Kulaklıklarınızı takın, arkanıza yaslanın ve kendinizi metalin tutkulu dünyasına ışınlanmaya hazır olun. Ve tabii ki… Sert kalın!
Batıkan BAKSI / [email protected]
Metal ile aranız nasıl? “Çok bağırıyorlar, kafam almıyor” diyenlerden misiniz? Yoksa “distortion duyduğumda hep daha sertini istiyorum” diyenlerden mi? Bence metal, müzik türleri arasında en gerçekçi türlerden biri. Zaten ilhamını isyan ateşinden alan hangi müzik öyle değil ki? Müzik türleri birbiri arasında girift bir hale gelirken hâlâ özünü koruyabilen kaç müzik türünden bahsedebiliyoruz şu an? Yıllar içinde farklı denemelerle yepyeni tarzları da doğuran bu köklü tür, yoluna hâlâ müzikal zenginliğiyle devam edebiliyor ve kendi dinleyici kitlesini korumayı başarıyor. Bazen çevremde de “Metal bitti ağğğbi ya” sözlerini de duysam onlara Pentagram’ın 1990 çıkışlı albümündeki “Metal Not Dead” şarkısıyla cevap veresim geliyor. Zira 31 yıl önce çiçeği burnunda bir grupken bağıra çağıra metalin ölmediğini söyleyen grup hâlâ sold out konserler verebiliyorsa bunu metalin dimdik ayakta olduğuna bağlayabiliriz.
Tabii ki bu yazıda metalin gelişiminden bahsedip de burayı ansiklopedik bilgiye boğmayacağım. Fakat yukarıda spesifik olarak Pentagram’dan örnek vermemin de bir sebebi var elbette: Bugünkü yazımda yönümü yeniden Türkiye’ye çevireceğim. Ancak sözü seçtiğim konuya getirene kadar da Türkiye’nin metal serüveninden biraz bahsetmek istiyorum. Çünkü biraz sonra aşağıda anlatacağım kişilerin bu serüvende önemli bir rolü var. Şu an Türkiye’de gerçekleşen organizasyonlardaki sahnelerde büyük bir tutkuyla hep birlikte yumruğumuzu havaya kaldırabiliyorsak bu yazıya konu olacak kişilere de çok şey borçluyuz. Lafı çok da uzatmayayım, ana konumuza geçmeden önce hadi gelin biraz Türkiye’de metal mevzuları nasıl gelişmiş, ona bakalım.
TÜRKÇE SÖZLÜ ROCK MÜZİK YAPILABİLİR Mİ?
1960’ların sonunda Türkiye’de başlayan Anadolu Pop akımı, 70’lerle beraber daha da sertleşmiş ortaya rock müzikle iç içe geçmiş bir türü doğurmuştu. (Bu durum akıllara “Anadolu Rock”ı getirse de bu tür 90’larla beraber daha ticari kaygılarla çıkan bir türdü, ben 70’lerde çıkan rock müziği birçok kişi gibi Türkçe saykedelik rock olarak tanımlıyorum.) Dönemin içinden geçtiği politik ortamın atmosferi bu müziğe de yansımış, özellikle Cem Karaca’nın Dervişan ve Edirdahan ile birlikte yaptığı çalışmalar Türkiye’nin politik müziğini de şekillendirmişti. 1980 Askeri Darbesi’nin ardından büyük bir hasar gören Türkiye’deki kültür-sanat ortamı, 70’lerdeki rock müziğin de unutulduğu ya da konjonktürel şekilde unutturulduğu bir ortam haline gelmişti. Pop ve arabeskin yükselişe geçtiği bu yeni dönem, Türkiye’nin 1983’te demokrasiyle yeniden buluşmasının ardından başlayan neoliberal politikalarla birlikte dışa açılmaya başladığı bir dönem de olmuştu. 80’leri kasıp kavurmaya başlayan metal gruplarının etkisi henüz Türkiye’ye yayılmamışken, Türkiye’de 80’lerin ikinci yarısında “Türkçe sözlü rock müzik yapılabilir mi?” sempozyumları düzenlenmeye başlamıştı bile.
Yaklaşık 10 yıl önce kendine has bir rock müzik türü yaratan Türkiye, o dönem iki arada sıkışmışlığın bir hezeyanını yaşayadursun, dönemin asi gençleri metal ateşiyle tanışmaya başlamıştı bile. Pentagram, Devil, Dr. Skull gibi grupların ilk günlerini yaşadığı dönemde metalci gençler de artık sokakta kendilerini gösterirken, kendi aralarında yarattıkları klanlarda bu müziğin ateşli dinleyicileri haline gelmişti. Giyim kuşamlarından, uzattıkları saçlarına; vücutlarına yaptırdıkları dövmelerinden kulaklarına taktıkları küpeleriyle o dönem Türkiye’ye çok da yakın olmayan bir yaşam tarzı seçen gençler, özellikle İstanbul’da Avcılar, Taksim, Bakırköy, Kadıköy gibi semtlerde bir araya geliyor buradaki yeni yeni oluşan rock barlarda sabahlara kadar eğleniyordu. Gruplar her ne kadar 80’lerin ikinci yarısında kurulmaya başlamış olsa da asıl yükselişlerini her açıdan yeni bir dönemin kapısını aralayan 90’larda yaptı. Rock müziğin küllerinden yeniden doğduğu bu dönem, metalcilerin de kendini gösterdiği büyülü bir zaman aralığı haline geldi. Artık kendilerini gizlemeyen metalci gençler, idol olarak gördükleri grupların konserlerine gidiyor, burada kendisi gibi olan diğer metalcilerle omuz omuza verip headbang yapıyor, sosyalleşme ihtiyacını bu şekilde gideriyordu. Artık gençlerin kanına iyiden iyiye giren bu müzik türü, toplum ile kendileri arasında bir turnusol kağıdı görevi görerek derinden bir ayrışmaya sebep olmuştu. Sistemin içine dahil olmayan gençleri ötekileştirmeyi tercih eden medya, metalcileri “öcü” gibi lanse ederken; dönemin uzun saçlı gençleri sokakta sırf saçı uzun diye mahallenin ağır abilerinden dayak bile yiyordu. Bu sistematik saldırının içinde müziğe tutunan gençler ise yukarıda bahsettiğim gibi kendi klanlarında bir araya gelerek tutkulu bir şekilde yaşam tarzlarını savunmaya devam ediyordu.
93’TE MTV, 99’DA SATANİZM FIRTINASI
90’ların ikinci yarısına yaklaşırken yabancı rock ve metal gruplarının konser vermek için Türkiye’ye gelmesiyle yavaş yavaş diğerleri tarafından benimsenen bu kültür, Unkapanı’nda rock müzik furyasının patlamasıyla sokaktaki herhangi biri tarafından da ilgiyle karşılanmaya başlamıştı. O dönem açılan ve Türkiye’nin ilk müzik kanalı olma özelliğini taşıyan Kral TV’nin de bu akıma ayak uydurmasıyla bol bol rock müzik klipleri izleyen Türk dinleyicisi rockçı ve metalci gençlerin aslında o kadar da “öcü” olmadığını görme fırsatını yakalamıştı. (Tabii burada 1993’te kablolu televizyonlar aracılığıyla evlere giren MTV’nin de çok büyük payı var.) 1999’daki satanizm furyası sonucunda okların yeniden çevrildiği metalciler bu süreçte zorlu bir sınav verseler de yeni bir milenyumun başlangıcıyla iyiden iyiye globalleşen dünyanın da etkisiyle metal bayrağını Türkiye’de taşımaya devam etti. 80’lerin sonunda kurulan grupların bazıları dağılsa da, bazı gruplar ününü yurt dışına da taşıdı. Yeni kurulacak gruplara “abilik” ederken, Türkiye’ye gelen yabancı gruplarla aynı sahneyi paylaştı.
İşte Türkiye’deki metal, böyle zamanlardan geçerken bu kültür kendi içinden çok önemli grupları da çıkardı. Kendilerinden sonra gelen jenerasyondaki gençlere yol gösterici birçok işe imza atan grupların üyeleri, birçok metalci için idol görevi üstlendi. Eline gitar alıp çalmaya başlayan gençler, ilk onların şarkılarını çalmaya başladı. Sesine güvenenler, onların söylediği şarkılara yeniden can verdi. Biraz gürültü yapmaya hazırsanız, bu hafta Türkiye’de izleyenleri kendine hayran bırakan, Güven Erkin Erkal’ın meşhur mottosu “sert kal, taviz verme” sözünü dibine kadar yaşatan, sahneleriyle ilham olan 6 frontman’e göz atıyoruz. Kulaklıklarınızı takın, arkanıza yaslanın ve kendinizi metalin tutkulu dünyasına ışınlanmaya hazır olun.
Hakan Utangaç / Pentagram
Böyle bir liste yapıp da Hakan Utangaç ile başlamamak olmazdı değil mi? Kah sahnede taktığı kırmızı camlı gözlükleri, kah yıllardır elinden düşürmediği Jackson marka gitarıyla çalıp söylediği Pentagram şarkıları benim için grubun tarihinde çok ayrı bir yere sahip. Pentagram’ın bugünkü halinde ana vokal olmasa da hem kurucusu olmasından hem de en sevdiğim şarkılarda onun sesini duymamdan dolayı kendisini bu listede ilk sıraya yazıverdim! Grubun 1990 yılında çıkardığı Pentagram albümünde söylediği şarkıları canlı dinlerken hâlâ bağıra çağıra eşlik etmemin yanı sıra sahnedeki duruşunu izlemeyi de çok seviyorum. Türkiye’de metalin gelişimi için bu zamana kadar Pentagram ile üstlendiği misyonu bakımından da ülkemizdeki metalcilerin kendisine büyük bir gönül borcu olduğunu da düşünüyorum. Sahnedeyken ortalığı ateşe veren Utangaç’ın konser bittikten sonraki sakinliğiyse beni her seferinde şaşırtıyor. Memlekette özellikle rock müziğin yükselişe geçtiği 2000’lerde çektiği klipler için ayrı bir parantez açabileceğimiz Hakan Utangaç, bence Türkiye’deki en “baba” frontman’lerin de başında geliyor. Kendisinden dinlemeyi en sevdiğim şarkıyı da aşağıya bırakayım, listeme devam edeyim.
Özgür Özkan / Killing & Soul Sacrifice
Türkiye’de metal müzik dediğimizde aklınıza ilk gelen 5 kişiyi saymanızı istesem kesinlikle Özgür Özkan’ın adını ilk sıralarda söylersiniz. Çünkü o gerçek anlamda bir metal emekçisi! Bu söylediğim öyle içi boş bir cümle değil; elektrik gitardan akustiğe, bas gitardan vokale kadar müziğin her alanına gönül vermiş dev kişilik bir orkestra. Kendisini Dorock Heavy Metal Club’ta Murder King ile çıktığı zamanlardan tanıyanların yanı sıra 2011’den beri Hayko Cepkin’in ekibinde çaldığı elektrik gitarla tanıyanlar da olabilir. Ancak Özgür Özkan, tüm bu grupların yanı sıra Türkiye’nin çıkarmış olduğu en büyük death metal grubu Soul Sacrifice’ın da frontman’i. Penayla çaldığı kemik kıran bas riffleriyle, yırtıcı brutal vokali ve etrafı serinleten headbang’leriyle de gerçek bir metalci! Soul Sacrifice ile yerli-yabancı birçok festivalde önemli gruplarla aynı sahneyi paylaşan müzisyen, 2012 yılında çıkardıkları Carpe Mortem albümüyle Türkiye’nin death metal külliyatında önemli bir mihenk taşını da bırakmıştı. Murder King’ten ayrıldıktan sonra kurduğu Killing ile yoluna emin adımlarla devam eden ve dışarıdan bakıldığında mahallenin sert abisi gibi gözüken Özgür Özkan, eğlenceli kişiliği ve mütevaziliğiyle her bir araya geldiğimde sohbetine / müziğine doyamadığım müzisyenlerden.
Tuna Vural / Black Tooth & Saints of Enemy
Lafı hiç uzatmıyor “Tuna abi çok yaşa!” diye giriyorum lafa. Çünkü o Türkiye’deki metalcilerin Tuna abisi! Kendisini ilk dinlediğim günü dün gibi hatırlıyorum. O dönem Rolling Stones dergisi, her ay Türkiye’deki metal gruplarının çalışmalarının olduğu CD’ler hediye eder, biz de ergenliğinin başında olan yeni metalci gençler olarak metal gruplarını keşfederdik. CD’deki şarkılar çalmaya devam ederken çıkan bir şarkı benim gözlerimi yerinden oynatmıştı. Gümbür gümbür giriş yapan bir davul, yerini daha önce Teksaslı metal gruplarında duyduğum heybetli gitar tonlarına bıraktığında hemen şarkı listesine baktım ve o grubun adını gördüm: Black Tooth! Grubun çaldığı şarkının adı Iron Clad’di ve şarkıyı birkaç kez başa aldığımı hatırlıyorum. Sonrası da geldi zaten. O gün bugündür Tuna Vural vokalistliğinde yerli-yabancı birçok sahneyi yakan Black Tooth’u fırsat buldukça canlı izlemeye özen gösterdim. Grubun ilk izlediğim konseri İstanbul’da gerçekleşen tarihi festival Sonisphere Festival 2010’du ve Tuna Vural’ın seyirci üzerindeki etkisi beni çılgına çevirmişti. O gün Rammstein, Pentagram ve Black Tooth olmak üzere 3 grup bana benzersiz hisler yaşatmıştı ve Black Tooth’un o performansı benim onları yakından takip etmeme sebep olmuştu. Metalden hiç taviz vermeyen tavrıyla, seyirciyle bütünleşen sahne duruşuyla, Southern Metal bayrağını Türkiye’de taşımasıyla Tuna abiyi canlı izlemeye bayılıyorum!
Fırat Öz / Murder King
Bu ülkede yolu metalden geçen kim varsa mutlaka bir kez de olsa Fırat Öz’ü sahnede izlemiştir. Gerek iş birlikleri, gerek yer aldığı topluluklarda müziğini icra ederken enstrümanına olan hakimiyeti de her izleyeni büyülemiştir şüphesiz. Sonradan gitaristi olduğu Murder King’in kaptan köşküne geçerek hem gitarları hem de vokali üstlenmeye başlayan Öz, son olarak Ogün Sanlısoy’un ekibine de katılarak kariyerinde yeni bir sayfa da açtı. Twitch üzerinden yaptığı yayınlarıyla yeni jenerasyonun da radarına giren gitarist; yaptığı müziği #SertMusiki olarak adlandırıyor. Kendisini ilk keşfettiğim zamandan bu yana, gitar çalışı beni her seferinde hipnotize ediyor zira bazen parmaklarının hareketlerine yetişemiyorum! Murder King’in vokallerini üstlenmeye başlayana kadar vokalistliğinden haberimin olmadığı Fırat Öz, metal vokali konusunda da ülkemizde oldukça ses getiren bir frontman. Enerjisini bir an bile kaybetmeyerek aynı anda 3 gruptaki görevini sürdüren müzisyen, Türkiye’deki metal bayrağını dalgalandıran en önemli isimlerden!
Metehan Mert Çakır / Catafalque
Metal dinleyen arkadaşlarımla bir araya geldiğimde bu muhabbetlere başladıysak ağzımızdan hep şu cümle dökülür: “Catafalque ne güzel gruptu be!” Evet, gerçekten de Catafalque çok güzel gruptu. Onları yine Rolling Stone dergisinin hediye ettiği Türk metal gruplarının şarkılarının bulunduğu bir CD’yi dinlerken keşfetmiştim 12 yaşımda. İşin güzel tarafıysa ben onları keşfettiğimde hâlâ aktif olarak müzik yapıyorlardı. Nitekim keşfimin 1 sene sonrasında gittiğim Zeytinli Rock Fest 2008’in ikinci günü metal günüydü ve çıkan gruplardan birisi de Catafalque’tı! (Diğer grupları merak edenler varsa; Pentagram, Soul Sacrifice, False in Truth, Nitro aynı gün sahne almıştı.) Özge Özkan, Metehan Mert Çakır, Arın Baykurt, Serhan Diren, Alper Tabakçılar ve Onur Akça’dan oluşan zengin kadrosuyla çiçek gibi gothic metal yapan grup 14 yıllık kariyerine iki tane de albüm sığdırmıştı. Türkiye’de kabul görmesi zor bir tür olsa da büyük bir başarı yakalayan grubun iki vokalinden biri olan Metehan Mert Çakır ise grupta yaptığı brutal ve clean vokaller ile sahnelerin tozunu attırıyordu. Rock FM’de yaptığı Arka Koltuk ve Çöl Azizleri gibi programlarla rock & metal dinleyicisi arasında severek takip edilen frontman, yılların eskitemediği programı Arka Koltuk’u şimdilerde Twitch, Kent FM ve The Rock Radio üzerinden sürdürüyor.
Emrah Demirel / Pitch Black Process
Aramızda illaki İzmirli arkadaşlar vardır. O zaman soruyorum: İzmir’de metale ne derler? Hep bir ağızdan “Pitch Black Process” dediğinizi duyar gibiyim. Haklı olabilirsiniz, çünkü Pitch Black Process son yıllarda İzmir’deki metal grupları arasında sesini daha yoğun şekilde çıkarmaya başladı. Özellikle 2016’dan beri yaptıkları iş birlikleriyle ses getiren grup, gerek cover çalışmaları gerekse de kendi bestelerinin olduğu albümleriyle yoluna emin adımlarla devam ediyor. 1999 yılında Affliction adıyla kurulan ve ismini daha sonra Pitch Black Process olarak değiştiren İzmirli grubun bugünkü kadrosu Emrah Demirel, Kerem İnci ve Emre Demirel’den oluşuyor. Bu zamana kadar birçok büyük yabancı grupla aynı sahneyi paylaşan PBP, Türkçe ve İngilizce’yi aynı potada eriterek sentez çalışmalara da imza atarak müziklerine bu topraklardan da parçalar katmayı ihmal etmiyor.
2016’da çıkardıkları Derin albümünde yer alan “Halil İbrahim Sofrası” ve “Eşkiya Dünyaya Hükümdar Olmaz” şarkılarına yaptıkları coverlarla klasiklere saygı duruşunda bulunan grup; 2019’da Hayko Cepkin ile birlikte “Zahid Bizi Tan’ Eyleme”yi de yeniden düzenledi. Köklerine saygılı bir metal müzik yapan PBP’nin frontman’i Emrah Demirel ise hem enstrümanına hem de yırtıcı brutal vokallere olan hakimiyetiyle özellikle canlı performanslarda sahnenin tozunu attırmasıyla meşhur! Bazen bazı kişileri anlatmak için kelimeler de yetmez ya ben de sözü biraz kısa tutuyor, ne demek istediğimi dinleyerek anlamanız için en sevdiğim yorumlarından birini aşağıya bırakıyorum.
Bugün biraz yüksek perdeden, oldukça gürültülü bir yazıyı kaleme aldım. Çoğu zaman ihtiyaç duyduğumuz o sertliği tokat gibi yüzümüze çarpan grupların, sahnede izlemeyi çok sevdiğimiz frontman’lerine değindiğim bu yazıda eksik olan o kadar müzisyen var ki yazmaya kalkarsam büyük bir yazı dizisi olur. Bu yazıyı buraya kadar okuduysanız, “metal öldü” diyenlere karşı devil horn’ları kaldırıp “long live metal!” diye bağırmanızı istiyorum. Bir sonraki yazıya kadar müziğin hayatınızdan hiç eksik olmaması dileğiyle, görüşmek üzere! \m/