En son 2018’de ülkemize gelen Travis, 19 Ekim’de bir kez daha Zorlu PSM’de bizlerle buluşmaya hazırlanıyor. “The Invisible Band” albümünün 20. yılını kutladıkları turnede, bu muhteşem albümü baştan sona dinleme şansımız olacağı için heyecanımız büyük! Hatta belki sürprizleri de olacakmış… Gelin “siiiiiiing siiiing siiiing!” diye bağırmadan önce bütün detayları grubun beyni, solisti, her şeyi Fran Healy ile gerçekleştirdiğimiz sohbetten öğrenelim.
İpek ATCAN / [email protected]
Bir röportajında parmağının köpek tarafından ısırıldığını okudum. Üzerinden çok geçti tabii ama nasılsın diye merak ettim?
İyileşmesi biraz vakit aldı. Ve oradan bir operasyon geçirmem gerekti. Yarayı açtılar ve içine test yaptılar köpeğin dişinden herhangi bir bakteri kapıp kapmadığımı görmek için. Ve elimde Harry Potter’ın alnındaki yara gibi bir iz var şimdi. Şimdi iyiyim ama ilk zamanlar elimin bütün fonksiyonlarının geri gelip gelmeyeceği konusunda biraz endişelenmiştim.
Uzun yıllar turnelere ara vermiştiniz. Ama bir süredir yine turnedesiniz. Bu arayı vermek zor olmadı mı ve şu an tekrar turnede olmak nasıl hissettiriyor?
Son albümümüzü tam pandemi kapanmalarından önce bitirmiştik. Ve tabii o zamanlar herhalde birkaç ay sürer diye düşünüyorduk. Sonra yıllar sürdü ve kimse bunu beklemiyordu. Hepimiz için zordu çünkü tabii ki çıkıp çalmak istiyoruz, bu bizim işimiz. Ve hep beraber oturup yeşil ışığın tekrar yanmasını bekledik. Tekrardan yollara düşmek güzel oldu. Mayıs ayında Paris’ten başladık ve ardından İngiltere’ye geçtik. Şimdi Eylül ayında Japonya, Meksika…
Ekim ayında da bizimlesin!
Evet heyecanla bekliyorum!
“Kendimi bir müzik grubunun parçası olarak hissetmiyorum. Büyük bir ordunun parçasıyım.”
Yaklaşık 30 yıldır dünyanın her yerinden sevenleriniz sizin şarkılarınızı dinleyip, eşlik ediyor. Sen şarkılarınızdan hiç sıkılmıyor musun? Yoksa hala ilk başlarda yaşadığın heyecanı yaşıyor musun?
Güzel soru. Kişisel olarak kendimi bir müzik grubunun parçası olarak hissetmiyorum. Oldukça büyük bir insan kalabalığının, ordusunun bir parçasıyım. Başka gruplar da bu ordunun bir parçası ve bu ordunun gücü iyilik. Sahneye çıkıyorsun ve bu senin işin. Ve biliyorsun ki birçok şey oluyor, insanlar hayatta üzülüyor ve bundan kaçmak istiyor. En sevdiğim gruplardan Pavement‘ın konserine gittim geçen gün ve çok büyülüydü. Çünkü müzik çok güçlü ve seni alıp götürebiliyor. Ve sahnede bunu yapabiliyor olmak gerçekten onur duyulası bir şey. Ve şanslıyız ki şarkılarımız güçlü ve hiç sıkılmıyorum. İskoçya ve İngiltere’de bir deyim vardır: “They have legs” (başarılı olmaya devam etmesi muhtemel). Bir grubu izlemeye gittiğinizde, konserin bir noktasında aslında bütün o konser alanı sahnedeki gruba dönüşüyor, bir bütün oluyor. Bu sebeple 20 yıldır şarkılardan hiç bıkmıyorum.
Ben oldukça iyi bir dinleyiciyim ve çok sevdiğim grupların konserlerine defalarca gidebiliyorum. Placebo, Metallica ve daha birçok isim. Ben dinlerken sıkılmıyorum ama zaten hayatım boyunca kaç kere gidebilirim ki konserlerine diye de düşünüyorum. Ama aynı şarkıyı sürekli çalmak inanılmaz…
Evet yüzlerce ama yüzlerce kez çalıyorsun. İşin enteresanı her çalışım bana ilk çalışımmış gibi geliyor. Bu bir çeşit trans gibi. Her seferinde çalabileceğinin en iyisini çalmaya çalışıyorsun. Ve bu bir oyuna dönüşüyor. Belki bir şeyi tekrar tekrar dinlesem sıkılabilirim. Ama çalmak bambaşka bir şey.
“Şarkılar neye ihtiyacınız varsa ona dönüşebiliyorlar.”
Travis’i ilk izlediğimde 2008’di ve harika bir konserdi. Hatta New Model Army de vardı o konserde. O zaman 20 yaşındaydım, şimdi 34 yaşındayım. O zamanla kıyaslarsam şu an sizin şarkılarınızı dinlerken başka şeyler hissediyor ve başka anlamlar çıkarıyorum. Senin başka şekilde anlamlandırmaya başladığın bir şarkı var mı?
Evet… ‘The Humpty Dumpty Love Song’ isimli bir şarkımız var. O şarkıyı ‘Coming Around’un videosunu çekerken yazmıştım. O videoda ben bir yumurtayım. Yani Humpty Dumpty kılığındayım aslında ve oldukça güzel bir video. O videonun yönetmeni en yakın arkadaşlarımdan biriydi ve geçen sene trajik bir şekilde hayatını kaybetti. Her şey çok hızlı oldu ve alelacele son gününde onu görmeye gittik. Ve o zaman bu şarkıyı çokça düşündüm. Çünkü bu şarkıyı yazarken videoyu çekiyorduk ve onun fikriydi. O anda şarkının sözleri onunla ve onun gidişiyle anlam değiştirdi, yeni bir anlam kazandı. Şarkıların bu yönünü seviyorum, değişebiliyorlar. Onlara ne için ihtiyacınız varsa ona dönüşebiliyorlar, yaşınla beraber de değişiyor tabii ki, bambaşka anlamlar çıkarıyorsun. Bence insanlar olarak sahip olduğumuz, gerçek büyüye en yakın şey şarkılar.
En son buraya 2018’de geldiğinizde Barış Manço‘nun ‘Dağlar Dağlar’ şarkısını cover’lamıştınız. Yine var mı böyle sürprizler?
Belki!
Tam da beklediğim cevabı verdin. Günün sonunda sürpriz tabii ama belki dedim…
Bunu yaptığımda grup bile bunu yapacağımı bilmiyordu. Gerçekten hiçbirine söylemedim. Bis’te onlara sadece, “Burada bekleyin sahneye çıkıp bir şey yapacağım” dedim. Sahneye çıktığım ve çalmaya başladım.
Tabii son konserde bunu yapınca bir anda eli yükselttin. Beklenti içindeyiz.
Evet biliyorum, bazı şeyler dinliyor ve üzerine düşünüyorum.
“Bir dinleyici olarak gidip çok sevdiğim bir albümün baştan sona çalınışını dinlemeyi isterim.”
Son turneniz “The Man Who…” albümünün 20. yıl turnesiydi. Şimdi “The Invisible Band” albümünün 20. yıl turnesiyle geliyorsunuz. Sanki bir geleneğe dönüştü gibi bu 20. yıllar… Bütün albümler için olacak mı yoksa sadece tesadüf mü?
Bu formatı beğendim. Bir dinleyici olarak gidip çok sevdiğim bir albümün baştan sona çalınışını dinlemeyi, o şarkıyı yazan ve yapan insanları canlı canlı görmeyi isterim. Zaman zaman diğer albümler için yapmayı da düşünüyorum. Ama bu turneden sonra yapacağımız ilk şey yeni bir albüm kaydetmek olacak. Bir sürü planımız var aslında. Pandemi herkesi sıkıştırdı. Daha son albümümüzün de turnesini yapmalıyız. Ama şu anda ilk yapacağımız şey bir sonraki albüm. Onun için şarkı yazmaya çalışıyorum.
“The Invisible Band” albümünün kayıtlarına dönecek olursak, bize anlatabileceğin unutulmaz anılar var mı?
Her şeyi, her şarkının her halini hatırlıyorum. Onları yazışımı, kaydedişimizi… Mesela ‘Sing’i yazarken oturma odamda oturuyordum, kucağımda gitarım vardı ve televizyonda sessiz bir şekilde MTV açıktı. Ekrana “Swing beat” yazısı geldi. Ve kendimi kendime “Swing swing swing” diye mırıldanmaya başladım. Ve bunun harika bir fikir olduğunu düşündüm. Çünkü bilirsin, çocukken salıncakta sallanırken ve ailenden biri seni iterken “yükseğe yükseğe!” diye bağırırsın. Ve bu “Swinging” (sallanmak) fikrini çok beğendim. Şarkıyı hızlıca yazdım ve stüdyoya kaydetmeye gittim. Kaydederken “swing swing swing” diye şarkıyı söylerken yanlışlıkla “sing” dedim. Ve o an düşündüm ki bu çok daha ilgi çekici. Ve işte şarkı böyle ortaya çıktı. Geçen sene bir box set yayınlandı. Remaster edilmiş şarkılar ve daha önceden yayınlanmamış kayıtlar mevcut içinde. Ve bunlardan biri de swing’in sing’e dönüş anı.
Burada oldukça büyük bir hayran kitlen olduğunu zaten biliyorsun. Eh birkaç kere de geldin. Burayla ilgili komik ya da unutulmaz anıların var mı?
Sanırım en güzel anım Barış Manço şarkısını çaldığımız andı. İzleyiciye baktığımda yüzlerini gördüm. Muhtemelen daha önce hiçbir İngiliz grup Türkçe bir şarkı çalmamıştır. Ve onlara bakarken aralardan yavaş yavaş bir, iki, üç, beş kişinin şarkıyı fark etmeye başladığını gördüm. Ve sonra herkes şarkıya eşlik etmeye başladı, benim için çok büyülü bir andı.
Evet, ben de o konserdeydim ve harika bir andı. Yanımdaki arkadaşım “Sanki şimdi o… ‘Dağlar Dağlar’ı mı…” derken hepimiz çıldırdık 🙂 Peki okurlarımıza neler söylemek istersin?
Geçen akşam bir arkadaşımla neler yapıyoruz filan diye konuşurken, oraya gideceğiz, buraya gideceğiz diye turneyi anlatıyordum. Türkiye’ye geleceğimizden bahsettim. Ve dedim ki Türkiye bizim için çok özel bir yere sahip. Bazı sanatçılardır vardır “ben süperim, herkes beni sever” diye ortalarda gezinir. Biz çok daha mütevazı insanlarız. Hiç böyle şeyler söylemeyiz ki şans eseri büyük de bir grup olduk. İlk Türkiye’ye gelişimiz teklif edildiğinde, “Ne? Gerçekten mi?” diye tepki vermiş ve heyecanlanmıştım. Ve bizi çok ama çok sıcak karşıladınız ve orayla özel bir bağımız varmış gibi hissettim. Umarım konser de harika olacak!
Son olarak yakın dönem planlarınızı da alalım, bir albüm kaydedeceğinizi söylemiştin zaten…
Ocak gibi kayıtlara gireriz. Şarkılarım var ama bazen öyle garip zamanlar oluyor ki gitara ya da piyanoya dokunmak bile istemiyorum. O yüzden umuyorum ki ocakta kayda girer ve eylül gibi de albümü çıkarırız.
Röportaj için teşekkürler, sanal da olsa buluşmak güzeldi!
Ben teşekkür ederim, görüşmek üzere!