Türkçe rock dünyasının en köklü müzisyenlerinden, usta Taner Öngür’ü yeniden yayınladığı albümü Alarm 21 vesilesiyle Dergy’de ağırladık.
Sebla KOÇAN / [email protected]
Rock dünyasının köklü çınarlarından biri, 71 yaşındaki usta müzisyen Taner Öngür. 1964’te Vefa Lisesi’nde okurken başlıyor müziğe. Ve o gün bugündür, müzikten hiç kopmuyor. Moğollar, Barış Manço, Cem Karaca, Ersen ve Dadaşlar, Edip Akbayram, Erkin Koray, Erkut Taçkın ve Selda Bağcan gibi isimlerle birlikte çalıyor. Bugüne kadar 8 solo albüm yayınlayan Öngür, 1992’de yayınladığı ilk albümü Alarm’ı bugün Alarm 21 adıyla yeniden yayınladı. Şarkıların sözlerini değiştirmedi ve orijinal albümde olmayan “Limon Sıkılmış Deney” adında yeni bir parça daha ekledi. Usta müzisyen, plak şirketlerinin albümü kendi deyimiyle “babalarının malı” gibi gördüğünü ve müzisyeni tamamen unuttuğunu düşünüyor. Kendi başına da geldiği için bu albümü yeniden kaydedip yayınlama kararı almış. Üstadın kapısını çaldık, merak ettiklerimizi sorduk.
Alarm 21’de aslında 1992’de yayınlanan albümle aynı parçalar aynı sözlerle yer alıyor. Ve siz şarkı sözlerine müdahale etmediniz. Neden?
Çünkü şarkıların o yıllarda yazılmış olduğunun bilinmesini istedim. Malum, zamanla bazı konulara bakış açıları değişiyor, fakat zamanın ruhunu anlamak açısından yararlı olur diye düşündüm.
Şarkı sözlerinin aynı kalması ve sound’daki yenilikleri dinlemesi ilginç geliyor. Sanki hep bildiğimiz şarkılar, ama bir yanıyla da ilk kez tanışmışız gibi hissettiriyor. Sizin için ne ifade ediyor bu albüm?
Benim için bu albümün özel bir yeri var, çünkü 70’lerin ortalarında şarkı yazmaya ve beste yapmaya başlamıştım. Bu albüm ise o denemeleri bir biçime sokup yayınladığım ilk solo albüm.
Yakamızdan felaketlerin düşmediği bir senedeyiz. Pandemiye mi üzülelim, yangınlara mı, sele mi bilemiyoruz artık… Siz de “Alarm”da “Gezegenimiz ellerimizde, yaşatabilirsek, kurtarabilirsek eğer” diyorsunuz… Siz nasılsınız, neler hissediyorsunuz bu dönemde?
Alarm isimli şarkıyı, 1984 de Almanya’da yaşarken yazmıştım, o yıllarda Almanya’da yeşil hareket yeni başlamıştı. Anti nükleer gösteriler yoğundu. Çevre hareketinden tanıdığım arkadaşlarla sohbetlerimizde küresel iklim değişikliği çok konuşulan bir konuydu. Şarkıyı da o konuşmalardan etkilenerek yazmıştım. Bugünlere geleceğimizi aşağı yukarı biliyordum. Fakat toplumların ve yöneticilerinin bu denli vurdumduymaz olabileceğine pek ihtimal vermemiştim. İnsanların sadece gündelik çıkarlarını düşünüyor olması, alıştığımız yaşam biçimini dünyanın sağlığı adına değiştirmemekte ısrar etmesi çok üzücü..
13 yaşından beri müziğin içindesiniz ve sahnelerdesiniz. Günümüz müzik dünyasına kulak verdiğinizde ne düşünüyorsunuz, gelinen noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
60’lar ve 70’lerde Türk hafif müziği denilen (ki Cem Karaca “Ne o ya tartıyor musunuz yoksa” derdi), 80’ler ve 90’lar’daki pop dışında, son senelerde çok şükür rock müzisyenleri atılım yaptılar. Kendi düşündüklerini anlatan, dinleyiciyi aptal yerine koyarak bundan ticari çıkar elde etmeyi düşünmeyen müziklerini büyük bir gençlik kitlesine benimseten şarkılar yaptılar. Bugün çıta yükselmiş durumda, fakat pandemi bu duruma büyük bir darbe vurdu. Aslında jazz müzikte, halk müziğinde, hip hop rap’te kaliteli işler çok, fakat ne yazık ki ana akım medya siyaset tarafından manipüle edildiği için büyük kitlelerin bundan pek haberi olmuyor. Neyse ki sosyal medya ve internet bir ölçüde bu açığı kapatıyor…
“Limon Sıkılmış Deney”de Moğollar ve Cem Karaca döneminde, 1973’te Levent’teki grup evinde olan saykodelik bir deneyi anlatıyorsunuz. Bu şarkının hikâyesini bir de sizden dinleyebilir miyiz?
Evet, Levent’te bir grup evimiz vardı. Evde ben, o zamanki davulcumuz Ayzer Danga, kardeşim Yener Öngür ve klavyeci Kılıç Danışman kalıyorduk. Provalarımızı da orada yapıyorduk. Bir akşam önceden planlanmamış bir parti gibi bir toplantı oldu. O dönemdeki bütün arkadaşlar oradaydı. Benim de kafam çok güzel olmuştu. Yıllar sonra o evin oradan geçerken aklıma o gece yaşadıklarım geldi ve bu şarkıyı yazdım…
“ÇOK ŞÜKÜR DİJİTAL DÜNYA EPEY GELİŞTİ”
“Uzaya Bak” da 1976’da yaptığınız ilk besteniz. Bu şarkıyı yeniden elden geçirirken nelere dikkat ettiniz?
TÖ: Evet ilk yazdığım şarkı idi. Hatta o dönem İzzet Öz’ün yaptığı bir tv programında çalıp söylemiştim. O programda Bülent Ortaçgil, Mazhar Alanson ve Deniz İzgi’de vardı. Hatta Mazhar Alanson’un o sıralarda yeni yazdığı “Bodrum Bodrum” şarkısında mandolin de çalmıştım. İzzet Öz o programın ses kayıtlarını saklamış. Benim kaydı da bana verdi ben de şarkıyı yeniden düzenlerken şarkının sonunda uzay ve zamanda kaybolmakta olan bir ses olarak mix’in içine yerleştirdim. Bugünden bakınca sözlerini bayağı naif buluyorum ama bu hali de benim için değerli…
Albümdeki şarkıların tamamının söz ve müziği size ait. Enstrümanların tamamını çaldınız, kayıt, miks ve mastering’i hatta kapak tasarımı da siz yaptınız. Ve albümü kendi girişiminiz olan @tanerong records etiketiyle yayınladınız. Neden her dokunuşu siz yapmayı tercih ettiniz?
Kapak tasarımındaki logo hariç, onu 1992 de Turgut Berkes yapmıştı. Neden her dokunuşu ben yaptım? Çünkü çok kişisel bir iş. Aynı zamanda böylesi daha pratik. Bir de müzik sektörü ile bir rövanş ve hesaplaşma anlamı taşıyor bu albüm. Hikaye şöyle:
1992 de bu albüm bittikten sonra, eski okul arkadaşım Alirıza Türker’in bir yapım şirketi vardı. Raks firmasına prodüksiyonlar yapıyordu. Albümü o yayınladı ve 5 bin adet kaset basıldı. Bundan birkaç yıl evvel, bari şu albümü YouTube kanalıma koyayımda dinlemek isteyen dinlesin diye düşündüm. Youtube’da yayınladıktan bir süre sonra, YouTube’dan bir telif hakkı ihlali uyarısı aldım. YouTube bunu Esen Müzik adına yapıyordu. Hiçbir anlam verememiştim. İftiraya uğramış gibi hissettim. Arkadaşım Alirıza Türker’i arayıp “neler oluyor?” diye sordum. O da bana, “Taner’ciğim kusura bakma ben bütün repertuarımı esen müziğe devretmiştim. Sana söylemeyi unutmuşum” dedi. Elbette kızdım, o yüzden albümü yeniden kaydettim ve digital platformda kendi adıma yeniden yayıladım. Müzik sektöründe bu tip şeyler çok yaşandı ve hala yaşanıyor. Bir şirketle bir albüm için imzayı attığınız zaman sizi tamamen unutuyorlar ve sanki kendi babalarının mallarıymış gibi davranıyorlar. Çok şükür dijital dünya çok gelişti ve artık bağımsız yapımcılık çok kolaylaştı…
Müzik kariyeriniz boyunca yaptığınız ya da yapmadığınız için pişmanlık duyduğunuz bir şey var mı?
Evet var, şarkı yazıp bunları yayınlamaya çok daha erken başlayabilirdim. Bugün vardığım noktadan çok daha ileride olurdum herhalde…
Barış Manço, Cem Karaca, Ersen Dinleten ve Selda Bağcan gibi pek çok önemli isimle birlikte çaldınız, aynı sahneyi paylaştınız. Sizin için unutulmaz olan pek çok anınız olduğuna eminiz… Bu anılardan birini bizimle paylaşır mısınız?
Ooooo öyle çok var ki, bunlar ancak bir kitap ile anlatılabilir, çünkü hepsi birbiri ile bağlantılı ve birçok yan açıklama gerekiyor. O yüzden bundan şimdilik vazgeçeyim.
KISA KISA
● En çok özlediğim müzik dönemi 60’ların ikinci yarısı ile 70’lerin birinci yarısı
● Sahnesini, müziğini en çok sevdiğim yeni nesil müzisyen / grup çok var, Barıştık mı- Barış Demirel, Adamlar, Paz, İlhan Erşahin group, Siya Siyabend, Gaye Su Akyol, Çamur
● Bugünkü Türkçe rock hakkında olumlu düşüncelerim var, en önemlisi tektip değil, herkes kendine has, kendi şarkılarını yapıyor, çok renkli…
● Dünyada en sevdiğim şehir… Şehirleri sevmiyorum ama, Moskova’yı bir şehir olarak gördüm ve sevmiştim.
● Bugünlerde en çok dinlediğim şarkı Mona Lisa – Nat’ King’ Cole.