Kimi zaman bir film sahnesinde, kimi zamansa bir şarkının sözlerinde denk geldiğimiz mekanlar vardır. O filmle ya da şarkıyla özdeşleşmiş mekanı yıllar geçse de unutmayız. Çünkü sanatçının yaşadıklarına ve deneyimlerine en somut çerçeveden bakabileceğimiz unsurlardan biri haline gelmiştir artık. İşte meşhur Chelsea Hotel de böyle mekanlardan biridir. Gelin, yıllara meydan okuyan bu ikonik binayı tanıyalım.
Sıla Çığşar
New York’un kendine has estetiği şehri yalnızca orada yaşayanlar için değil; filmler, şarkılar, diziler veya kitaplar aracılığıyla da bir şekilde orada bulunabilen herkes için büyüleyici bir yer haline getirmekte. Frank Sinatra‘nın ikonik ‘New York, New York’ şarkısından da anlayacağımız üzere şehir, sanat camiası için de uzun yıllardır en önemli ilham kaynaklarından biri. Şehrin Manhattan bölgesinde, Chelsea Mahallesi’nde konumlanan ve ismini de buradan alan Chelsea Hotel bir konaklama mekanından çok daha fazlası. 1883 yılında yapımına başlanarak 1885 yılında tamamlanan bu kırmızıya çalan bina, günümüzde konaklama hizmeti vermemekte. 250 odalık otel, geçmişten günümüze popüler kültürün bir kesişim noktası işlevi görmüş ve “o duvarların dili olsa da konuşsa” dedirtecek türden yaşanmışlıklara sahne olmuştur.
Sanatın kalbi burada atıyor
Patti Smith‘in “Justin Kids” (Çoluk Çocuk) kitabında sıklıkla bahsettiği Chelsea Hotel günleri, dönemin sanat camiasını da keşfetmek adına önemli bir işleve sahip. 60’ların sonu ve 70’lerde otelde, hayat arkadaşı Robert Mapplethorpe ile ikamet eden Patti Smith için Chelsea Hotel her şeyin başladığı yer gibi. O zamanlar yeni yeni keşfedilmekte olan geleceğin bu iki önemli sanatçısı için Chelsea Hotel bir ev, bir sanat atölyesi, bir sığınak ve çok daha fazlasıydı. Patti Smith’in en efsanevi fotoğrafları tam da burada, Mapplethorpe’un kadrajından çıkmıştı.
Odanızdan koridora çıktığınızda Salvador Dali ile karşılaşabileceğiniz bir yer düşünün. Chelsea Hotel’deki olasılıklar gerçeklik algınızı yitirmenize sebep olacak türden. Otelde uzun yıllar ikamet etmiş isimlerden biri de ünlü sanatçı Andy Warhol. Nico, Bridged Berlin, Ondino gibi ünlülerin yer aldığı “Chelsea Girls” isimli filmi de otelle özdeşleşmiş en önemli yapımlardan biri. Film, Warhol’un Factory stüdyosunda birlikte çalıştığı yıldızların oteldeki yaşantılarına odaklanmakta.
Chealsea Hotel’de bazı kötü anılar da yok değil
Meşhur Chelsea Hotel, uzun ömrü boyunca yalnızca iyi değil, kötü olaylara da şahit olmuş elbette. 12 Ekim 1978 günü, dönemin önde gelen punk rock grubu Sex Pistols‘dan Sid Vicious’ın adı bir cinayet olayına karışmıştı. Kız arkadaşı Nancy Spungen ile kaldıkları odada Nancy’nin cesedine ulaşılmış, bu tarihten sonrada Sid’in yargı süreci başlamıştı. Ne var ki dava görülmeden bir süre önce overdose’dan hayatını kaybedecekti. Bu trajik olay sonrasındaki süreçte birçok misafir olayın yaşandığı odanın lanetli olduğu düşüncesiyle orada kalmamayı tercih etmiştir.
1968 yılında 424 numaralı odada kalan Leonard Cohen, aynı dönemde 411 numaralı odada kalan Janis Joplin için Chelsea Hotel ve ‘Chelsea Hotel #2’ isimli şarkıları bestelemiştir. Cohen’in Joplin’e olan aşkını ilan ettiği bu meşhur balad, yıllar geçse de dinlemekten bıkmayacağımız şarkılar listesine adını altın harflerle yazdırmıştır. Mark Twain, Arthur C. Clarke, Jack Kerouac, Allen Ginsberg gibi ünlü yazarlar da tarihe mal olmuş yapıtlarını Chelsea Hotel’deki odalarında kaleme almışlardır.
Chelsea Hotel, yolu oradan geçenler için kapılarını ardına kadar açmış ve ilham veren cazibesiyle vazgeçilmez mekanlardan biri olmuştur. Tarihin izini sürenler için, adını sıklıkla duyduğumuz sanatçıların üretim süreçlerinden yaşadıkları aşklara değin izlerin bulunabileceği yerlerden biri de Chelsea Hotel hiç şüphesiz.