2002’den beri Amerikan folk’una gerçek hayatın karanlığını, savaşlarını, aşklarını ve mücadelelerini anlatan derin şarkılar armağan eden ve özellikle “Sons of Anarchy” dizisinden sonra ünü dünyaya yayılan The White Buffalo (Jake Smith) ile Türkiye’de vereceği iki özel konser öncesinde biraz sohbet ettik.
Batıkan BAKSI / [email protected]
Müzikal kariyerinize 2002’de başladığınızdan bu yana uzun bir yol kat ettiniz. Aradan geçen bu 22 yılda The White Buffalo projesinin bu süreçte nasıl evrildiğini anlatabilir misiniz? Müziğinizdeki ana değişim ya da dönüşüm noktaları neler oldu?
Açıkçası, her zaman aynı bakış açısına sahip oldum. Bir ajanda gütmemek ya da şöhret veya servet peşinde koşmamak. Bu işte özgünlük, orijinallik ve alçakgönüllülük nadir bulunan şeyler. İçinden ne çıkarsa onu yaz, kalpten gelen ve bağ kurmayı umduğun şarkılar. Albümler hep kendi doğal yollarında şekillenen maceralar. Kendimi evrim geçirmiş hissetmiyorum. Sanat, ilkel bir yerden doğuyor.
“Karanlık şarkılarımın çoğu hayal ürünü!”
Şarkılarınız genellikle insan doğası, aşk, kayıp ve intikam gibi temaları ele alıyor. Bu karanlık ve derin temaları işlerken size ilham veren şeyler neler? Hikâyelerinizin kaynağını nereden alıyorsunuz? Kendi deneyimleriniz mi yoksa çevrenizden de hikayeleriniz var mı?
Çoğu aşk ve insan doğası şarkıları, şüphesiz, hayat tecrübelerinden geliyor. Birçoğunun farkına ancak sonradan varıyorum. Her zaman son albümü yazmak gibi; o sırada kurgu yazdığımı düşünüyorum. Bir karakterin yer aldığı, gelişen bir dünya. Geriye dönüp baktığımda, karakterin büyük oranda ben olduğumu fark ediyorum. Gerçeğin bükülmüş versiyonları. Şarkılara kendinizden parçalar koymak kaçınılmaz bir şey aslında. Öte yandan, karanlık şarkıların çoğu hayal ürünü esasen. Savaşa gitmedim, kimseyi öldürmedim, uyuşturucu alıp satmadım. Uydurduğum çoğu şarkı, havuzun derin ve karanlık ucunda yüzme eğiliminde.
İlhamlardan söz ediyorken şunu da sormak isterim. ”Shadows, Greys & Evil Ways” gibi konsept albümlerinizde belirgin bir hikâye anlatıcılığı var. Bir albüm oluştururken hikâye bazlı çalışmayı mı, yoksa anlık ilhamlarla şarkıları bir araya getirmeyi mi tercih ediyorsunuz?
Gerçekten özel bir tercihim yok. Uzun ve konsept albümlerde kısıtlamalar var. Şarkılar ve temalar hikayenin içinde kalmalı. Aynı zamanda hikayede boşluklar görebilirsin. Bu boşlukları doldurmak için şarkılar bütün anlatıya hizmet etmek üzere doğuyor.
Johnny Cash, Bob Dylan gibi isimleri kendinize örnek aldığınızı çok kez dile getirmiştiniz. Ancak tabii sizin de yarattığınız bir kimliğiniz var. Peki kendi müzikal kimliğinizi bu büyük ikonlardan nasıl ayrıştırıyorsunuz?
Gerçeklik ve özgünlüğe gerçekten değer veriyorum. Kendimi kimseyle kıyaslamıyorum. Hiçbir şeyi taklit etmeye çalışmadım. Umuyorum ki grup olarak benzersiz bir ses ve üslup yarattık.
“Diziler, müziğimin en büyük yayılma kaynağı!”
Müziğinizi diziler aracılığıyla da öğrenen büyük bir kitle var, dizilerin bir dinleyici kitlesine yayılmak açısından ne gibi bir önem taşıdığını sorsam, ne derdiniz?
Müziğimin en büyük yayılma kaynağı. Kariyerim için inanılmaz derecede önemli bir gelişmeydi bu. Dünyayı dolaşıp dinleyicilerle buluşma şansımın ve başarımın büyük bir kısmı doğrudan TV’ye bağlı. Çok şanslıyım ve çok minnettarım.
Daha önce Türkiye’de konserler verdiniz ve Türk dinleyicilerle buluştunuz. Türkiye’deki konser deneyiminiz nasıldı? Buradaki izleyicilerin müziğinize verdiği tepkiler hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Çaldığımız en iyi ve en coşkulu kalabalıklardan biri de Türkiye’de! Diğer insanların omuzlarında oturup her kelimeyi söyleyen insanlar var konserlerimde. İnanılmaz bir enerji.
“Bir deniz gibi çağlayarak şarkıları bağıra bağıra söyleyen insanları görmek en sevdiğim anlardan biriydi!”
Türkiye’de daha önce verdiğiniz konserlerden bir anınızı bizimle paylaşır mısınız? Sizi en çok etkileyen ya da şaşırtan bir an var mı?
İstanbul’a ilk geldiğimiz performans, o zamana kadar yaptığımız en büyük headliner konserimizdi. Dünyanın bir ucunda, Türkiye’de böyle sadık bir hayran kitlesinin olması aklımı başımdan aldı. Bir deniz gibi çağlayarak, şarkıları bağıra bağıra söyleyen insanları görmek, sahnede yaşadığım en sevdiğim anlardan biriydi.
İki yeni konserle Türkiye’ye geri dönüyorsunuz. Bu seferki konserlerde dinleyicilerinizi neler bekliyor? Bu turnede özellikle öne çıkarmak istediğiniz ya da farklı hissettirecek bir şey var mı?
İlk canlı albümümüz “A Freight Train Through The Night”ı yeni çıkardık, bu yüzden bu tur daha çok tüm kariyerimizin retrospektifine eğiliyor. Hayranlarımızın favorilerini de çalacağız elbette ama aynı zamanda birkaç derin parça da sunacağız.
Canlı performanslarınız genellikle duygusal yoğunlukları ve samimiyetleriyle biliniyor. İstanbul ve Ankara’da sahneye çıktığınızda, sizce konserin atmosferi nasıl olacak? Türk dinleyiciler için özel bir sürpriziniz olacak mı?
Geçmişteki Türkiye konserleri gibi olursa, atmosfer oldukça elektrikli olacak. Birçok mutlu, tutkulu ve güzel insan görmeyi bekliyorum.
Son albümünüzün üzerinden 2 sene geçti, 2025 de yaklaşırken; yeni yılda yeni The White Buffalo şarkıları dinleyecek miyiz? Stüdyo hazırlıklarınız var mı?
Henüz netleşen bir şey yok. Şu an için belirli bir zaman çizelgesi ya da baskı yok. Yazıyorum, ve yakında yeni bir şeylerin gelmesi gerektiğine ihtiyaç duyduğumu hissediyorum.
Röportajı bitirirken Türkiye’deki dinleyicilerinize ve dergy.com okuyucularına söylemek istediklerinizi duymak isteriz.
Teşekkür ederim. Dünyanın en tutkulu hayranlarından birisiniz. Güzel ülkenize gelmeyi sabırsızlıkla bekliyorum.