Keşif

SUH.EYL: “Sahneye çıktığımda bir janr değil, bir hikâye anlatıyorum!”

Spotify’da New Music Friday ve Apple Music’in Zirvedekiler listelerine hızlı bir giriş yapan SUH.EYL’in müzik yapma pratiğini ve farklı kültürlerden de etkilendiği müzik yolculuğunu kendisinden dinledik.
Batıkan Baksı - 12 Mayıs 2025
post image

Dans ritimlerinin hip-hop titreşimlerine karıştığı prodüksiyon olarak adlandırdığı albümü “Olalım Artiz”i dinleyicileriyle buluşturan SUH.EYL’i biraz daha yakından tanımak istedik. Spotify’da New Music Friday ve Apple Music’in Zirvedekiler listelerine de hızlı bir giriş yapan SUH.EYL’in müzik yapma pratiğini ve farklı kültürlerden de etkilendiği müzik yolculuğunu kendisinden dinledik.

Suh.eyl dergy.com‘a hoş geldin! Yeni albümün “Olalım Artiz” henüz dumanı üzerindeyken röportaja da bunun üzerinden başlamak isterim. “Olalım Artiz” ne kadarlık bir çalışma sürecinin ürünü? Albümü bir arkadaşına anlatacak olsan, neler söylerdin?

Bazen bir albüm yıllar sürer, bazen yıllar bir albüme sığar.” “Olalım Artiz” tam da öyle, birden fazla gece yarısının, bir sürü metro çıkışının, sokakla sahnenin arasındaki ritmin ürünü. Bu albüm, enerjiyi bastırmak yerine akıtan bir şey. Sadece dinlemelik değil, hareket ettirmelik. Trap var, hiphop var, ama en çok da vücutta yankı yapan bir adrenalin var. Yani ister strob ışık altında ister kulaklıkla sahilde; bu albüm hep hareketle çalışıyor. Ama bir arkadaşımı düşünerek konuşmam gerekirse, şöyle derdim: “Bak kardeşim, bu sadece beat üstüne yazılmış sözler değil. Bu, kayıplarımızın ardından kendimizde oluşturduğumuz özgüvenimiz, hesap sorduğumuz versiyonumuz, her isyanın müzik hali. Hem sahici hem de biraz artiz’…

‘Olalım Artiz’de müziği terapi niyetine değil, direnç biçimi olarak kullandım…

“Olalım Artiz”e giden yolda seni epey sarsacak bir olay yaşadın, 6 Şubat 2023 depremi gibi. Biraz da iç dökme gibi bir albüm diyebilir miyiz bu albüme?

Albert Camus, “Sanat, dünyayı kabul etmeyen insanların intikamıdır” demişti. Benimki de öyle oldu. “Olalım Artiz”in bazı parçaları iç dökmeden öte, iç kanaması gibi. Gözle görülmeyen ama hissedilen bir acı. Bir tür ayakta kalma tutanağı. Müziği terapi niyetine değil, direnç biçimi olarak kullandım. Edilgen değil etken bir albüm.

Senin hayatında dansın da çok büyük bir yeri var, 10 yılı aşkın süredir profesyonel hip-hop dansı yapıyorsun. Peki dansı, sözü, beat’i birleştirdiğinde “Olalım Artiz” nasıl bir bütün oldu sence? “Hepsi birbirini tamamladı da taşlar yerine oturdu” gibi bir durum var mı?

Bir yapı düşün; zemini dans, duvarı söz, çatısı beat. İçine girince hareketin kendisi oluyor insan. Müzik sadece kulağa değil, bedene ve bakışa da hitap etmeli. Bir araya geldiklerinde bu üç unsur sahnede tek vücut gibi çalışıyor. Jacob Collier şunu derken gülümsemekten kendimi alıkoyamamıştım: Hareket ettiğinde duyduğun ses müziktir, sesle hareket edebildiğinde ise bu bütünleşmedir.”

Bir yerde Türkiye’de dansın “süs” olarak görülmesinden büyük bir rahatsızlık duyduğuna rastladım. Senin bu konudaki görüşlerini öğrenebilir miyim? Sence dans, hayatın ve müziğin neresinde?

Dansı süs olarak görmek, Mevlana’yı sadece dönen bir adam sanmak gibi. Türkiye’de bedenle bir şey anlatmak kolay değil. Ama o yüzden zaten dans hem direniştir hem de şükür.

“Artiz” söylemi bana birazcık sitemli bir söylem gibi geldi. Artiz kavramının içini doldurmak ister misin? Sence kimler artiz, kimler artist?

Bir gün Zeki Demirkubuz bir röportajda Gerçek entelektüel, girdiği yerin ışığını bozan kişidir.” Demişti. Benim gözümde ‘artiz’ de biraz öyle. Kalıba sığmayan, normu reddeden, rol kesmeyi değil, rolünü seçmeyi bilen kişi. Artistlik ise poz vermekten ibaret; artizlik ise pozisyon almaktır. “Olalım Artiz” diyorsam, maskelere değil, niyete dikkat çekmek içindir.

Bu coğrafyada yaşamak, hep bir “bugün neye öfkeleniyoruz?” gündemiyle uyanmak gibi.

Sen aslında bir coğrafyaya ses olmanın peşindesin benim anladığım kadarıyla. Malum yaşadığımız coğrafyanın da dertleri pek bitmiyor. Böyle bir coğrafyada yaşarken, müziğin bu dertlere nasıl bir çare bulmayı hedefliyor sence?

Bu coğrafyada yaşamak, hep bir “bugün neye öfkeleniyoruz?” gündemiyle uyanmak gibi. Ben müziği öfkeyi dönüştürme dili olarak görüyorum müziğimde. Bir halk, türkü söylemeye başladığında artık yenilmemiştir” demişti Bertolt Brecht. Benim müziğim de ağıt değil; stres attıran, derdimizi dışa vurunca pozitiflik amaçlayan bir müzik. Dertlere çare olmaktan çok, dertliyle aynı dili konuşma niyeti taşıyor. Yani ‘çare’ değilim belki ama ‘yalnız değilsin’ diyen bir sesteyim.

Sanatçı dediğimiz insan, önce etrafını izler ardından bu gözleminin sonucu olarak bir dışavurum yapar. Senin şarkıların nereden başlıyor? Bir de sen çok fazla farklı kültür görmüşsün, Viyana ya da Fransa’dan örnek verecek olursak. Bu karmaşanın içinde kendi ülkeni nasıl aldın radarına?

Viyana ve Fransa’da insana dair hisleri çok gözlemleyemedim. Bir örnekle anlatmak istiyorum: Mesela benim şarkılarım bir sokak lambasının altında başlıyor bazen; Kadıköy sokaklarında gördüğüm suskun öfkeler de. Bazen Viyana’da bir tramvayda tanımak daha keskin bir duygu. Kendi ülkemin nabzını daha yakından ele almak istedim. Sartre demişti ya, Cehennem başkalarıdır.” Bazen başkaları sayesinde cenneti de görürsün.

Sen edebi bir yolla müzik yapmayı tercih etmişsin aslında yaptığın müzik Rhythm and Poetry gibi bir açılıma da sahip. Hâliyle doğru da bir seçim. Peki sence Türkiye’deki rap / hip-hop çizgisi (old school çizgisinde olanları söylemiyorum) bu edebi yolu karşılıyor mu günümüzde?

Elbette taşır. Tam ters yönden varalım buraya. Burada biraz “günah bizdense affola” durumu var. Çünkü kelimeyi büyü olarak görmek evrenseldir ama şimdi kelimeler trend oldu diye rapçi linçlemek sınıfsaldır. Bir Albert Camus eserini düşünelim, kendi akışında olayların gelişimi ve heyecanı var. Yazarın hikâyeden çıkıp sizi tokatlamasını beklemezsiniz. Birden Camus’un elinin kitabın elinden çıktığını düşünün. Kitabın içinden çıkıp sizi tokatlaması nasıl olurdu? Heyecan verici. Bir yerde okumuştum, kim demişti hatırlamıyorum. Notunu almışım. Çıkarımlarımı yazmışım. “Şair, kelimeleri değil, kelimeler arasındaki boşluğu da duyar.” Kelimeler arasında çok boşluk olmaması sizi rahatsız ediyorsa, rahat bir hayat sürüyorsunuzdur. Ama dünya rahat bir yer değil. Ben kendimi hiçbir zaman rapçi olarak görmedim. Sahneye çıktığımda bir janr değil, bir hikâye anlatıyorum.

İlgili Yazılar
Development by Bom Ajans