Ülkemizin bilinen ilk dream-pop, shoegaze grubu The Away Days’i Dergy sayfalarında ağırladık.
Sebla KOÇAN / [email protected]
Kulaklarımızın dostu, kalbimizin sahibi The Away Days cephesinden çok güzel haberler var. Ekip, geçtiğimiz eylülde yayınladıkları yeni single’ları “How Many Times”ın klibini bu ay başında yayınladı. Çıplak Ayaklar Kumpanyası’ndan Gizem Seçkin ve Onur Emre Başlan performans sergilediği klip tıpkı bir kısa film havasında. İnsana başka bir enerji veriyor. “How Many Times” aslında çok uzun süredir hapsolduğumuz günlerin ardından gelen pozitif, umut dolu bir yeniden başlama şarkısı. Bazen bir sürü aksilik üst üste gelse de hayata yeniden başlamak, sıfırlanmak istersiniz. Çünkü o karanlıkta devam edemezsiniz. İşte “How Many Times” da tam anlamıyla böyle bir şarkı. The Away Days’den Can Özen sorularımızı yanıtladı.
Geçtiğimiz sene tek bir single yayınladınız: “Sadness Will Last Forever”. Bu sene de yeni şarkı “How Many Times” geldi. En son albümünüzü 2017’de yayınlamıştınız, artık yeni bir albüm veya EP zamanı gelmedi mi sizce de?
Evet:) Zamanı geldi kesinlikle! Üzerinde çalışıyoruz.
“How Many Times”ın klibi Çıplak Ayaklar Kumpanyası’nda çekildi, bu kısa film tadındaki klibin hikâyesi nasıl ortaya çıktı, anlatır mısınız?
Klibin senaryosunu Orkun yazdı. İki kişinin kendinden geçeceği bir dans videosu vardı aklında. Biraz Spike Jones hisleri de bize ilham oldu diyebilirim. Tamamen doğaçlama çektiğimiz bir işti. Çalışılmış bir koreografi olmadı özellikle. O an müziği açıp içimizden geldiği gibi dans edilsin istedik.
The Away Days’e şarkı yazdıran, grubun üretkenliğini tetikleyen şeyler neler? Mesela izlediğiniz bir film mi, dinlediğiniz bir albüm mü, ne gibi şeyler etkiliyor sizi?
Son dönemde müziklerden çok, filmler, tablolar ve kitaplar diyebilirim. Bukowski, Van Gogh, We Are Who We Are, Cezanne.
Yurtdışından çok ilgi görüyorsunuz ve bugüne kadar pek çok festivalde de çaldınız. Peki unutamadığınız, sizin için çok eğlenceli geçen bir konser anınız var mı?
2017 Londra konserimiz çok güzeldi. Hatta the Independent o konserin değerlendirmesini yazmıştı. Konser sanki bizim için 3 saniye sürmüştü. Kesinlikle yetmemişti 1 buçuk saat 🙂
İçinde bulunduğunuzda müzikal olarak sizi etkilediğini düşündüğünüz bir şehir var mı? Bazen sokaklarında gezerken kayıp bir parçanızı bulmuşsunuz gibi hissettiğiniz, tek başına bile dolaşsanız yalnızlık çekmediğiniz bir yer?
Bazen bazı fikirlerin üzerine giderken içimize sinmediği oluyor tabii ki. Ben bu durumda zorlamamayı tercih ediyorum. Bir sonraki fikre devam edip daha sonra tekrar dönmek verimli oluyor.
Müzik yapmanın size göre en iyileştirici tarafı ne? Ya da, sizi iyileştirdiğini, özgürleştirdiğini, güçlendirdiğini düşünüyor musunuz? Sizin için çalmak, yazmak, söylemek, sahne almak ne ifade ediyor, nasıl bir eksiği tamamlıyor?
Kendimizi en güzel ifade ettiğimizi düşündüğüm şey sanırım müzik. İyileştirdiğinden emin değilim ama tamamlıyor. Yani o anki hislerimi tamamlıyor. Sahnede olmak ise inanılmaz. Müthiş bir ayin gibi.
Gözlerinizi kapattığınızda kendinizi nasıl bir sahnede hayal ediyorsunuz? Bize size en huzur veren o konseri anlatın: Neredesiniz? Hava nasıl? Hangi şarkıyı söylüyorsunuz, seyirciler nasıl?
Açık hava festivalleri hep daha huzurlu bana göre. Özellikle tam gün batımında sahneye çıkıyorsan. Rüzgarı da hissettiğin bir yer olabilir. “Sadness Will Last Forever” çalıyor…
KISA KISA
● En son izlediğimde beni çok etkileyen film Bağlılık Hasan özellikle de üzerine portakallar yağdığı sahne.
● Eğer burada olmasaydım yaşamak isteyeceğim ülke Fransa olurdu.
● Sahnede izlediğim anda beni de müzik yapmaya iten, hayranlık duyduğum o grup Deftones
● Son zamanlarda Nevermind, Nirvana albümünü dinlemeden duramıyorum.
● Müzik dışındaki en büyük tutkum film/klip çekmek.