle 🙂
Biz sizi hem Soramazsın’dan, hem pek çok yerde yaptığınız sunuculuğunuzla tanıyorduk. Oysa sizin içinizde yanan bir müzik ateşi vardı… Ne zaman başladı müzik sevgisi, nasıl şekillendi?
Sunuculuktan çok önce, kendimi bildim bileli müziğe yoğun bir sevgim vardı 🙂 Müzik dinlemek, dans etmek ve şarkı söylemek hep benimleydi, annem ve babamın evde her an çaldığı müziklerle, beraber gittiğimiz konserler, temsillerle büyüdüm. Kısacası müzik sevgim çok küçük yaşlarda dansla başladı, şarkı söylemekle devam etti, şimdi ikisini de yapabildiğim için çok mutluyum.
18 yaşınızdan önce şarkı söylemeden de önce dans ettiğinizi biliyoruz. Hatta “VAAT”in klibinde de görüyoruz bunu. Dans etmek sizin için ne anlama geliyor?
Dansla ilgili bana anlatılan ilk anı daha yürümeyi öğrenmemişken Bob Marley çaldığında koltuğa, sehpaya tutunup bezli popomu sallamam 🙂 4 yaşından beri klasik baleden, jazz dansa farklı türlerde eğitim aldım ancak 18’ime doğru dansın gerektirdiği disiplin bana fazla geldi ve uzaklaştım uzun zaman. VAAT’te dans etmeyi beraber öğrendiğim, Ankara’dan can dostlarımdan, inanılmaz yetenekli dansçı ve koreograf Huri Murphy ile çalıştık, bunca yıl sonra dansa dönmek için daha iyisini hayal edemezdim. Dans benim gibi zihninin içinde fazla kaybolabilen biri için vücuduna dönmek, sınırlarını zorlamak, hissetmek ve mutlu olmak anlamına geliyor.
VAAT klibinizde Magna Mater (Tanrıların Anası) Kibele ile Kibele’nin zihnindeki bir toprak kadına dönüşümü izliyoruz. Hatta bu klipte Anadolu’nun pek çok mitolojik motifini görmek mümkün. Perde arkasındaki hikâyesi nedir bu şarkının?
Ankara’dan çocukluk arkadaşım, eski balerin, başarılı yönetmen Ayşegül Erbek’ten çıktı klibin fikri. O dedi “Seni tanrıça yapsak” diye ve mitoloji, eski inanışlar, tanrıçalar kişisel ilgi alanımda olduğu için heyecanla kabul ettim. Ekibin vizyonuyla birleşince böyle bir klip çıktı ortaya, çok mutluyum. Parçaya gelince, Buğra (Bugy) ile aslında Ankara’da [şarkının] başına oturduk ancak İstanbul’da tamamlayabildik. Buğra’nın benzersiz yeteneği ve mükemmeliyetçiliği her saniyede hissediliyor zaten. Sözlere gelince hepimizin saydığı sövdüğü biri vardır bu şekilde, yazarken bayağı eğlenip deşarj olduk diyebilirim.
Yeni şarkınız “Paraşüt” içinde caz ve R&B öğeleri de taşıyan bir şarkı. Sanki bir caz kulübüne gitmişiz de siz piyanonun üzerinde oturmuş bu şarkıyı söylüyormuşsunuz gibi… “Paraşüt”ün yapım sürecini ve fikir aşamasını anlatır mısınız biraz?
Bu his dinleyince bu denli net geçiyorsa ne mutlu, çünkü şarkıya başladığımızda zihnimde canlanan buydu. “Paraşüt”ü biz geçen sene tamamladık ilk parçamız benim için sözü ve müziğiyle çok özel. İlk dinlemede stüdyoda yerimden zıplayıp Buğra ile Onur’a (Suppa) “Lütfen bunun üzerine gidelim” dediğimi hatırlıyorum sonra beraber üzerinde çalıştıkça daha da güzelleşti. Sözlerde de bir çok farklı fikir ve anlatım denedik. Sürekli gelgitler ve sorgulamalar içinde de olsa devam etme halini yansıtan bir hikaye çıktı.
Henüz iki single’nız var, sizin müzikal olarak çalışmalarınızı bilmek, öğrenmek istiyoruz. Bugy ve DJ Suppa gibi çok yetenekli isimlerle çalışıyorsunuz. Müziğinizi nasıl tanımlarsınız? Tabii 2021 bitmeden başka ne gibi projeleriniz var onu da sormak isteriz.
Müziğimi tanımlamak için erken bence, hatta hiçbir zaman tek bir tanım veya türe indirgemek istemem. Çok farklı tarzlardan keyif alan ve beslenen biriyim, ilk çalışmalarımı bizzat tanışmadan önce de işlerine hayran olduğum insanlarla yapmak beni çok mutlu ediyor. Tamamladığımız üç parça var ve üçü de birbirinden farklı, yeni şarkılar üzerinde çalışmaya başladık, onların da öncekilerden farklı olacağını söyleyebilirim. Bir yandan da başka yetenekli müzisyen arkadaşlarla canlı sahneye hazırlık yapıyoruz, tek bir tarza sıkışmayan farklı türlerin bir araya gelip beni yansıttığı bir repertuar geliyor. Menajerim Begüm Toprak’la arka planda bana heyecan veren işbirlikleri üzerinde çalışıyoruz.
ABD’li bir baba ve Türkiyeli bir annenin kızı olarak büyürken, evin içinde neler dinlenirdi? En çok hangi müziklere, dönemlere ait hissettiniz kendinizi?
Annem TSM klasikleri, Leman Sam, Zülfü Livaneli, Aşık Veysel, Mahsuni Şerif, Mazlum Çimen dinlerdi sıkça. Babamsa Sade, Temptations, Supremes, Vince Guaraldi, Lou Rawls, Doobie Brothers, Three Dog Night, The Miracles, War, Ella Fitzgerald, Fleetwood Mac ve daha birçoklarını dinlerdi. Hala da dinlerler 🙂 Büyüdükçe bu ikilinin evinde ve elinde büyüdüğüm için ne kadar şanslı olduğumu anladım. Kendimi ait hissettiğim müzikler ve dönemler çok çeşitli; caz klasikleri, 1970ler rock, blues, funk, 80ler, 90lar, 2000ler RnB, rock, pop ve 90lar Türkçe pop ve 2000ler Türkçe rock kalbime en yakınlardan.
4 yıl boyunca Dolapdere Big Gang’in solistliğini yaptınız ve pek çok yerde sahne aldınız. Sahne deneyimleriniz içinde unutamadığınız bir anınız var mı?
Efes antik şehrinin kalıntılarında sahne almak. Etkinlik gereği uluslararası bir seyirci profiline konser vermiştik ve sonlara doğru yerinde oturabilen kimse kalmamıştı. Dünyanın her yanından insanı aynı müzikle farklı şekillerde eğlendiğini görmek bana her zaman umut ve mutluluk vermiştir.
Kendi YouTube kanalınızı açtınız ama neredeyse 1 yıldır yeni videonuz yok. Oysa müzikle ilgili şeyler de çekeceğinizi söylemiştiniz, kanalda yeni içerikler olacak mı?
Kanalı açtıktan sonra tüm videoları her şeyi kendim koordine edip arkadaşlarımın yardımlarıyla çektim ve bu beni yordu açıkçası başka işlerle de uğraştığım için. Şimdilerde kanaldaki en yeni içerikler müzik kliplerim, kısa bir zaman sonra canlı performans videoları ve belki biraz daha sonra röportaj benzeri içeriklerime de dönmeyi düşünüyorum ancak bu kez her şeyi kendim yapmamam kaydıyla 🙂
KISA KISA
- Rihanna Abla lafını her gördüğümde hissettiğim şey, gülüyorum çünkü çıktığı günden beri Rıhanna’yı büyük bir hayranlıkla takip ediyorum.
- Son 2 aydır bıkmadan dinlediğim şarkı Tash Sultana – Pretty Lady
- Sahnede izlediğim ve performansına hayran kaldığım müzisyen Jamiroquai ve Tarkan
- Keşke bu şarkıyı ben yapsaydım dediğim şarkı çok fazla var ama Wasn’t Looking – Eliza diyeyim 🙂
- İngilizce şarkı söylemek konusundaki düşüncem ben sahnede hep İngilizce söyledim o nedenle benim doğalım ve özlediğim.
- İzlediğimde beni duygudan duyguya sürükleyen o film: Lord of the Rings üçlemesi.